Kimler geldi, kimler geçti ?
Ajda Pekkan şarkılarının gey dünyasında ayrı bir yeri vardır. Özellikle de, bambaşka biri adlı şarkısı çalınırken gey bardaki kalabalığı izlemeye doyum olmaz.
“... Şimdi gel de gör beni,
bambaşka biri,
topladım dağılan kalbimin herrr köşesini,
ardından ağlayan o zavallı kız nerede şimdi,
gel gör beni,
sevenlere vereceğim sevgimi,…”
bambaşka biri,
topladım dağılan kalbimin herrr köşesini,
ardından ağlayan o zavallı kız nerede şimdi,
gel gör beni,
sevenlere vereceğim sevgimi,…”
Bu nakarat döndüğü sırada kızların elleri kolları oynar, bambaşka biri derken kendilerinde gezinir, dağılan kalp işaret edilir, gel gör beni işaret parmağıyla işveli biçimde aşk çağrısına dönüştürülür!
Ve hop pi di zıp bi di…
Ve hop pi di zıp bi di…
Geyler böyledir işte... Serdar Ortaç’ın en ağlak şarkısında bile göbek atılıyorsa emin olun bunda hatırı sayılır bir gey potansiyeli olduğundandır!
Giriş bölümündeki belgesel tadımlığın hikâyenin devamıyla bağlantısı olmayabilir, hatta bu durum bir süre sonra kopukluklar biçiminde Perihan Mağden yazılarını da andırabilir; ne var ki okur dediğimiz kitlenin sadece cinsel eğilimleri önem ta-şı-ma-mak-ta-dır.
Biz kimiz?
Çarli’nin Melekleri misali üç kişiden müteşekkil blog yazarı grubuyuz!
Birimiz hetero bir erkek, diğerimiz doğuştan vajinalı bir kadın, üçüncümüz (yani bendeniz) ise gey!
Birimiz hetero bir erkek, diğerimiz doğuştan vajinalı bir kadın, üçüncümüz (yani bendeniz) ise gey!
Bizi bir araya getiren Çarli oldu!
Çarli’nin kim olduğunu bilmiyoruz!
Açıkçası merak da etmiyoruz. Zira, adımıza banka havalesi dahi çıkartmayan bu kişi kimliğini gizli tutabilmek için maaşlarımızı kredi kartlarımıza nakit olarak ödüyor. Haliyle de kredi kartına tahsilat yapan banka borç ödemesi olduğu için ödeyenin kim olduğunu sormuyor. Yıllardır kara para aklama yöntemi olarak kullanılan bu sisteme bizimde dahil olacağımızı düşünmemiştik bile, ama oluyormuş!
Açıkçası merak da etmiyoruz. Zira, adımıza banka havalesi dahi çıkartmayan bu kişi kimliğini gizli tutabilmek için maaşlarımızı kredi kartlarımıza nakit olarak ödüyor. Haliyle de kredi kartına tahsilat yapan banka borç ödemesi olduğu için ödeyenin kim olduğunu sormuyor. Yıllardır kara para aklama yöntemi olarak kullanılan bu sisteme bizimde dahil olacağımızı düşünmemiştik bile, ama oluyormuş!
Bizden istenen ve yapmaya çalıştığımız nedir ?
Homofobi ile mücadele! Homo olupta bununla mücadele etmeyen şuursuzlar en çok ilgi alanımıza giren kişiler.
Homofobik biriyseniz bizi sevmeyeceğinizden eminiz!
Gey olmamanıza karşın yazdıklarımızı merakla okumaya devam ediyorsanız iç sesinize kulak verip hemcinslerinizi daha ciddi biçimde incelemenizi öneririz. Özellikle de cinsel organ cidarlarını!
Hetero kimlikte iseniz lütfen bayağılaşmadan okuyunuz; zira hiç bir eşcinsel sizin eğlence malzemeniz değildir.
Homofobik biriyseniz bizi sevmeyeceğinizden eminiz!
Gey olmamanıza karşın yazdıklarımızı merakla okumaya devam ediyorsanız iç sesinize kulak verip hemcinslerinizi daha ciddi biçimde incelemenizi öneririz. Özellikle de cinsel organ cidarlarını!
Hetero kimlikte iseniz lütfen bayağılaşmadan okuyunuz; zira hiç bir eşcinsel sizin eğlence malzemeniz değildir.
-Saygı sunmaksızın- Blog okurlarına duyrulur.
Geyefendiler
I.BÖLÜM
I Will Survive
YASTIĞIMDAKİ ERKEK KOKUSU
Sabahları uyandığımda yastığımda erkek kokusu yok! Ah, ne yazık.!
Havalar soğumaya başladı. Ekim ayı ile birlikte soğuklar iyice bastırdı.
Geycikler barlara doluşmaya başlarlar. Bar bahçe'den kaldırdıkları laçoyu ödünç yaşamlarına sokarlar. Sabahları yataklarındaki sevişme sonrası kokuları ile uyanırlar.
Durun o da ne?
Geylerin şaşırma zamanları çabuk gelir; bu nedenle bir süre sonra her şeyi kanıksamaya başlarlar.
Dün gece haldur huldur soyunulan giysiler ters yüz edilmiş, cüzdanlar da fora! Çalınmış olan yalnızca cüzdan değildir; kapalı çarşıda 20 liraya satılan çakma lui viton cüzdana acınmaz, dün geceki heyecan dalgasının ardından keyif sigarası bile tüttürülemez. can sıkıntısıyla oflanıp puflanır!
Durun o da ne?
Geylerin şaşırma zamanları çabuk gelir; bu nedenle bir süre sonra her şeyi kanıksamaya başlarlar.
Dün gece haldur huldur soyunulan giysiler ters yüz edilmiş, cüzdanlar da fora! Çalınmış olan yalnızca cüzdan değildir; kapalı çarşıda 20 liraya satılan çakma lui viton cüzdana acınmaz, dün geceki heyecan dalgasının ardından keyif sigarası bile tüttürülemez. can sıkıntısıyla oflanıp puflanır!
Kıçlarının arasına giren kotları, dik başlı memelerini örten tişörtler genellikle Zara'nın ucuzluk döneminden alınmıştır.
Sıkıcıdırlar.
Çok önemli insanların bir arada bulunduğu bir kokteylde en hanımefendi halleri ile pipeti oral seks anındaki penise uzanan dilleri ile yoğururlar.
O sırada onları izlemeye bayılırım.
Gerçek adının Can olduğunu öğrenmemin yaklaşık üç dakika sürdüğü Biricik Jan'la böyle bir anda tanışmıştım.
Çok gergindi. Hatta sürekli gergin olduğunu düşündürten bir yanı vardı.
Gerçek adının Can olduğunu öğrenmemin yaklaşık üç dakika sürdüğü Biricik Jan'la böyle bir anda tanışmıştım.
Çok gergindi. Hatta sürekli gergin olduğunu düşündürten bir yanı vardı.
—Sinirliyim, varma üstüme!
—Neden, n'oldu kuzum?
- Ayol bir haftadır elime erkek eli değmedi de ondan !
Kaşları Sezen Aksu modeli alınmıştı. Islak, biçimli dudaklarına geceleri parlatıcı sürdüğü de olurmuş, öyle söylemişti. Onun gece nasıl görünebileceğini düşünemiyordum. Biz bunları Cihangir'deki Kaktüs Bar'da konuşurken etraftan bana balamoz ibne genç oğlanı götürüyor gözüyle bakışları fırlatılıyordu. Hoş, Jan'ı götüren tek ben olsam, gene iyi. YT, MÇ gibi medyatik ünlülerin elinden çoktan geçmişti.
-Lütfennn, bi yerlerde karşıma ş(ç)ıkma, konuşmayalım, görüşmeyelim n'olursun, şarkısını mırıldanıyordu.
—Yeni bir aşka yelken açtın sanırım!
—Hayır Koja Göbüş, bebişin son aşkını terk etti. Ahh!
Biricik Jan'ıma şöyle bir baktım. Onu, Bar Bahçe'nin göt içi kadar salonunda etrafı umursamaz hallerinde kafasını sallarken düşündüm. O en romantik biçiminde bile felfecir okuyan bakışlarıyla salınırdı.
Lütfeeennnnn! Konuşmayalım, görüşmeyelim n'olursun!
Islak dudaklarının pipeti emişindeki enteresanlık insanın aklına tuhaf şeyler getiriyordu.
Yeni yetme geylerin ortak özelliği de bu olsa gerek. Bebeklerin dünyayı tanımak için her şeylerini ağızlarına götürmeleri gibi Biricik Jan'ım da her şeyi ağzıyla tanıyordu!
Yeni yetme geylerin ortak özelliği de bu olsa gerek. Bebeklerin dünyayı tanımak için her şeylerini ağızlarına götürmeleri gibi Biricik Jan'ım da her şeyi ağzıyla tanıyordu!
-Eee? Anlatmayacak mısın?
Omuz silkip sağa sola bakındı. Siyah dar kumaş pantolon üzerine beyaz önlük takmış garsonun açıkta kalan bölümünden gözüken dik kalçalarını dikizliyordu. I- ıhhh diye bir ses çıkardı.
—Borç verijen mi?
—Anlatmazsan vermem!
Geyler duygusal şantaja boyun eğerler. Bu nedenle de para her zaman önemlidir.
Kısaca anlatıverdi. geceyi kurtarmak için Bar bahçe de bulduğu varoş laçoyu Arda'nın evine götürmüşler, sabah uyandıklarında da cüzdanlar fora!
- Yastığımdaki erkek kokusu hariç hiç bir şey kalmamıştı, derken küskünlükle dudaklarını büzmüştü.
Çulsuz olduğu için ona istediği parayı vermekten başka yapacak bir şeyim yoktu.
KADİR İNANIR' A KİM İNANIR
Geyler arasında tuhaf bir iletişim vardır: Toplumdaki erkeklerin pek çoğunun gey olduğunu düşünür ve buna cani gönülden inanırlar. "Kadir İnanır'a kim inanır?" tekerlemesi gibi seçici algıdaki bozukluk halinin bir göstergesidir.
Perşembeyi Cumaya bağlayan gece Birijik Jan benim eve geldi. Heyecanlı biçimde yeni bir kariyer planı olduğunu anlatıyordu.
Yeni bir iş, yeni bir hayat, bana yeni bir ben lazım, şeklinde çok bilmiş Sertap Erener taklidi yapıyordu.
Amacı başkaymış!
Amacı başkaymış!
-Annemin evinde süslenemem Koja Göbüş, o nedenle sana geldim. Bu gece drag şov yapıcam , hayatımda ilk defa sahneye çıkıyorum. Makyaj iki saate yakın sürüyor; klupte yapamam , yetişmez çünkü; senin evde kulübe 30 metre zaten. Ver bi alt dudak Jan'ına.
Yeni bir sektör oluşmuştu: Gey sektörü. Ceylan Çaplı' 14 isimli gey barı ilk açtığı zaman yer yerinden oynamıştı; şimdi ise adım başı gey bar kaynıyordu. Varoşlardan kopup gelen yırtmak isteyen genç adamlar yaşlı balamoz geylere peşkeş çekiliyordu. Devir değişmişti.
Can'ın makyajı gerçekten iki saat sürdü. Cep telefonu sumak bilmedi. Işığa söylendi; rimel kalemini bulamadığı için sinir krizi geçirdi, bir kez de takma kirpikleri nedeniyle ayılıp bayıldı. Banyodan gelen parfüm kokusu feciydi. Çünkü eski sevgilimin paraya kıyıp aldığı pahalı parfümün üçte ikisini vücuduna boşaltmıştı.
Banyodan çıktığında gözlerime inanamadım.
Banyodan çıktığında gözlerime inanamadım.
Benim Biricik Can'ım muhteşemdi.
My fair lady, Tiffany'de Kahvaltı, Audrey Hepburn...
Yok, yok yetmez. Çok daha feci bir şeydi.
Hemen oracıkta onu becermek istedim.
Büyük bir hanım efendilikle tebessüm etti.
My fair lady, Tiffany'de Kahvaltı, Audrey Hepburn...
Yok, yok yetmez. Çok daha feci bir şeydi.
Hemen oracıkta onu becermek istedim.
Büyük bir hanım efendilikle tebessüm etti.
-Sen şimdi Jan olmuşsun gerçekten!
-Ben zaten Jan'ım, janım. Beni izlemeye gelecek misin?
Bir birimize baktık. usulca dudağıma bir öpücük kondurdu. Ardından süzülerek evimden çıktı. Kesif parfüm kokusu, çıngırdaklı ışıldaklı makyajıyla sahne için yaratılmış bir aktristi.
Cihangirin kedi sidiği, köpek boku dolu sokaklarında pislikler bile bu gerçeği saklayamıyordu.
KOYU MOR
Biricik Can'ı ilk gecesinde kulüpte yalnız bırakmak istemedim. Sergileyeceği performanstan emin değildim. O benim Can'ım olmasına karşın diğer insanların Jan'ı olmak istiyordu. Bir drag quen olacaktı.
Profesyonel dansçılar getirerek hem geylere hem de alternatif eğlence arayanlara hitap etmeye çalışan bir anlayışla açılmıştı yeni kulüp. Kocaman, eski sinema salonundan bozma ortasında cami avizesi sarkan manasız üstü bir yer... Daha önce açılmış ama yeterli rüşveti vermediğinden olsa gerek kısa süre içinde kapatılmıştı. O zaman eski sevgilimle bir kaç kez gitmişliğimiz olmuş, kuytu köşe aramaksızın kimsenin cesaret edemeyeceği zamanlarda aşk sarhoşu iki erkek olarak ulu orta öpüşmüştük.
Aslında karton kahramanlarımla birlikte gitmeyi adet edindiğim tek kulüp Mehmet Murat Somer'in Hop Çiki Ya Ya serisindeki Burçak’ın yeridir. Sonuçta Birijik Jan'da karton bir kahramandı ne var ki hem Jan'ın hatırına hem de Burçak'ın yerini anımsamadığım için bildiğim yer üzerinden yazmayı tercih ediyordum.
Bir dolu erkek/gey/biseksüel dansçı vardı. Hepsinin erotizmi buram buramdı. Bir tanesi oldukça tanıdıktı! Bir ara takıldığımız erkek güzellik yarışmasında dereceye girememiş jigolo bozuntusu... Benden borç para almış tabii ki geriye ödememişti. Biricik Can'ın bunca katakullicinin içinde işi zor olacaktı. Sonuçta karton kahraman dahi olsa askerlik yaşı gelmiş genç bir adamı daha doğrusu yaşıtları askere giden geç bir eşcinseli anlatacaktım ki, bu gece travestiliğe soyunacaktı.
Aslında karton kahramanlarımla birlikte gitmeyi adet edindiğim tek kulüp Mehmet Murat Somer'in Hop Çiki Ya Ya serisindeki Burçak’ın yeridir. Sonuçta Birijik Jan'da karton bir kahramandı ne var ki hem Jan'ın hatırına hem de Burçak'ın yerini anımsamadığım için bildiğim yer üzerinden yazmayı tercih ediyordum.
Bir dolu erkek/gey/biseksüel dansçı vardı. Hepsinin erotizmi buram buramdı. Bir tanesi oldukça tanıdıktı! Bir ara takıldığımız erkek güzellik yarışmasında dereceye girememiş jigolo bozuntusu... Benden borç para almış tabii ki geriye ödememişti. Biricik Can'ın bunca katakullicinin içinde işi zor olacaktı. Sonuçta karton kahraman dahi olsa askerlik yaşı gelmiş genç bir adamı daha doğrusu yaşıtları askere giden geç bir eşcinseli anlatacaktım ki, bu gece travestiliğe soyunacaktı.
Millet içiyordu. Kulübün işletmecisi en yavşak haliyle herkese yalakalık ediyordu. En azından göbeği benden büyüktü. Garsonlar kolsuz tişörtler giymişti. Lezbiyenler bir köşede takılıyor, ortalık hareketlenmek için bahane arıyordu. Sigara yasağı geldiğinden beridir nefes almak daha kolay olmuştu.
Müzik gittikçe hızlanmaya başladı.
*****
Ortadaki, dans pistinin üzerine genç bir laço çıktı. Dar bir şort ve bacaklarına sarılmış deri aksesuarlar dışında çıplaktı. Kaslarını göstermek için yanıp tutuşuyordu. Müziğe uygun ritim tutup 19 mayıs gösterilerindekine kıyasla erotik hareketler sergiliyordu.
Bir kaç kişinin onu izlediğinden emin olunca keyfi yerine geldi. Etrafa bakarken gözüme ilişen görüntü irkilmeme neden oldu. Eskinin eskisi sevgilim bir köşede genç bir adamla öpüşüyordu. Kalbim hoplayıp zıplar gibi oldu. Gitmek istedim ama Biricik Can çıkacağı için gidemezdim. Hem zaten bitmiş gitmiş bir ilişkiydi. aşırı tepki göstermenin anlamı olmazdı. Orta yaşa girmenin en güzel taraflarından biri de bu olsa gerek. İnsan her şeye olgun bir gerçekçilikle bakıyor. Bakılmanın verdiği rahatsızlık içinde eskinin eskisi tiyatrocu manitam oynak, şımarık hareketler yaparken göz göze geldik. O şımarak hali gidip bana yılan soğukluğuyla baktı. Sonra da orospu kahkahasını salladı.
Cıstık cıstık cıstık cıstık...
Müzik yavaş yavaş değişti; dans eden kaslı laço sergi sarayından inerken bu defa kulübün sahne kısmında bir hareketlenme oldu. Biricik Can'ın çıkacağını düşünerek dikkatimi oraya yönlendirdim. Hafif striptiz kokulu bir dans şov yapıldı.
Bu sırada bütün dikkatler sahnede olduğu için arkadaki hazırlığı göremedik. Sahnedeki biterken dans pistinin ortasındaki yükseltinin üzerinde üç travesti çoktan yerlerini almıştı; onlardan birinin Biricik Can olduğunu anlamak için epey bir çabalamam gerekecekti.
Göz göze geldiğimiz de heyecanlı olduğunu anlamıştım ama göz kırptığında Madonna'ya taş çıkartacak kadar rahat davranabileceğini fark ettim. Apartman topuklu lame çizmeleri içinde, kısacık bir şortun üstü çıplaktı. Vücudunu Parlak pullarla kaplamışlardı. Kafasına Rio karnaval kıyafetlerinin tamamlayıcısı tavus kuşu bir başlık takılmıştı.
Can tam bir drag Quen olmuştu: Heyecanı gözlerinden okunuyordu. Ve yavaş yavaş müzik başladı.
Kimi geceler uzundur. Sabah bir türlü olmak bilmez. Farklı heyecanlar farklı duygular farklı insanlar uykunuzu kaçırabilir. Benim o gece yaşadıklarım gibi.
Biricik Can, şovunu tamamlamıştı. Bir kaç amatör hatası, diğer oynak travestiler tarafından örtbas edildi. Buradan anladım ki travestiler arasında yardımlaşma geçerliydi. Bir türlü kadın dayanışması diyelim. Gösteri bittikten sonra adetten olduğu üzere drag quinler izleyiciler arasına karışıp gecenin ritmini artırmakla yükümlüydüler. Konsomasyonun değişik versiyonu. Can yanıma gelerek yanağını uzattı. Gene en Audrey haliyle. Bu defa üzerinde azcık Holy Golty havası vardı. Kadınlaşıyor muydu? Sanmam. Gey life'ın gençlik heyecanı sayılıp sayılmayacağı konusunda balamoz bir eşcinselle tartışmaya girmiştik. Can yeni jenerasyonun önde gelen temsilcisi olarak Madonna şovlarında hissediyordu kendisini.
—Paris’e gidicem janım. Dans ederken içime doğdu.
-Lido'da travesti çalıştırmıyorlar bildiğim kadarıyla!
—Travesti değilim, janım.
—Gece gelicek misin?
Yanıtı kısa ve netti: Yanağını uzatıp oyalan bununla öpücüğü. Gelmeyecekti. Bu gecenin popüler kızı olduğu için birileri tarafından götürülecekti.
—Dikkat et başına bişiy gelmesin. Uyuşturucudan uzak dur, Jan!
Bunu dediğim sırada geriye dönüp bir göz kırptı. Kalabalığa karışmıştı bile. Pipetinden içkisini yudumluyordu.
Yanımda beliren dallama ise sarhoştu, ikide bir aynı espriyi yapıyordu:
—Kadir İnanır'a kim inanır?
—Ne konuda, deme ahmaklığını bende başka kimse yapmazdı. Amacı asılıp geceyi kurtarmak olan bu kırıtık, fütursuzca uzattığı eliyle önce göbüşümü okşadı. Arsız eli aşağıya doğru inecekken, yanından uzaklaştım.
Kulüpten çıktıktan sonra İstiklal caddesinin soğuk havası iyi gelmişti. Serin havayı içime çekip eve doğru yollandım.
Can artık benim içinde Jan olmuştu. Jan Paris'te. Jan New York'ta. Gençlik böyle bir şeydi. Gerçekleşemeyecek hayallere inanmak.
Kim bilir belki de hiçbirimizin cesaret edemediğini o başarabilirdi. Hayatın kime ne getireceği belli olmuyordu ne de olsa.
GEYEFENDİ JON JON
Jon Jon 35 yaşında evli ve ikincisi bir hafta önce doğan iki çocuklu bir babaydı.
Jan'la ben ona BANNE diyorduk.
Baba kelimesinin "B" si "anne" yi de ekleyince BANNE oluyordu JON JON.
Jon jon dememizi tercih ediyordu. Geceleri travesti barına gidip orada cd takılıyordu. Bacaklarındaki tüylerinin ağdasını karısı yapıyormuş.
-Nası yaneee? diye irkilmiş bir halde sormuştu Jan, banne Jon jon' a .
- Ay sus küçük orospu, ağzını yaya yaya " nassı yaneeeymiş!" Sana ne ?
- Jonjoncuğum, Jan haklı, gerçekten şu işi bir anlatsana bize.
Jonjon'un cilvesi meşhurdu.
Kibar adamdı. Ağzından küfür çıkmazdı. CD olduğu zamanlarda ise her şeyi ile değişir inanılmaz bir mahalle karısına dönüşerek etrafa çemkirirdi. Erkek hali ise, ince parlak kravatlar takan, Zeki Müren'inkileri andıran siyah ve erguvan renklerden müteşekkil takımları ile gümrükçüde çalışan bir geyefendi idi.
-Karım beni çakozladı ama sesini çıkartmıyor. Çok kibarsın, bana da iyi davranıyorsun, yakın çevremizden kimse bilmesin yeter benim için, n'olur bey, dikkat et, deyip, ağdamı yapıyor. Ne var bunda?
Jan'la birbrimize bakmıştık. Jon jon yalan söylemeyi bilemeyecek kadar saf bir geyefendi idi.
Jan inanamadım gibilerinden dudaklarını büzüp ham hum diye ses çıkarttı.
-Koca göbek, sen söyle bakalım, bu küçük orospuyu seviyor musun?
Bunu soprarken Jan'ın vereceği tepkiyi engellemek için ona çimdik attı.
Jan da kızlığına yaraşır biçimde AYYY nidasını ağdalı biçimde salona fırlattı.
Halının üzerinde çimdik ve ayy niğdaları raks ediyordu.
Hazırlıksız yakalanmıştım. Çimdik, bana atılmalıydı. Böylelikle rüyadan uyanabilirdim. Bankadaki param azalıyor ve ben iş aramaya başlamayı düşünmüyordum.
-Jan'ı sevmemek mümkün mü?
-Benim sorduğum bu değil Koca göbek!
Biz iki kart birbirimize manalı biçimde bakarken Jan olanca gençliği ile çareyi buldu:
-Acıktımmm!
Bambi cafeden dilli kaşarlı, döner dürüm ve ayranla karnımız doyurduk. Eve servis getiren oğlanı içeri alıp yatağa bağlayarak grup yapmamamıza hayıflanıyorduk.
Jon jon, geceleri takıldığı barda sahne alması için Jan'a telkinde bulunuyordu. Bunda jan'ın kısa sürede sükse yapmasının nedeni büyüktü. Jan ise iyiden iyiye benim eve taşınmış kazandıkları ilke victoria Secret'ten iç çamaşırları alıp duruyordu.
-Bir de ev kirası veremem Koja Göbüş. Çamaşırlar iflahımı kesiyor. Makyaj malzemeleri ise korkunççç!
Jan'ın lükse düşkünlüğü inanılmaz boyutta idi. Flörtünün üstü açık arabasının olmaması onun ayrılması için temel nedendi. 20 yaşıdaki bu genç travesti gece âleminin stariçesi olup çıkmıştı.
Jon jon içeride süslenmeye başlamıştı. Boynunda postişi makyajını yapmış bir halde üzerindeki bokserı ile salona gelince Jan beklenen tepkiyi sergiledi:
-Koja göbüş, Jon jon erkekken de kadınken de halalara benziyor!
Evin içinde koşturmaca başlamıştı. Jon jon, tutarsa aralarında eşcinsel ilişki olacağına dair Jan'a hatırı sayılır küfürler ediyordu.
CHANEL, YSL, DOLCE GABBANA, BANANA REPUBLİC
Grubumuz iskambil kâğıtları gibiydi. Kolayca karışıp dağılıyor aynı hızla da toparlanabiliyorduk.
Bücür isimli bir çocuk doktorumuz, yeni Andy Warhol olarak tanınan bir ressamımız, Fransız Kız Kolejinde çalışan bir mürebbiyemiz, göbeği benden çok daha büyük resim satamayan bir ressam müsveddemiz daha vardı. Arada girenler ve çıkanlar oluyordu. Sayının bir artıp bir eksilmesindeki neden klasik sürtüşmelerin yanında hep birilerinin sevgilisinin olması sonrada ayrılmaları idi. Uzun zamandır sevgilisiz olan bana birilerini yamamaya çalışıyorlardı ama karşıma çıkan iki talipte beni beğenmemişti. Kimsenin küsmediği ve kimseye de küsmeyen iki kişi Jan ve Andy idi. Mürebbiye ise zaten küsülmez ve küsmez bir konumda uhrevi bir hayat sürdürme kararı almıştı. Tabii bundaki en büyük etken Don Kişot kılıklı İspanyol zevcesi idi. Hayatımı yaşıyorum demişti, ohh ne rahat; bu devirde bilinçli gey oluceksin kardişim !
Andy, 85-100 kilo arasında gidip geliyor; arada kapılardan geçemiyorum diye açlık grevleri yapıyordu.
Son açlık grevinin sebebi çok somuttu: AŞK!
Yaramazlık yapmakta üstüne yoktu. Sürekli varoş geylerin takıldığı barlara gidiyor, oradan buradan kaldırdığı adamları nasıl yediğini bizlere ağzımızı sulandırarak anlatıyordu.
-Ayol adam hafız, ismi de Mevlüt. Ah bir güzel ilahi okuyor, nasıl güzel okuyor anlatamam. Nefesine sağlık arada beni bir üflemesi var ki…
Boy fukarası Bücür sürekli olarak birileriyle çekişirdi; en çok da benimle. Görenler ikimizi ayrılmak üzere olan sevgililer olduğumuzu düşünüyorlardı. Bense onu kocaman danua köpeğine kafa tutan karafatma kılıklı küçük ev köpeklerine benzetiyordum.
-Ayyyy, yeter artık demişti en son kavgamızda. Sıkıldım senin bu sürekli dengesizliklerinden.
Ona göre delinin biriydim.
-Bütün gün onun bunun piçinin derdini tasasını çek birde üstüne senin dırdırını. Ayyyyyy!
Andy ile tuhaf biçimde birbirlerini sevmişlerdi. Kız lisesindeki evde kalmış başöğretmen havalı hocanım ise geceleri elinde kırbaçla Cihangir sokaklarında laço peşinde koşup durmuştu. Etrafımızda ressamdan bol bişiy yoktu. Hocanımın eski sevgilisinin gerçek işi de ressamlık olmasına karşın adam ressamlık dışında yapmadığı iş kalmamış biriydi. En basit işi şarkı sözü yazmaktı. Klip yönetmenliği yapıyordu ha bşir de unutmadan sürekli iflas ediyordu ama bir batıp bir çıkma hadisesi biçiminde. En meşhur sözü bütün sevgililerine "En sevdiğim sevgilim sensin!" demesiymiş. Eski sevgililer bir araya gelip konuştuklarında ortaya çıkmıştı. Eski sevgilisinden ayrılma nedeni de boynuzlanmaktı. Onu en son yeni yetme bir oğlanla basmış ve ikisini de eşek sudan gelinceye kadar dövmüştü.
-Manitanı anladım da, oğlanın günahı neydi ? diye sorunca yanıtı anında hazırdı.
-Yeni yetme oğlanı da dövdüm çünkü belki dayak yiyince aklı başına gelir de benim itle beraber olmaz!
- Peki aklı başına gelmiş mi dayak sonrası?
- I ıh, gelmemiş! Beraberler!
Bir ara hocanıma, şu senin eski sevgilinle bücürü tanıştırsak ya, demiştim. Bir an düşündükten sonra yanıtı hazırdı.
-Seni çok severim bacım ama bücüre de kıyılmaz be anam! Çocuğa yazık olur.
Hayallerim suya düşmüştü. Bücürün başına örebileceğim bir çorap bulamıyordum bir türlü. Jan, Victoria Secret'in son kreasyonundan aldığı baby doll ile oturmuş tırnaklarını törpülerken bir yandan da beni incelemiş. Bana acıyarak bakmıştı:
- Koja göbüş, Bücür’ü yaşamından çıkartmalısın artık!
- Haklısın Jan!
Jan bebek haklıydı. Lanet olsun dedim kendi kendime.
O sırada cep telefonum çaldı. Arayan boynuzsuz Tostos'tu. Hayatı boyunca hiç bir biçimde aldatılmadığını söyleyerek yaşamını sürdürürdü. Kendini acındırır ardından ona yardım etmek isteyen ama gururu incinmesin diye hiç bir şeye benzemeyen resimlerini almaya kalkışanları kazıklamaya çalışırdı. Kelimenin tam anlamıyla antipatik bir kabaydı.
-Bak resmin fiyatı 12 bin lira. ama sana 6,5!
Oysa bir önceki akşam aynı resim için üç-beş yüz lira verildiği olmuştu! Açlık sınırında gezer ardından resmini satınca şişen egosuyla bizleri mahvederdi.
Sado mazo duygularımızı Tostos'la rehabilite ediyorduk.
FERMUAR FABRİKATÖRÜ İLE SABIR TAŞI WEB SAYFACISI
Jan, kendime bir web sayfası yaptırtmam lazım diye ortalığı inletmeye başlamıştı.
- Cihat Salonbaşı çekcek fotoğraflarımı yoksa soyunmam!
-Jan senin soyunmak için bahaneye gereksinimin yok ki!
-Ama Koja göbüşşş, yoksa Birijik Jan’ını sevmiyor musun artık?
Benden ödünç para istiyordu ama dile getirmiyordu. Dert etme ben hallederim dememi bekliyordu. Tabii, istediği yanıtı asla alamayacaktı.
Kısa süre önce tanıştığı fermuar fabrikatörünü yemekle meşguldü. Adamın üç Ferrarisi ile iki jipi vardı. Jan’a üstü açık arabası nasıl olmaz deyince beni, cahillikle suçlamıştı.
Fermuarcı tek kelimeyle Jan’a tapıyordu. Birkaç magazin dergisinin kapağına patlayan flaşlar eşliğinde çıkmışlardı. Jan büyük bir hanımefendilikle fermuarcının kolunda beyaz elbisesi ile frikik vermeye özen göstererek arabalardan iniyor, elini tutanlara mersi diyordu.
Travestiliği benimsemişti. Paparazzilerden biri onun travesti olduğunu yazınca flaşlar daha feci patlamaya başladı.
Pravakatör gazetenin Pazar ekindeki sarışın kadın Jan’la röportaj yapmak istiyordu. Biricik Can’ım düpedüz meşhur olmuştu.
Fermuarcı kesenin ağzını açtıkça Jan daha da güzelleşiyordu.
Fermuarcı Jan’dan meme yaptırmasını istemiş; o da yatakta pipimi emerken aynı zamanda bebeklerini de mi emzircem ben, olmaz, kadın değilim diye kıyameti kopartmış. En son bana albüm yapacak dediğinde içtiğim kahve salondaki halının üzerine saçılmıştı.
Nihat Salonbaşı Jan’ın fotoğraflarını çektikten sonra fermuarcı bir araba parasını da foto şipşak’a ödemişti. Sıra web sitesi yapmaya gelince bulunan adam işinin ehli bir ustaydı. Sabır taşı demişlerdi adam için ama Jan’a ne kadar dayanabileceği meçhuldü.
Jan, Yıldırım Mayruk bile canından bezdirmiş; Barbaros bana bak küçük kaltak adamı öldüreceksin defol diyerek evlerinden kovmuştu. Gelgelelim jan’ın gözü yüksekteydi. Kovulmakla vaz geçmeyeceğini anlayınca Yıldırım Mayruk zarif birkaç elbise ile gardırobu yeniledi. Snaırım Barbaros ‘ta birkaç pantolon ve ayakkabı işini halletti. Fermuarcının hatırı olmasa Jan dayağı yer bir daha değil Yıldırım Mayruk’un elbiseleri evinin önünden bile geçemezdi. Tabii işin ucunda Mayruk’un defilesine çıkmak fikrinin olduğunu hiç birimiz bilmiyorduk henüz. Fermuarcı sevgili feci biçimde yıldırım’ı razı edecekmiş; bunun yolunu çok iyi biliyormuş, o güçlü bir adammış.
Fermuarcıyı merak etmeye başlamıştım. Edebinle oturamayan Jan sonunda beni de baştan çıkartıp kendisine benzetmişti.
COMME DES GARCONS
Fermuarcının parfümü buymuş. İlk defa duymuştum. Kaktüs’te kahvaltı ediyorduk.
- Çok sıkı bir koku Koja göbüş, adam her şeyiyle kalite.
- Bir ara taksi durağındakilerde kaliteliydi Jan.
- Ayy geçmişi yüzüme vurma yaşlı moruk!
Hayat kimine güler. Tanrı’ya bu nedenle inanıyor ve onu ret ediyorum. Jan’a yürü ya kulum demesi ile Sertap Erener’ e verdiği gaz üç aşağı beş yukarı aynı idi. Jan Madonna ile tanışıjam ama önje Lady Gaga var diyordu.
- Jan, gerçeklik duygunu yitirmenden korkuyorum kuzum.
Gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
- Gerçeklik duygusu mu? Gerçeklik duygusu dediğin şey köprü altında beni beceren heriflerdi. Annem başka bir herifle düzüşürken ben aç bilaç sokağa salınıyordum. Gerçek babamın olmayışıydı. Anladın mı ? Bana bir daha gerçeklikten söz etme Koja Göbüş.
- Seni kırmak istemedim!
- Seni bir yere kadar getiren insan daha fazla taşıyamazmış diye bir laf okudum geçenlerde. Koja göbüş biraz ara versek daha doğru olacak sanıyorum.
20 yaşındaki bir velet bana hayatı öğretiyordu. Hem de usturuplu biçimde. Lanet olsun diye geçirdim içimden. Lanet olsun. Sanırım tansiyonum çıkmıştı. Evimden taşınacak benden uzak kalacaktı. Bu bir felaketti benim için.
Eve gittiğimde sabır taşı web sayfacısı işiyle meşguldü. Adam kendi halinde hatta silik sayılabilecek bir tipti.
Halimi görünce sanırım durumu anladı ve beni teselli etmek istedi.
Banyoya doğru yürürken bir ara sendeleyip düştüm. Başım dönmüştü. Sabır taşının koşup beni yerden kaldırması an meselesi olmuştu. Yatağa götürdü, uzandım. Ayakkabılarımı çıkardı. Kemerimi gevşetti. Su getirip iyi olup olmadığımı sordu.
- Nasıl bu kadar sakin olabiliyorsunuz?
- Başka şansım yok da ondan!
- Jan’a tahammül etmek çok zor!
- Seviştiğimiz sürece sorun yok!
- Ne yani siz Jan’la.. .Sevişiyor musunuz? Şaka mı bu?
- Hayır, şaka değil. Gerçeğin ta kendisi bayım. Ona nasıl tahammül ettiğimi sordunuz ben de size söyledim.
- Lanet olsun!
- Olabilir, siz bilirsiniz!
HAYAT DERSİ İKİ: PLATİNUM EGOİSTE, CHANNEL
Hayatta şunu biliyorum diye sakın ısrarcı olayın. Özellikle de yakınlarınızdakilerin seks yaşamı bildiklerinizin çok dışında olabilir. Karınız ya da kocanızın kendi cinsinden sevgilisi olmasının pek önemi yok, daha önemlisi sevgilinin ona ne yaptığıdır. Zira ilişkinizi belirleyecek olan onun yaptıklarının ölçüsüdür. İyi bir orgazm söz konusu ise evliliğiniz bitmiş demektir. Boşanma avukatı aramaya başlayabilirsiniz.
Sabır taşı web sayfacısı ile Jan’ın seks yaptığını duyduğumda yatakta başım dönüyordu. Bir yandan adamı oracıkta pataklamak istiyordum diğer yandan ise tıpkı onun gibi sessiz kalmak. İkincisini seçtim.
Biricik Can, bütün gençliği ve hainliği ile gittikçe dişileşmişti. Önüne gelenle yatan bun küçük ibneye haddini bildirmenin zamanı gelmişti ama uyanık travesti benden önce davranıp, beni hayatından naşlamıştı! Şimdi ise kendi evimde silik sanma yanılgısına düştüğüm web sayfacısı adamın bana verdiği ikinci hayat dersini yutmaya çalışıyordum.
Uyumuşum. Daha doğrusu sızmışım. Kendime geldiğimde saatin kaç olduğunu günün hangi zaman diliminde olduğumu da bilmiyordum. Banyoya giderken başım çatlayacak gibi ağrıyordu.
Salona döndüğümde bir tuhaflık sezinledim. Evde bir boşluk vardı sanki.
Bir anlık sersemlikten sonra can’ın odasına seğirttim.
Boşaltılmış çekmeceler ve dağınıklığı filmlerden anımsarsınız anlatmaya gerek yok. Tabii gene bu filmlere uygun yatak üstüne konulan notu da!
Gitmişti!
Koja Göbüş,
Jan artık başka biri. Onun için çok uğraştığını biliyorum. Mamafih gitmem gerekiyor. Yaptıklarının için sana müteşekkirim. Fermuarcım Les ottomans otelden oda kiraladı. Oraya taşınıyorum.
Hoşça kal.
Jan
Mektup her şeyi açıklıyordu. Eski Osmanlıca kelimeler kullanmaya da başladığına göre Jan sanatınca ciddi bir noktaya ulaşmış demekti. Canım içki istiyordu. Geberinceye kadar içmek! Sarhoş olmadan kendime gelemeyecektim.
BİRİJİK JAN’IN MARİFETLERİ:
Brigitte Jones’un günlüğü gibi bizde Jan’ın marifetlerini yazıyoruz. Kendini avutma yöntemi olarak yazmayı seçmemin ne kadar mantıklı olabileceğini bana zaman gösterecek. Hayatımdaki pek çok ıvır zıvırı ve tıpkı attığım eski kıyafetler gibi insanları da çıkartma zamanımın geldiğini anlamıştım. İlk sırada yer alan Oğluş’la başlayacaktım. Uzun zamandır esiri olduğu yalanı sürdürmesinden sıkılmıştım.
Oğluş’la bir gey sitesinde tanışmıştık. Klasik mesajını göndermişti.
-Merhaba.
Cevap içimden şöyle geçmişti: “ Meraba anam!” demedim tabii ki.
Aradan zaman geçince, msn deki konuşmalar uzamaya başladı. Oğluş benden hoşlandığını söyledi. Umursamadım. Duymazdan geldim. Meğerse bu reddedilişin faturasını ödetmek için zaman kollayacakmış. Bücürün biriydi.
Evi çakma Mudo konsept misali ıvır zıvır ile doluydu. Yalnızlığını unutmak kendisine ait bir dünya kurmak için yanıp tutuşmuş olduğu belliydi. Zaman içinde kendimden daha çok hoş görü gösterdiğim birini sorsalar tartışmasız Oğluş’un adını veririm. Her şeyi çok bildiğini sanan en çok yanılandır lafının doğruluğunu Oğluş’la devam eden arkadaşlığım sırasında almıştım. ,
Jan’la olan ilişkimiz bir yana Oğluş’un, Jan hakkındaki düşünceleri diğer yana. Olaylara bazen çok objektif bakabiliyordu. Bazense sinir hastası evde kalmış kız kuruları gibi nevrotik tepkiler veriyordu. Alışmıştım.
Oğluş’un sığındığı yalan başka bir blogun konusudur. Ona da belgeleriyle yanıt veririz olur biter. Mesele burada eğlenmek. Çünkü kıskançlık krizine girdiğini anladığım zaman aslında onun bir yanıyla insanlara tepeden baktığını anlamıştım. Doktorluk bilgisini arkadaşlıklarında kışkırtma amaçlı kullanabiliyordu. Huysuzun huysuzu çirkin bir kadından farksız davranmıyordu. Eline fırsat geçse beni bir kaşık suda boğabilirdi. Sado-mazo bir ilişki biçimine dönüşen bu arkadaşlık makul sayılacak bir süre devam etti. En sonunda bir gün onun sığındığı yalanın kullanılıcısı olmaktan sıkıldığımı dile getirdim. Ardına bakmamasını yoksa çıra gibi yakacağımı da söylemeyi ihmal etmeden hayatımdan naşladım. Sırada Oğluş, yönetmen Çıyan ve Ebru Gündeş kaşlı otçu bokçu Boncuk arasındaki sarkastik ilişkinin boyutlarını göz önüne sermekten başka bir şey kalmamıştı.
Cihangir’deki artık tarihi gay bar olarak anılmayı hak eden Bar bahçe’nin sokağında iş tutan Ebru Gündeş kaşlı ot bok satıcısı çirkin ak gözlü Boncuk, Oğluş’un eski sevgilisi idi. Eski sevgili dediysem epey bir süre beraber takılmışlardı. Boncuk ile de yönetmen eski arkadaştılar. Eski arkadaşlıkları sırasında düşüp kalkmış olup olmadıklarını bilmiyoruz. Rivayet odur ki yatmadılar. Diğer bir rivayete göre ise çıyan boncuk’u gagalıyordu. Boncuk’da Çıyan’ın işlerini yapıyordu.
Hizmetçi ruhlu boncuk hekimbaşı çocuğuydu. Çalışmayan kardeşler babanın eline bakıyorlardı.
Oğluş’la beraber oldukları zaman hekimbaşının oğlu Boncuk sıkıntı yaratmaktan başka bir işe yaramadı. Kız çocukları gibi mızmızlanıp durdu. Et yemediğini söylüyordu. Yediği tek et penisti!
Ne var ki bir sorun vardı . Hem Oğluş hem de Boncuk penisi arkadan yemeye bayılıyorlardı. Bunu bir türlü etraflarına söyleyemedikleri gibi kendilerine de söyleyemiyorlar, kendilerini gagalayacak birini bulmaktan korkuyorlardı. Zira vakti zamanında Oğluş’u gagalayan bir dümbelek parasını da ütülemişti. ( Oysa bu satırların yazarı da defalarca ütülenmiş biridir!) Bücür oğluş bunu sindiremiyordu. Neden onu sevmiyorlardı. Yoksa onunla parası için mi beraber olunuyordu? Du du du!( ekolu bir Du!)
Oğluş ile Boncuk ayrıldılar. Ardından Oğluş, başka bir diş hekimine vermeye başladı. Toros yaylalarından gelen bu yeni damadın kusurları ise bi acayipti: Sesi incenin incesiydi. Kız çocuğu gibi konuşuyordu. Şeffaf teninden damarları gözüküyordu. Evi Şanghay kerhanelerine benziyordu. Salonun duvarları morun tonlarında Zeki Müren renklerine boyanmıştı. İkide bir yurt dışına giderdi. Parası kendi cebinden çıkmıyordu tabii ki : Üniversiteye makine satmak için çırpınan dallama tüccarların verdiği örtülü rüşvet paralarıyla gidiyordu yurt dışına! Kimseye faydası dokunmazdı bu nedenle adı yaralı parmağa çıkmıştı. Yaralı parmak ile bücür oğluş arasındaki ilişki uzun sürmedi bitti. Şimdi sıkı durun, yaralı parmak bücür oğluştan ayrılır ayrılmaz kiminle beraber oldu?
Boncuk’la!
İlk duyduğumda ben yok artık demiştim ama Jan’ın tepkisi her zamanki gibi “ nassı yaneeeeğğğ?” şeklindeydi. Bücür oğluş Jan’a dönerek Halida’nım teyze modundaki ses tonuyla, yaa demişti bende insanların bu kadar çokyüzlülüğüne şaşırdım!
Jan, yerinden kalıp sinirli biçimde sigarasını içiyordu. Dişlerini sıka sıka bak oğluş sen bu işe ses çıkartmazsan ben bu Boncuk denen herifi paralarım.
Sesini bütün zavallılığı ve kışkırtıcılığı ile kullanan Oğluş Jan’a dönerek, napabilirsin ki Jan’cım demişti.
-Ne yapılır bilmiyorum ama en azından senin gibi susup oturmayacağım muhakkak deyiverdi.
Bücür oğluş gittikten sonra jan bana dönerek sordu:
- Koja göbüş, bücür oğluşla beraber oldun mu sen?
- Hayır Jan!
- Peki!
Ertesi gün salondaki yemek masasının üzerinde bişr çift ameliyat eldiveni görmüştüm. Nassı yaneeğğ deme sırası bana gelmişti.
- Fisting denemeyeceksin değil mi Jan?
- Hayır bebişim, bunlar intikam eldiveni!
İlk kez duyuyordum ama etkisini ömür boyu unutmayacaktım. Öyle birinin evine girip hırsızlık yapacak ya da başka bir suç işleyecek biri değildi. Belli ki bir muziplik yatıyordu işin altında. Nitekim anlamak için iki günü beklemem yetti. Jan durmaksızın salata, hamburger yedi. İki de birde tuvalete gidiyor ve banyoda cinsel soğukluk oluşturacak biçimde koku bırakarak def-i hacet yapıyordu. Sesimi çıkartamıyordum. Çünkü ne zaman konuşsam ya da sorsam cevabı ben gidiyorum oluyordu.
İki gün sonra işe giderken gördüğüm manzaranın failinin Jan olduğunu tahmin etmem için alim olmaya gerek yoktu.
Jan iki gün boyunca sıçmış ve biriktirdiği kakları bar bahçe’nin sokağındaki Boncuk’un ot bok sattığı dükkânının camlarına, demirlerine sürmüştü. Görüntü korkunçtu. Akşamüzeri geri dönerken dükkânın temizlenmiş olduğunu görmüştüm ama bir farkla. Demir kepenkler değişmişti. Jan, Bücür Oğluş’un intikamını almıştı. Tek kelimeyle Boncuk’un suratına sıçarak hem de!
SAPLI SULTAN
Birijik Jan’ın, özenle biriktirdiği dışkılarını Bücür Oğluş’un intikamı adına Boncuk’un dükkanını bezemesi klasikler arasında yerini almıştı!
Birkaç gün sonra kapı zili çaldığında başıma geleceklerinden habersizdim. Gelen çiçekçiydi.
Saplı Sultan
Senin yaptığını biliyorum, Görüşmek istiyorum.
Boncuk
Can kartı okuduktan sonra çiçekçi çocuğa bahşiş vermek bana düşmüştü.
Düşünceli idi. Sinirli biçimde uzun ince sigaralarından içiyordu.
- Nasıl öğrenmiş olabilir ki ?
- Biri görmüş ve ardından da gammazlamış olmalı.
- Peki neden çiçek gönderiyor, teşekkür eder gibi?
- Onu bende anlamadım ama dostane olmasa da başka bir fenalık yapmamdan çekindiğini gösterir bu. En azından düşman olmak istemiyor.
Jan muhteşem bir akıl yürüttü ve hemencik telefona sarıldı. Bilgisayarda sürekli açık duran gey sitesinden Boncuk’un profilini buldu;
“ İki saat sonra kaktüs’te buluşalım !” şeklinde çektiği mesaja ok yanıtı gelmekte gecikmedi.
Duşa girdi, yıkandı, hafif bir makyaj yapıp, eflatun kapri pantolon ile kırık beyaz bir bluz geçirdi üzerine. Boynuna fermuarcısının aldığı inci kolyeyi takmıştı. Siyah gözlükleri ise Chanel’di. Eflatun pantolonu aynı renkte fötr şapka tamamlıyordu. Elinde cüzdan yerine uzun ağızlığı vardı. Cüzdan almayı gereksiz buluyordu. Gittiği yeri şereflendirdiği için üstüne para vermeleri gerektiğine inanıyordu.
Kaktüs’te olup olan biteni izlemek için can atıyordum ama bu ne yazık ki olası değildi. Çünkü bütün Cihangir’in bildiği tek gerçek Jan’ın bende kaldığıydı. Diğer ayrıntıları ben dahil kimse tahmin dahi edemiyordu. Aslına bakarsanız Jan’ında tahmin ettiğini düşünmedim hiçbir zaman . Çünkü her zaman aklına eseni yapan biriydi. Ama olayları bir tekl Jan’dan dinlemedim.
Birijik jan evden çıktıktan sonra sağa sola selam vererek kaktüs’e yollanmış. O giderken geyefendi Jon Jon erkek kılığı ile bize geliyormuş. Jan2ı görünce durup selam vermiş, ama jan onu fark etmemiş bile. Bunun üzerine de Jon jon , Jan ‘ı takibe almış. Kaktüse Jan’ın kendisini göremeyeceği bir noktaya oturup sotaya yatmış!
Garsona beyaz şarap ısmarlamış ama bu sırada erkek halinde olduğu için bir tek jan değil başka birileri daha dikkatini çekmiş. Göz altına aldığı laçoya daha sonra cd olarak da rastlarım umuduyla bir yandan da dua ediyormuş.
Boncuk gelince Jan hafifçe elini uzatıp toka etmiş. Boncuk çok kötü görünüyordu diye anlatmıştı Jon Jon.
- Çiçekler için teşekkür ederim Boncukl!
- Rica ederim. Öğrenmek istediğim tek şey, bu olayın neden yaptığın Jan. Senin gibi bir hanımefendinin bu hareketi yapması için gerçekten çok kızmış olması gerekiyor.
- Söylerim ama bir şartla. Sana bu haltı benim yaptığımı kim söyledi ?
- Sokakta kamera var!
- Kamera senin dükkanını görmüyor Boncuk bana martaval anlatma !
Garson’ a şampanya istediğini söyleyince Boncuk yutkunmuştu. Hesabı ödeyeceğini biliyordu ama yutkunmaktan başka çaresi de yoktu.
- Peki, sana hasta olan taksi şoförü Piç Hasan görmüş. Sokağa girdiğinde oda arabayı teslim etmiş evine geri dönüyormuş. Senin sağa sola bakınırken görünce bir halt yiyeceğini anlayıp erketeye yatmış.
- Güzel! Peki neden bana bunu şantaj malzemesi yapmadı da sana söyledi.
- Çünkü bana borcu vardı! Onu sildim.
- Uyanık piç! Koliledin mi onu sen hiç ?
- Konumuz bu değil.
- Anlaşıldı vermişsin. Vay piç vayyy!
- Evet sıra sende. Neden yaptın bunu?
Jon jon Biricik can’ın fısır fısır anlattığını söylemişti. Gören devlet sırrı veriyor sanır diye de eklemişti. Jan’ın telefonu çalmış ve kırmızı Ferrarili fermuarcısı gelmiş. Bütün kaktüs jan’ı izlerken, boncuk hesabı ödeyip kıçına baka baka gitmiş.
Jonjon bana gelişmeler konusunda sorular sorup duruyordu.
- Ayol bu hepimizi suya götürür susuz getirir derken boynunda yeşil postiş üzerinde takım elbise inanılma tezat görüntü veriyordu. Postişi taktığı anda ses tonu değişivermişti.
AYILANA GAZOZ BAYILANA LİMON
Banne Jon jon bana gelir gelmez üzerini değiştirir. Yorgunsa omuzlarına postişini alıp cd tavrına sığınmaya çalışır. Böylelikle bir süreliğine de olsa gündelik hayatın hay huyundan kurtulmuş olur. Akşam evine gitmediği zamanlar yemekler Jon Jon yapardı. Önce hazırlanır, basma entarisini giyer üzerine önlüğünü geçirir ardından başına tülbent takardı. İki peruğunun ikisi de fazla rüküştü. Ayrıca yemek kokmaması için tülbent zorunluydu. O yemek yaparken mutfağa girmek bizim için eğlenceli bir oyun halini almıştı. Annemiz gibi davranırdı.
- Çık bakim dışarı, kaka çocuk! Ayy gözün kör olmasın emi, akşam babanıza söylicim sizleri.
Yemekler sofraya gelirken de olmayan babamız için bahanesi hazırdı:
- Yavrularım babanız az önce aradı, geç kalıcekmiş, siz yiyin canlarım dedi. Hadi afiyet olsun kuzucuklarım.
Jon jon hiçbir zaman ameliyat olmayacaktı. Olmayı istemiyordu. Neden diye sorduğumda cevabı çok acıklıydı:
-Çocuklarım var, koca göbüş!
Dayak mağduru kadına kocasından neden boşanamadığını soran muhabire vereceği bir cevaptı bu ancak. İkimizde kahkahalarla gülmüştük.
Jon jon, gece yarısına doğru klübe giderdi. Gittikleri kulüp Mehmet Murat Somer’in Hop Çiki yaya serisinde söz ettiği dedektif kılıklı travestinin işlettiği yerdi. Jon jon, bir ara oradaki kızlar gibi konuşmaya başlamıştı. Cumsuz ayol demiyor (yani Ayolcum), kırk yıllık kapıcı Ayhan’a ise Eyhennn, diye sesleniyordu. Açık ağızlı kapıcı Eyhen ise yeni ismine kısa zamanda adapte olmuş jon jon’a tapar gibi bakıyordu. Arada sebeplenmek isteyen evli erkeklerin klasik bakışıdır bu. Biz geyler travestilerden ayrı tutarız kendimizi, erkekler travestileri bize oranla daha çok sever. Ne de olsa erkekler erkekle yatmaktan hoşlanmazlar; siki sevmelerine karşın bunun kadın görünümlü birinden yemeyi tercih ederler.
Tuhaf biçimde o gece içinde bir sıkıntı olduğunu söylemişti Jon jon. Madem içinde sıkıntı var gitme o zaman bu gecelik kulübe demiştim. O ise külliyen karşı çıkmış, görev bilinci içinde olmaz demişti. Sorumluluklarım var Koca göbüş: Aaa sende ayolcum bunu nasıl dersin bana.
İnsanın içine kurt düşmeye görsün olmayacağı varsa da illa bir terslik olur, olmazsa da oldurulur. Nitekim Jon jon çıkarken aceleyle el çantasını almamıştı. Telefon edip çantasının evde kaldığını düşündüğünü eğer evde değilse Piç Hasan’ın taksisini bulmamız gerektiğini söylüyordu. Evde olduğunu söyleyince rahatlamıştı.
- İçinde kızıma getirilen altınlar var annesi onları bozdur diye bana verdiydi, bugün yetişememiştim, saklayıver bacım, demeyi ihmal etmedi.
- Peki.
Gece yarısı çalan telefon acilen Tarlabaşı’ndaki karakola gelmem gerektiğini söylüyordu. Aklıma gelen Biricik Can’ıma bişiy olduğuydu. Polis yeni mezun genç bir adamdı.
- Beyefendi burada bi travesti var, kimliği sizdeymiş, alıp gelirseniz işlem yapıcaz.
Bir bu eksikti. En sonunda işimize poliste karışmıştı. Hoş zaten karışmasa şaşardım.
Altı aydır Travesti kerhanesi gibi çalışıyordu.
Karakola girdiğimde jonjon’u boynundaki yeşil renkli postişinden tanımıştım. Cennet kuşları gibi evden çıkan Jon jon karakolda yolunmuş kazlara dönmüştü.
- Jon jon ne bu hal?
- İyiyim iyiyim, demişti bıkmış bir aldırışsızlıkla. Şu kimliği ver de işimizi bitirip çabucak gidelim şurdan sabah işim var gümrükte.
Eve geldiğimizde duşa girdi. Sonra olanları anlattı. Kulübe işyerinin müşterisi olan iki adam gelmişler; onlar yetmezmiş gibi bir de mahallelisi. Allah demiş içinden ama aklına gelen de başına gelmiş. Jon jon’u tanımışlar ve kendileri yakalandıkları için bu defa onu paralamaya kalkışmışlar. Jon jon en çok karını kim sikiyor ulan lafına alınmış, onun üzerine de adamların gırtlağına saldırmış. Olanlar ondan sonra oldu işte, demişti kısacası.
Bir ara ağladı, sonra oturduğu yerde sızıp kaldı. En fazla iki saat sonra uyanıp gitmesi gerekiyordu. Oturduğu koltuktan kaldırmaya gerek duymadım. Üzerini hafifçe örtüp uyumasını izledim. Bebekler gibi masumca uyuyordu.
GÖREVİMİZ TEHLİKE
Yaralı parmak ile Boncuk, Bücür’ün ardından sevgili olmuşlardı. Yaralı parmak bu olayların yaşadığı sırada henüz ülkeyi terk etmemiş Diş Hekimliği Fakültesi’nde hocalık yaparak yaşamını sürdürmekte idi. Kulağımıza ilk gelen çiçeği burnundaki âşıkların Londra’ya Madonna konserine gitmeleri olmuş. Belki gerçekten birbirlerini sevmiş bile olabilirler gelgelelim bunun düşük bir ihtimal olduğu varsayımlara daha uygun! Her ikisi de Bücür’den nefret ediyorlar, öç almak istiyorlardı. Neden öç almak istediklerinin de farkına varmıştım. Bücür, kısa boyunun ona verdiği ev köpeği kompleksinin oluşturduğu fesatlık çamuru içinde insanları manipüle ediyordu. İşin Türkçe tanımı ile: a) Kötü, b) çok kötü, c) acayip kötü sınıflandırmasında kesinlikle c )şıkkına girerdi.
- Bence Yaralı parmak Bücür’ün açığını yakalamak için Boncuk’la beraber oldu!
- Mantıklı!
- O zaman Yaralı Parmak da sonuçlarına katlansın. Ava çıkan avlanır.
Biricik Can’ımın oğlan çocuğu halini görmediğiniz için bilmezsiniz. Bazen banyodan çıkınca travesti halini unutup evin içinde dolaşırken yakalarım onu. Boksırı ile ulu orta dolanır, balgam çıkartır ya da klazöt kapağını kaldırmaksızın ayakta işer. Evin temizliği ve benim sağlığım açısından onun özellikle evde travesti Jan ruhuyla dolaşması daha doğruydu. O sabah ne olduğunu anlayamamıştım ama kimi zaman annesine giderken yaptığı gibi normal sosyal durumuna dönmüştü.
Eve döndüğünde vakit ikindiyi gösteriyordu.
- Ayy, erkek olmak çok feci bir şey, çok sıkıldım; bütün gün itiş kakış, ne o öyle, ayolll!
- Bütün gün nerelerdeydin?
- Koja göbüş açımmmm!
Dudaklarını büzerek yaklaşıp sarıldığında eridiğimi biliyordu. Bunu yapması için fırsat kolladığımı da. Ağzıma bir parmak bal çalar ardından kaçıp giderdi.
- Yemek ısmarlayalım Koja Göbüş bende banyoya girjem.
- Dün akşam Jon jon un yaptığı dolma var. Isıt onu ye.
- I ıhhh.
- Sen bilirsin!
- a) Şıkkı, Kötü adam!
- Evet öyleyim.
Can olarak yaptıklarını anlatmadıkça benden pastı! Jan olması bu defa yetmemişti.
- Tamam, peki anlaticimm fakat doğru bi’şiy yaptığımı düşünüyorum.
- Ne yaptın?
- Bugün Diş Hekimliği Fakültesine gittim.
Anlattıkları korkunçtu. Bir ara kulaklarım uğuldar gibi olmuştu. Karşımda duran kız kılıklı oğlan çocuğu aslında iblisin önde giden soyuydu. 10 derste insan hayatı nasıl mahvedilir konusunda kitap yazabilirdi. Ne ara aradıysa bütün yasaklamama karşın Piç Hasan’ı arayıp kendini Çapa’ya götürtmüş. Başka ne gibi vaatlerde bulunduğunu bilmiyorum ama ameliyat olacağını söyleyerek, kadın olduktan sonra bekâretini Piç Hasan’a vereceğine yemin etmiş. Bunun üzerine ona kadın olmak isteyip istemediğimi sormuştum: Kısa bir nutuk attı. Aptal olmadığını, bu toplumda kadın olmanın bir halta yaramadığını asıl gücün peniste olduğunu, ama arkadan veren penisli bir kadının her zaman çok daha şanslı olacağına inandığını, bu nedenle de suret-i katiyetle ( abartmıyorum aynen bu sözcükleri kullandı ) kadın olmayı düşünmediğini söylemişti. Piç’e anlattığı hikâyeyi ise kafa geçmek için o an uyduruverdiğini söylediyse de yutmadım. Oradaki numara belliydi. Bekâretini teslim edecek havalarda kendini bedavaya taşıttıracaktı. Tabii bu arada onu Boncuk’a gammazlaması nedeniyle geri planda kalan öç duygusunu da bir gün ortaya çıkartacaktı.
Diş Hekimliği ciddiye alınacak bir fakülte gibi değildir. Daha ziyade şehir hatları vapurunun birinci sınıf salonu gibi bir yerdir. Süslüler, beyaz Türkler, kokoşlar; girerler, otururular ve çıkarlar. Dikkat çekmek için dişlerinizin güzel olması hiç yeterli değildir. Marka değil çok feci marka giyinmeniz gerekir! Başka türlü kimse sizi adam yerine koymaz.
Jan, Can rolü ile gittiği yere uyum sağlamakta zorlanacak biri değildir. Sahneye ilk çıktığı geceyi hatırlıyorum da birkaç amatör hatasını bile kaş göz oynatarak halledivermişti. Fakültedeki ilk işi yaralı parmağı gizlice bulmak olmuş. Derviş dervişi Tekkede, hacı hacıyı Mekke de ibne ibneyi dakkada bulur önermesinin doğruluğunu tartışmıyoruz. Bu blog kesinlikle böyle bir şuursuzluk içine girmemeyi ilke kararı edinmiştir. Can iki hemcinsimizi bulmakta gecikmemiş. Kısaca olayı anlatmış. Onlarda Yaralı parmağa gıcık oldukları için anında yardıma hazır olduklarını söylemişler.
-Onlara herhangi bir vaatte bulundun mu? Yüzüne tam da gözlerinin içine bakmıştım. Yalan söylemesine izin yoktu!
-Ayyy, sıkıştırma, ben gencim güzelim, yaklaşanı üzerim! Tamam tamam peki doğruyu söyliyjem! İlişki yaşıyorlarmış, ama yatak hayatları biraz rutinleşmiş, beni bir gece misafir edecekler. Hepi topu bu!
Gençleri anlamak çok zor oluyor bazen. Sıra dışı bir ahlak anlayışları var. Hoş benim gibi kartlaşmaya yüz tutmuş eşcinsellerin sıra içi ahlak anlayışı nasıl oluyorsa işte yadırgamakta üzerime yoktu. Asıl sorun Jan’ı kıskanmamaya çalışmaktan ibaretti. Beceremiyordum. Elimde olmaksızın yapamıyordum bunu. İçten içe ona aşık olmuş bile olabilirdim. Her neyse özel duygularımla sizi sıkmaya hakkım yok, afedersiniz, anlatmaya devam etmeliyim.
Can, kendisine o gün için suç ortaklığı yapacak iki oğlanla birlikte fakültenin beşinci katına çıkmışlar. Yaralı parmak ince sesiyle öğrencilere bir şeyler anlatıyormuş. Hasta üzerinde uygulamalı oral seks gibi bir şey. Allem güllem hesabı can sonuçta yaralı parmağının hasta koltuğuna oturmuş.
- Neniz var genç adam?
- Genç bayan demek istiyorsunuz sanırım!
- Peki genç bayan neniz var?
- Ne yok ki?
Bir mağara gibi ağzını sonuna kadar açmış. Sessizce derin gırtlağını göstermiş. Bücürden aldığı tüyolara göre yaralı parmak ağza vermeye bayılıyormuş. Can’ın iştahlı gırtlağını görünce de pipisi hafifçe kıpırdanmış.
- Papatya gibisiniz genç bayan!
- Mersi.
Bu cilveleşme sırasında Can elini yaralı parmağın beyaz önlüğünden içeri sokmuş. Kaş göz derken küçük orospumuz Yaralı parmağı tuzağa düşürmüş. Yaralı parmak bir an için boş bulunup Can'ın kendisini okşamasına izin vermiş. Ve klinikte olanlar olmuş.
- Seni ahlaksız adam seni… Parmak kadar çocuğa neler yapıyor.
- Ben gördüm hastaya sürtündü.
- Ben de gördüm hastayı okşadı!
Can iki arada bir derede yaralı parmağın yüzünü tırmıklamış. Utanmaz, pis ibne!
Yaralı parmak’ın hayatının utancını yaşadığını anlatmama gerek yok sanıyorum. Birkaç gün fakülteye gelmemiş; ardından da yazılı istifasını göndermiş. En son İsveç’e giderken görülmüş. Çok üzgün görünüyormuş.
Bunları bücür’e anlattıktan sonra önce inanmadı ardından fakülteden gerçekleri kontrol ettirmiş. Emin olduktan sonra hediye olarak Can’a siyah deri kayışlı bir saat almıştı. Can, bu ne ayol böyle dedi ama bücür’e belli etmedi. Bir daha da kimsenin işine karışmamaya yemin etti.
Kabul edilmesi gereken tek şey vardı: Zafer Bücür’ündü. Yaralı parmak sonsuza kadar olmasa bile uzun zaman ülkeye geri dönemezdi. Boncuk’un dükkânı sıçıp sıvanmıştı. Bücür parmağını bile kımıldatmaksızın tam bir mafya anası misali manipülasyonla öcünü almıştı. Dudaklarını büzerek benden alacağı intikamın planını yaptığından adım gibi emindim!
TİFFANY'DE KAHVALTI
Seviyorum Sevmiyorum
Can, Birijik Jan isimli travestiye dönüşmezden önceki görüntülerinin Nil Karaibrahimgil’in “Seviyorum-Sevmiyorum” klibinde yer aldığını Sabır taşının yaptığı web sayfasında okuyunca öğrenmiştim.
20 yaşındaki erkek cadalozun biyografisi de olabiliyormuş demek ki. Hem de pek bir kalabalıktı.
Sevdiğim bir klipti. şarkıcıyı da seviyordum klipte hoşuma gitmişti. Özelikle de takıldığım bir mekanda çekilmiş olması kliple aramda yakınlık doğmasına vesile olmuştu. Sabır taşı web tasarımcısı özenli biçimde klibi web sayfasına yerleştirmekle meşguldü. Adamın sabrına hayran kaldığımı söylemeliyim. Erkek cadı sabır taşına kök söktürüyordu. Sabır taşı ise sessizce tebessüm etmekle yetiniyor, Jan’ı anladığını belli eder biçimde başını sallıyordu. Uzaktan bakan onları Hacıvat’la Karagöz sanabilirdi.
-O zamanlar henüz 15-16 yaşındaydım. Ama Nil bana bayılmıştı. İki de birde bana “gel buraya kötü kedi,” diye çağırıp öpüyordu. Bütün oğlanları baştan çıkartmaya hazır zımba gibi bişiydim. Ne olduğumu bilmiyordum ama en azından erkek olmadığımı biliyordum. Birkaç sürtük bu nedenle bana diş bilemekte gecikmedi.
Klibi izliyorduk. Ve o talihsiz soruyu somak gafletinde bulundum:
- Peki sen burada neredesin?
- Nası yaneeeğğğ?
- Nası yaneeğğ’si mi var bu işin? Biyografini çıkartıyorsun, insanlar bakacaklar ve Jan nerede diye soracaklar! O zaman ne cevap vereceksin?
- Ayyy! Çok bilen moruk! Bunu sen düşüneydin daha önce. Kalkmış ban sorduğu soruya bak! İzleyin bulun derim, başka ne diycem. Ben duşa gircem. Çekilin. Üfff!
Yememişti. Atmıyordu ama Jan o sıralarda şarkıcının arkasında kalça sallayan üç kızdan biri de değildi. Olmak ister miydi orası da şaibeli. Böylesi bir egoya sahip olan erkek cadalozun oradaki kızları ve Nil Karaibrahimgil’i ezip geçmek için her şeyi yapabileceğini düşünmek zor olmasa gerekti.
Sabır taşı ile birbirimize baktık. Sabır taşı, ben bir sigara içiyim en iyisi, sonra biraz dolaşıcam, deyip kendini evden dışarı atmıştı. Bense temizlikçi Fadima’nım olarak vazifemi yapmalıydım. Yoksa Üçüncü Tekil Şahıs’çı Bilal gibi havuçlu kek yapardım ancak!
Biyografi hatırı sayılır biçimde idi ne var ki sayılanların içinde Jan’ı görmek olanağı yoktu!
Banyo’nun kapısına dayandım:
- Ajda Pekkan’la birlikte ne zaman şarkı söyledin sen? Hem de düet yaptık, yazmışsınız ?
- Ara Ajda Pekkan'ı sor? Madem bana inanmıyorsun?
Sinirlenmiştim. Banyonun kapısını açtım. Sudan çıkmış kurulanıyordu.
- Ayyy diye bir çığlık attı. Pipimi görüceksin çık dışarıya c) şıkkı adam!
- Jan bu bir oyun değil. İnsanları kandıramazsın! Adın yalancıya çıkar!
Poposunu dönerek, hafifçe eğilip iki şaplak attı.
- Bu göt çalıştığı sürece hiçbir şey olmaz! Anladın mı yaşlı moruk?
Dönüp toparlandı. Yavru ağzı renli bornozunu giydi. Başına havluyu sarıp bana yaklaştı.
- Jan!
- Efendim, Koja göbüş!
- Çok tehlikeli sularda geziyorsun! Kötü kedi Şerafettin gibi karton bir kahraman değilsin.
- Sakin sularda gezip hiç bişey olamamaktansa karanlık sularda boğulurum daha iyi! Ayrıca, ayrıca beni sen yarattın ve şimdi benim karton bir kahraman olmadığımı söylüyorsun. Evet artık karton kahraman değilim, bundan sonrada senin yazdıklarınla var olmaya hiç niyetim yok! Madonna ile aynı sahnede oynatmanı bekliyorum!
- Jan böyle bir düşüncem yoktu, olmamıştı. Sen sadece "Tifany'de Kahvaltı" filmindeki Audrey'in bir karikatürü olacaktın.
- Demek ki artık değilim Koja göbüş. Bana o kadar çok pislik yaptırdın ki artık şöhret olmama sen bile engel olmazsın! Sarıl bana!
Doğru söylüyordu. onca kötülük aklımdan geçip sayfalara yansımasa Can bunların hiç birini yapmayacaktı. en azından salt kötülüklerini yazıp durmuştum. Bir an derin düşüncelere daldım. Jan ise usulca sokulup sarılmıştı. Mis gibi sabun kokan küçük bir bebek gibi sevgiyle onu içime çektim.
SANATIN VAROŞLA İMTİHANI
1.TOPHANE KUŞATMASI
Andy, Tos tos ve Mürebbiyanım hep beraber resim sergisi açılışına davet edilmiştik. Tophane semtindeki resim galerileri aynı gün açılış yapma kararı almışlardı. Bedava içki peşindekiler başta olmak üzere millet görmek ve görülmek için sergi açılışlarına gidiyordu. Bu arada hemcinslerimiz olan geyler sanat camiasında mafya gibi örgütlenmeye başlamışlardı. Aslına bakarsanız dünyanın her yerinde bir gey mafyası vardır. Agresif, sinirli, edepsiz geyler bir biçimde şahane hareketler yaparak örgütlenirler. Moda dünyası geylerin elindedir. Aktörler geylerden çıkar; aktrislerin lezbiyenliği pek konuşulmasa da bilinir. Sanatçı olmak için gey olmak neredeyse ön koşuldur.
O akşam da gey bir ressam günümüzün en meşhur Drag Quin’i Rupaul hakkında bir enstalasyon hazırlamış! Herkes bunu merak ediyordu. Ertesi sabah konuşulacak konuların yanında o gece yatağımızı ısıtacak bir erkek bulma hayali de ayrı bir beklentiydi.
Jan’ a Tophane’deki sergi açılışına gelip gelmeyeceğini sorduğumda, ilgilenmiyorum demişti. Israr etmiştim.
- Ama efsanevi draq quin Rupaul var Jan, senin için önemli bir örnek olacaktır.
- Ne onunla ne de Huysuz Virjin’le. İkisi de önemsiz kavramlar benim için!
Ağzım açık kalmıştı. Bu erkek cadaloz inanılmaz biçimde küstah bir cehalet sergiliyordu. Eğer aklını başına toplamazsa yeraltındaki barlardan birinde çürüyüp gidecek, en iyi ihtimalle seks işçiliği yapacaktı. Falçata taşıyacak, biber gazı bulunduracak!
- Hayır, bunların hiç biri benim için geçerli değil. Belki yazmak için çok kitap okumak gerekebilir ama sanatçı olmak doğuştan gelen bir yetenektir Koja göbüş. Hem sen git sergine keyfim olursa daha sonra gelir size katılırım.
O gece olacaklardan herkes gibi ben de habersizdim.
Sergi alanı panayır yeri gibiydi. Kırk yıllık kani olur mu yani, havasında aranıp duruyorduk. Herkes bir tanıdığına rastlıyor ama kimse işe yarar bir erkek göremiyordu. En çabuk kaybolan Andy oldu. Yedi düvelle barışık olduğu için birileri onu elimizden kaptı. İkinci kaybolan mürebbiyanımdı. O da sanat amaçlı çekilmiş erkek nü fotoğraflarını incelemeye gitmişti. Tostos’la ben elimizde içkilerle kalmıştık. Tostos her zaman ki kıllığı içinde laf sokuşturup duruyordu.
- Napıyo o küçük orospu?
- Kimden söz ettiğini anlamıyorum Tostos!
- Tabii canım, anlamazsın tabii!
O sırada karşımızda uzun boylu sakallı, gözlüklü, sigara içen muhteşem yaratığı görmüştüm. Göz göze geldiğimiz an içimin sıkıştığını hissettim. Yukarıdan aşağıya doğru süzdüğümde Allah dedirten cinstendi. Bir ara Tostos’la birbirlerine kadeh kaldırdılar.
- Tostosss! Nerden tanıyorsun bu yavruyu?
- Ressam ayol!
- Modellik yaparım ona!
- Hıı, zaten o da senin gibi koja göbüşleri çizmek için yanıp tutuşuyordu.
O an gecenin ilk mucizesi gerçekleşti. Uzun boylu gözlüklü yanımıza seğirtti. Tostos’la öpüştüler. Anında elimi uzattım.
- Dur ayol, dedi Tostos ben tanıştırırım sizleri.
- Alper ben,
- Memnun oldum.
- Ben de.
İkimizde elimizi bırakmak konusunda istekli değildik. Göz göze bakıyorduk. Sevimli, sıcak, flörtüz bakışlar…
Kan gövdeyi götürüyordu. 15 dakikaya yakın resim hakkında konuştuktan sonra birbirimize iyice yakınlaşmıştık. İnsanlar bir galeriden diğerine geçiyordu. Sigara yasağı da işe yaramış sokaklarda içmek için bahane oluşturmuştu. Tophane caddesi ciddi biçimde sergi mekânı olmuştu. Bir ara nerden geldiğini anlamadığımız bir uğultu koptu, ardındansa olanlar oldu. Ellerinde sopa, biber gazı, taş olan 20-30 kişilik kalabalık sergiye gelenlerin üstüne doğru yürümeye başlamışlardı. Neye uğradığımızı şaşırmıştık. Alper gel benimle diyerek hemen elimden tutup bir yere sürükledi. O an onunla sonsuza kadar gidebileceğimizi düşündüm. Nereye gittiğimizi bile sormadan onu takip ettim. Biz kaçarken arbede başlamıştı. Arabası yakındaymış; atladığımız gibi oradan uzaklaştık. İlk trafik ışıklarında da dudaklarımız birleşmişti.
GAY'S AND THE CİHANGİR
Kaktüs’te branch
Hoşlandığınız biriyle beraber olduğunuz da zaman kavramı önemini yitirir. Alper’le birlikteyken başımıza gelen buydu. Üç gün kadar ortadan kaybolduktan sona Pazar günü kahvaltı için Kaktüs’e gitmeye karar verdik.
- Önce eve uğramalıyım, üzerimi değiştirmem gerekiyor.
- Benim kıyafetlerimi kullanabilirsin. Çamaşırlarımı giymen hoşuma gider.
O kadar tatlıydı ki Pazar sabahına ilk kahvaltımı Alper'i yiyerek başlamıştım.
Kaktüs’e gittiğimizde, Cihangir Cumhuriyetinin parlomento üyeleri hep beraber kafalarını döndürüp bize baktılar. Alper’in gözde bir bekar olduğu benimse nam salmış bir eşcinsel olduğumu hesaba katacak olursak bakıuşların çok da anormal olmadığı söylenebilir. Bizi inceleyen muhtelif kafalar tekrar gazetelerine döndüler. o sırada dönnen kafaların ağız birliği etmişçesine dedikodu yaptıklarından adım gibi emindim. Alper uzun zaman New York’ta yaşamış, sonuçta soluğu İstanbul’da almıştı. Çok zengin bir ailenin çocuğuydu; gey olması bile kadınların onunla ilgilenmesinin önünü kesmiyordu. Can sıkıcı olan konu ise benimle beraber olmasıydı. Orta yaşa girmiş, saçları dökülmeye başlamış, gıdığı sarkmış, göbekli, işsiz bir eşcinseldim. Kısacası Cihangir’de benim gibisinden tonlarcası bulunabilirdi.
Tostos bizi görür görmez yanımıza seğirtti. Beraber olmamıza vesile olan kişi olarak teşekkür bekliyordu. Muhtemelen Pazar gününü yanımızda, bize ekşiyerek geçirmeyi planlıyordu.
Az sonra Andy’de burada olacak dediğinde, birden Alper’in heyecanlanacağı tuttu!
- Vaww! Onun resimlerine bayılıyorum. Çok cool!
İnsan en yakın arkadaşlarını bile kıskanabilir. Bende daha masaya bile gelmeden Andy’i kıskanmaya başlamıştım.
- Aşkım kahvaltını nasıl alırsın?, dediğinde kendime güvenim biraz daha pekişmişti.Klasik Kaktüs kahvaltısı alacağımı söyledim. Tabii Tostos yüzünü ekşiltmekte gecikmedi.
- Hemen aşkım maşkım noluyo ayol? Dün bir bugün iki.
Tostos gene laf sokmaya başlamıştı. Daha fenası beni iğnelemek için elinden geleni yapardı. Sonrada, “ama ben naptımkiğğğ” nağmeleriyle koca kıçını sallayarak giderdi.
Andy geldiğinde masadaki hareketlenme oldukça dikkat çekiciydi. Kıçına çivi batmış gibi rahatsız biçimde sallanıyordum. Tostos düşünceli biçimde bana bakıyordu. Göz kırptım, o da bana kafasıyla içeri gel gibilerinden işaret etti. Hayır anlamında başımı salladım. Diğer yanda Andy ile Alper beş dakika içinde kanka olmuşlardı bile. Alper, Andy’nin atölyesine gitmek için delirdiğini söyledikçe ben kıskançlıktan masanın altına giriyordum. O sırada omzuma dokunan el olmasa çığlık atmaya başlayabilirdim.
- Jan!
- Koja Göbüşşş!
Jan, üç gün boyunca benden haber alamamanın sıkıntısı içinde olduğunu söylemişti. Karakolu arayacağı sırada Jon jon engel olmuş. Koca adam ayol, başının çaresine bakar bırak şunu rahat etsin, demiş.
Hepimiz kendimize benzeyen insanları buluyor ve onlarla beraber oluyoruz. Jan da beni kıskanmıştı.
- Koja göbüş’ümüzü elimizden alan siz misiniz ? sorusu , eyvah , Alper mahvoldu şeklinde tepkilere gebeydi. Oysa Alper’in umuru bile olmadı. Andy ile derin bir resim sohbetine girişmişlerdi.
Dikkat çekmek ve Jan’la biraz olsun baş başa kalabilmek için izin istedim. Masadan ayrılırken bana aidiyetini göstermek içinde Alper’i dudaklarından öptüm. Tatlı bir ıslaklıktı.
- Aşkım buradayız, işini bitince ara!
- Hı hı!
Nerden buldun bu züppeyi, sorunun cevabını vermezden önce Jan’a hal hatır sordum.
- Merak eden arardı, dedi.
- Merak edemedim Can.
- Can değil JAN!
- Peki JAN!
…
- Andy, Alper’e asılacak mı sence?
- Sanmam! Ama Alper’e ne kadar güvenilir onu bilemem.
İçime kurt düşmüştü. Eskiden kıskançlık krizine girdiğimde istemediğim şeyler yapardım. Sonuçta 45 yaşındaydım ve artık dayanma gücüm yitmiş gibiydi. Savaşamayabilirdim. Jan’a kalırsa telefonumu fırlatıp atmalı, eve kapanmalıydım. Ardından bir süre kimseyle görüşmemeliydim. Ki en başta da Alper’den uzak kalmalıydım.
Jan’la konuşurken Tostos eve geldi. Yüzündeki sevimsizin sevimsizi bir iafede vardı. her zaman ki Tostos'tan farklı bir sevimsizlikti bu!
Alper’le Andy’nin beraberce çıkıp gittiklerini söyleyecekti sanırım. Söyle uğursuz, demek istedim ama sustum.
- Aceleyle geldim, diye sır veren biri gibi fısıldayarak konuşuyordu. Umarım korunmuşsunuzdur.
Cevabı ben değil, sana ne bundan, diyen Jan verdi.
Jan’la Tostos birbirlerinden hoşlanmazlardı.
Tostos, Jan’ı azarlayarak, konuştu:
- Ayyy, küçük orospu. Delik dondan çıkar gibi bulaşma! Koja göbüş sana soruyorum, korundunuz mu?
Tostos’un ciddiyetini anlayıncaya kadar, cevap vermekle vermemek arasında karar verememişti. Kekeleyerek evet dedim. Korunduk!
- İyi bari. Alper, sana AİDS hastası olduğunu söylemedi, değil mi?
Başım dönüyordu. Bir bardak suya ihtiyacım vardı. Gene kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Allak bullak olmuştum. Bu ne iğrenç bir dünya diye düşünüyordum. Tam hayatımın aşkını bulduğumu sandığım anda onun AİDS hastası olduğunu öğreniyordum. Bu bana hayatın yaptığı madilikten başka bir şey değildi. Hem de en alasından bir kötülüktü.
Jan, bu C) şıkkından da öte bişey deyin yüzünü ekşiltti.
Kendimi toparlamaya çalışıyordum. Biraz nefes aldıktan sonra telaşım yer değiştirmişti.
- Andy’e söylemeliyiz, dedim. Tostos soğukkanlılıkla konuşmaya devam etti.
- Meraklanma! Andy, her şeyi biliyor. Zaten sizi gördükten sonra Andy’nin Kaktüs’e gelmesi için onu ben aradım. Sırf seni bir biçimde uyarabilmek için böyle davrandık. Jan'da ilk kez işe yaradı! Bir test yaptırsan iyi olur, tedbirli olmakta yarar var!
- ....
- Ben gidiyorum. Alper ararsa oyala gitsin!
- ....
Tostos gittikten sonra, Jan omuzuma sarıldı.
- Gerçekten korundun, değil mi?
Yıkılmış bir şekilde gene aynı yanıtı vermiştim. Evet anlamında Hııı, demiştim.
AİDS olmak belki çok kötü idi ama asıl kötü olan bizim AİDS hastalarına karşı takındığımız tavırdı. Alper'in bunu bana söylememesi ise affedilir gibi değil. Gey olmanın dezavantajı her zaman böyle bir hastalığa açık kapı halinde tehlike içinde yaşamaktı. Büyük piyango her an birimize vurabilirdi. Üç yıl içinde belki de otuz kez teste girip çıkmama karşın sonuç Tanrı'ya şükür ki negatif'ti.
O pazar sabahından sonra Alper'i bir daha görmedim. Aradan geçen üç yıl içinde ara sıra hep onu düşündüm. Bir kaç gün önce gazetedeki ölüm ilanı herkes gibi beni de üzmüştü. Bir yandan da hayatta kaldığım için gizliden gizliye şükrediyordum.
For give me, Alper!
ATİNA
Alper vakasından sonra Jan birkaç gün evden dışarıya çıkmadı. Bakkala gitmek için bile bahane kullanmıyordu. Oysa onun gece olduktan sonra tırnaklarını boyayıp piyasaya salınmasını neredeyse radyoaktif saldırı bile engelleyemez ya da düşman işgaline uğrasak kıçından çıkarttığı beyaz donu barış bayrağı ayaklarında sallar, abazan askerlerden birini ağını düşürmeye çalışırdı. Demek beni gerçekten seviyordu. Handiyse gözlerim yaşarmıştı.
Olayları duyan Jon jon’ın ise şeytan kulağına kurşun diyerek evde tıklatmadığı yer kalmadı. Andy daha ileri giderek benim mutlak surette falcısına görünmem gerektiğini söylüyordu. Tostos aslında bir kurşun döktürsek mi ki sana, deyince, bir an dayanamayıp hepiniz defolun yalnız kalmak istiyorum demek istedim. Olmuyordu. İşsizlik iyiden iyiye canımı sıkmaya başlamıştı. Jan ile aynı evde kukumav kuşları gibi oturmaktan başka yaptığım bir şey yoktu. Sabır taşı web sitecisi işini bitirmiş olmasına karşın o da bizim eve yerleşenler arasında yerini almıştı. Tabii puzzle’ın eksik parçası olarak fermuarcımızda akşamları oturmaya geliyordu. Allahtan gönlü gibi eli de bol bir adamdı. Şişe şişe viskiler, burbonlar… Kızlar hallerinden memnundu. Jan ise hepimizin yanında şişiniyordu. İşe yaramaz balamozlar sizi diyordu fermuarcısı gittikten sonra.
Andy her zmanki gibi şıklık yaparak falcısını benim eve getirdi. Kadını görünce gözümün onu bir yerden ısırdığını anımsadım. Tanıştık mı sizinle diye sorunca kaş göz eden Andy’nin patlamış gözleri ile karşılaştım. Meğerse kadın meşhurmuş. Medyumcular furyası sırasında en çok adı geçenlerden biriymiş. Hatta bu yüzden içeri bile alınmış. Medyum Semiş gibi olmasın da demiştim.
Hep birlikte nası yaneeeğğğ, çekmişlerdi! Medyum Semiş, düzenbazın biriydi. Uzun saçları ile Anadolu rock yapan biri sanabilirdiniz. Homoseksüel olduğunu red ediyordu ama askerlikten yırtmak için rapor alacağı zaman kadın kılığında fotoğraflar çektirmişti. Bir de Teko vardı ki evlere şenlikti. Teko cin çarpmışın tekiydi, kelin merhemi olsa kendine sürer misali, konuşmaktan bile aciz bu zalime millet para yediriyordu. Bir dönem takıldığım sevgilim de medyumlara takmıştı. Sebebi benim ona olan aşkımın bitmesiydi. Aşkım hiç başlamamıştı ve bunu ona bir türlü anlatamamıştım. Bana kedi köpek kılı karıştırılmış yemekler yedirmeler, tütsüler yakmalar, anlatılır gibi değildi. İşten eve döndüğüm bir gün kapıdan içeri girer girmez mutfaktan gelen duman üzerine, yangın var telaşına kapılmıştım. Mutfağa girdiğimde tavanın üzerinde yanan çörek otu buğday susam gibi ıvır zıvırla karşılaşmıştım. Tavayı evyeye fırlatırken ellerimin yanmasından söylenip duruyordum. Elerlimi yıkamak için banyoya giderken açık kapısından yatak odasındaki yatağımın üzerinde Bakire Meryem’i gördüğümü sandım bir an! Serap görüyor olmalıydım! Ya da bayağı bir hallisünasyon! Ama değildi. Benim kafadan çatlak manitam kadınlık rolünü o kadar benimsemişti ki, kafasına attığı baş örtüsü ile ellerini havaya kaldırmış dua ediyordu!
Mesele çabucak anlaşıldı: Medyum Semiş’e gitmiş! O da susam çörek otu ıvır zıvırını verip evin içinde tütsü yapmasını buyurmuş. Böylelikle aşkımız bitmeyecek, üzerimizdeki büyüler bozulacakmış!
Kaç para kaptırdığını sormuştum. 300 dolar lafını duyunca neye uğradığımı şaşırmıştım. Daha beteri bu parayı kredi kartından çekmişti, hem de lazım olur diye evde bıraktığım bana ait karttan! Medyum Semiş’e olan garezim buradan kaynaklanıyordu. Bir de falcı çekemezdim.
- Tanrıya inanmayan biri fala inanır mı sizce ?
- Sen inanmıyorsun, biz inanıyoruz. Cin vardır!
- Ayy deme. Üç harfli de. Çağırma şunları.
Kısacası hepsi bana çok teessüf ettiler. En çok da Jan!
Şahsen Hanım Jan’ın kahve falına bakmıştı. Fala göre Jan’ın geleceği müthişti. Albüm yapacağını, üstüne üstlük bir de film çevireceğini söylüyordu. Çok yakında diyordu hem de!. Çok klas bir adam yardım edecekmiş!. 1.80 boylarındaki bu adam kumralmış, kirli sakalı varmış, sosyetik bir tipmiş acayip şık falan giyinen bir tipmiş… sözü edilen tip fermuarcıdan başkası değildi. O da Jan’a sarılmış biçimde şişinerek dinliyordu. Jan’ın fermuarcının yanağından öpüşünü görseniz şefkatinden gözünüz yaşarırdı.
Şahsen Hanım benim falıma baktığında ise sonu aydınlığa çıkan bir karartısı gördüğünü söylemişti. Bir para gelecekmiş bir yerlerden, bir de Can isimli birinden yardım göreceğimi. Ama bu Can, orta yaşlıymış! Hepimiz rahat bir nefes almıştık. Tabii ki Jan ‘da. Bir de seyahat dedi. Kısa zamanda seyahate gideceksiniz!
Evet tam bunu demişti ve o akşam bir arkadaşım arayarak her şey dahil bir haftalık Atina seyahatinin olduğunu ne var ki gidemeyeceğini bu nedenle dilersem onun yerine gidebileceğimi söylediğinde şaşıp kalmıştım. Pes yani Şahsen Hanım demiştim içimden!
Tabii sonradan bu Atina seyahatinin Jan’ın ısrarı ile fermuarcı tarafından organize edildiğini arkadaşımın da fermuarcının fabrikasında çalıştığından haberim yoktu!
CİHANGİR VE ANTİDEPRESANLAR
Mürebbiyanım ve teyzesi:
Kadınlar değişiklik yapmak istedikleri zaman soluğu kuaförde alırlar. Peki ya erkek eşcinseller ?
Mürebbiyanım keltoşlaşmaya başlamıştı. Sonuçta soluğu meşhur bir estetik cerrahta aldı. ve kaybettiği en kıymetli uzantıları olan saçlarına kısmen de olsa yeniden kavuştu. Saçlarını ektirdikten sonra sürekli olarak kafasını sağa sola savurarak yürüyen mürebbiyanım uzun süre elinde kırbaçla Cihangir sokaklarında dolaşmıştı. Bir ara eski manitasını eşek sudan gelinceye kadar dövdüğünü de ski bölümlerde anlatmış idik. Şimdi yeni bir manitası var- Ki o muhtelif tarihler vererek ilişkisinin uzunluğunu belirtmeye çalışıyor. Bana kalırsa ajan pravokatör olan Spaniş men Goya’nın tablolarındaki beyazlara benziyor. Ona çeşitli zamanlar ajan olduğunu söylediğimde ret etti ve bana cevap olarak, sen öyle olmamı istiyorsun demekle yetindi. Zaman ikimizden birini haklı çıkartacak!
Mürebbiyanım, Tostos, Andy ve ben kare ası olarak cihangir’in yıllanmış geyleri idik. Özellikle de ben yıllanmış bir Petrus gibi olmak için can atıyordum. Gelgelelim onların bütün çabaların akarşın bulunan iki kısmette beni beğenmemişti. Artık reddedilen bir adamdım. Belki de travesti olma sırası bana da gelmiş ya da Birijik Jan’ın menajerliğinden başka bir şey yapmamalıydım. Çöpçü balıkları gibi arada onun artıklarından sebeplenebilirdim. Arada Alper gibi bir geyefendi çıkabilir ya da beyaz atlı prensim – ki artık bu çok zordu!- her an karşıma çıkabilirdi. Belki de Alper’le her şeye rağmen beraber olmalı ve sonuna kadar gitmeliydim diye düşündüğüm zamanlarda olmadı değil. İnsan ölüm haberlerine alışıyor. Daha doğrusu kanıksıyoruz. Berbat olan New York’taki brezilyalı room mate’iminde HIV + olduğunu duyunca onun ölümünü beklemek canımı sıkmıştı. Can sıkıntılı zamanlar geçmek bilmiyordu. Du du – ekolu du! Ki o sırada mürebbiyanımın teyzesi geldi.
Çakma sarışın, yumuk gözlü oyuncak bebek Çatoş! Taksilerin ön koltuğuna oturmaya teşne olan bir kadındı. Muhteşem bir cilve, ona uygun kocaman kalçalar ve günde almak zorunda olduğu beş tane anti depresan ile aramıza hoş gelmişti. Tabii Cihangir kısa zamanda Çatoş’u bünyesine kabul etti. İsterse kabul etmesin. İki kez ekmek aldırmak için bakkala gönderdiği kapıcıya şıklı olsun diye mürebbiyanımın evinde kahve ikram edince, bu şıklığın karşılığında Cumartesi günü kapıcı tarafından Emirgan Parkına götürülme teklifi aldı!
Kocam duyarsa ne olur, tartışmasına girmedi ama bari emekli albay apartman yöneticisi olaydı diye hayıflanmadı değil. Bize ise konu çıkmıştı. En çok da mürebbiyanım söyleniyordu. Spaniş men ise evde rahatlıkla def-i hacet yapmasından rahatsız olduğunu söylemekten çekinmiyor biz ise ısrarla sanki kraliyet ailesinden geldin de çamur atıyorsun diye Çatoş’u savunuyorduk.
Kaktüs’te Son suskun’la birlikte laflarken kapıdan giren genç adam dikkatimizi çekti. Yakışıklıca ama daha çok bebek yüzlü olan bu elemanın ne olduğunu çözmemiz gerekiyordu. Cihangire taşınmış üstüne üstlük Kaktüs’e gelip giden birinin cinsel yönelimini tespit etmek en doğal hakkımızdı hem de.
Çatoş son derece bilgisiz olduğu için onun fikrini almaya karar verdik. O ise ilaç aldım rakı içsem mi diye düşünürken bişiy olmaz iç önermesi Son suskun’dan geldi. Kadın dayanışması böyle bir şey olsa gerek ya da kadınların bir birinin gözünü çıkartması böyle bir şey olabilir.
- Çatoş, şu dikilen gey mi, değil mi?
Şöyle bir baktı, düşündü dudaklarını yamulup düzeltti.
- Yeğenimden sonra her erkeğe şüpheyle bakar oldum.
- Konu yeğenin değil ama, dikilen eleman!
- Ayy anladım onu da, yani ne desem elin adamı için şimdi.
- Ben olmadığını söylüyorum ama Koja Göbüş ısrarla gey diyor, diye Son suskun Çatoş’u manipüle etmeye çalışıyordu.
- Bence gey, baksanıza kaçları yuvarlak, saçları yumurta kesim, düz lepiska; yüzü de çok güzel ayrıca. Kadınlarla da gezmiyor. Eee buraya neden taşındı peki?
- Koja göbüş Cihangir’de yaşayanların hepsi gey mi yani? Bu soru Son suskun’un bana bir tür sokuşturmasından başka bir şey değildi.
- Hayır tabii ki değil. Sadece dörtte üçü gey hayatım. En azında bu masada azınlığım. Sen ve Çatoş doğuştan vajinalı ve heterosunuz! Gelgelelim yan masayı hesaba katarsak siz azınlık durumundasınız.
- Ay bunlar sakallı makallı adamlar Koja Göbüş diyerek Çatoş büyük bir şaşkınlık içinde yüzünü ekşiltti.
- Onlara bear diyorlar yani ayı!
- Vay bee, ibnelere bak, ayıları bile var!
Çatoş’un çığlığı andıran bu yakınması barda handiyse yankılandı ve kafalar bizim masamıza döndü. Tabii ki oralı olmadık.
- Şimdi ben bir şey anlamak istiyorum. Bunu yeğenime sordum ama o senin aklın o kadarına çalışmasın diye bana cevap vermiyor, sen söylersin Koja Göbüş. Yani bu ayılarda pasif oluyorlar mı ?
O sırada Andy’nin ağına düşürdüğü kamyon şoförü ile ilgili anısını anlatmak istedim. Durdum düşündüm acaba fazla mı kaçar diye hesap etmeye çalışıyordum ama Çatoş’a yalan söylemekte istemiyordum. Kamyon şoförü, sırtını dönüp bacaklarını açmış ve Andy’ye şöyle demiş Çatoş: Kanırta kanırta becer beni!
Yuh deyip yutkundu. Rakısından bir yudum aldı. Sonra yutkundu gözleri döne döne, bunlar benden daha çatlaklar yahu demekle yetindi.
Son suskun ise gülümseyerek evet anlamında kafa sallıyordu.
BAMBAŞKA BİRİ
İnsan birkaç gün ortalıktan yok olmaya görsün hakkında bir dolu dedikodu üretilmekte gecikmez.
Jan ile fermuarcı uzak doğuya tatile gitti; Jan bronzlaşmam lazım diye ortalığı ayağa kaldırmıştı. Ne de olsa yapacağı albüme hazırlık amaçlı ilk klip çekilecekti. Fermuarcı hatırı sayılır bir para ile Jan’a albüm yaptırtıyordu. Besteciler, şarkılar , stüdyo, of of of. Muhteşemdi kısacası. İlk şarkı Ajda Pekkan’ın Bambaşka Biri isimli şarkısının coverlanmış haliyle promosyon olarak piyasaya sürülecekti. Gerekli telif izinleri alındıktan ve ödendikten sonra şarkının klibi çekilmeye başlandı. İşe bakın ki klibi çekecek kişi Mürebbiyanımın eski sevgilisi idi.
Uzak doğudan dönen tazelenmiş çift ayaklarının tozuyla stüdyoya girdi. Fermuarcı konsolos köpekleri gibi şişinip duruyordu. Jan ise inanılmaz bir disiplin içinde çalışıyordu. Hayran kalmıştım. Bir gram yağ almamak için sabah akşam sadece marul yiyordu.
- Jan öleceksin, yemek yemelisin.
- Geceleri fermuarcımı yiyorum ya o et değil mi? Hem sıvısını da protein niyetine alıyorum!
Vücudunda bir gram yağ kalmamıştı. Çağla Şikel'le aynı renkteydi. Sonucunun nereye varacağını belki biz bilmiyorduk ama o her şeyi hesaplıyor, ona göre hareket ediyordu.
Şimdi sıkı durun: Klip çekiminde kaç elbise değişti? Ve klip kaç günde çekildi?
Aksesuarlar hariç tam 72 kıyafet ve 5 gün!
Madonna’nın ki bu kadar sürüyor mu, bilemem!
Klip TV’lere gönderildi. Halkla ilişkileri ayarlayan firmanın yetkilisi bağyan Jan’ı arayarak klibin ilk kez hangi kanalda ve kaçta döneceğini haber verdikten sonra hep birlikte benim evde toplanamaya ve parti yapmaya karar verdik!
15 Şarkıda bir klip tekrar dönecekti. Klibin yayına gireceği ekranda alt yazı ile duyurulacaktı. Radyolarda yılın hiti olarak lanse edilecek ardından TV’lerde klip yayınlandıkça yayınlanacak albümün reklamı yapılacaktı.
İçimde gizliden gizliye bir fiyasko yaşanmasından korkuyordum. Kendi aramızda vereceğimiz parti sonrasında dışarı çıkıp geceye devam edecektik. Jan, sabaha kadar verijem diyordu. Fermuarjıma helal olsun!
Jon Jon yaprak sarması yaptı; Tostos ile mürebbiyanımın teyzesi Çatoş diğer mezeleri hazırladı. Son suskun ben hosteslikten gelmeyim ancak servis yapmaktan anlarım deyip garsonluk işini üstlendi. Andy, Jan’ı izleyip iç dünyasını resmedicim diyerek o güne özel bir tablo yapmaya başladı. Bunu duyan Tostos ben de yaparım diyerek o da başka bir tablo yapmaya karar verdi. Mürebbiyanım, teyzesi Çatoş’un yapacaklarına finansör olacağını elinden de başka bir şey gelemeyeceğini bildirdi.
Ve beklenen gün geldi çattı.
Evi temizletmiştim. Hizmetçi kadına yarın da gel deyince, olmaz doluyum Pazartesi gelirim ancak dediğinden kalpten gidecek gibi oldum. Jon jon dert etme hallederim ben diyerek olayı çözdü.
Jan, kuaföre gidiyorum diye evden çıktı gitti.
Hazırlıklarla meşguldük!
Cihangir sokakları sessizdir. Taksim’in kalabalığının, İstiklal caddesinin curcunasının tamamen dışında kaldığınız bu bölge sessizliği ile insanı şaşırtabilir. Daracık sokakları, birbirine yapışık evleri, perdeleri sıkı sıkıya kapatan ya da perdesiz yaşayan ev sahipleri! Cihangir'de hayat başkadır; sadece yaşanır hem de inadına yaşayanların yaşadığı marjinal tek semttir.
Evdeki harala güreliyi kesen ses fermuarcının Ferrarisi’nin anormal ötesi gürültüsü olmuştu! Gürültücü seyircilerin bol olduğu Çarşı karşılaşmalarından bile daha az ses çıkabilirdi. İnsan tarafından duyulamayan sesleri duyan köpekler gibi, arabasıyla Dolmabahçe sarayının oradan geçen fermuarcının eve yaklaştığını söyleyip Jan anında hazırlanmaya başlardı. Her defasında şaşardım. Gelgelelim bu defa benzeri tepkiyi veren ben olmuştum. Kızlar, bu algılamanın nedeni olarak fermuarcıya duyumsadığım beğeni sonucunda ortaya çıkan algıda seçicilik durumu olduğunu belirttiler.
Sustum!
Tostos bütün sakinliği içinde, ayol ne alakası var, Koja Göbüş sadece ses duyduğunu söyledi, yaşlılarda olur böyle şeyler diyerek gene laf sokmak konusunda üstatlığını göstermişti.
Son Suskun, elinde tabaklarla gelirken ben de mutfağa yönelmiştim.
Çarpıştık!
Gümmmm! Şangırrrrr!
- Afedersin! Hatalıyım Son suskun!
- Yorum yok!
- Özür dilerim.
- Bişiy demedim ki sadece yorum yapmadım!
- Tavır koyuyor gibisin!
- Yorumsuzluğun yorumunu yapabilirsin ama yapacağın bu yorum seni ilgilendirir, düşüncelerimin o yorum olduğu anlamına gelmez!
Andy, Ayyyy diye çığlık atarak işaret ettiğinde bütün gözler televizyona çevrildi. Ekranda akan alt yazıya baktık:
“ Yılın müzik olayı : Birijik Jan’ın yorumladığı 'Bambaşka Biri' videosu hakkında yorum yapan ünlüler az sonra!”
- Ayyy hadi hayırlısı gacılar.
- Jan nerde?
- Bilmem telefon edimmm.
- Fermuarcı arabayı park ediyor. Onunla beraber gelmiştir, aramayın şu küçük orospuyu iyice kıçı kalktı zaten.
- Ayyy çok heyecanlıyım ama.
- Yorum yok!
Kapı zili çalınca Andy, cilveli bir sesle diyafona konuştu :
- KİM Ooooo?
Gelen tabii ki fermuarcıydı. Otomatiğin sesi apartman merdiven boşluğunda yayılırken fermuarcının ayak sesleri duyuluyordu.
- Hoş geldin cicim.
- Hoş bulduk!
- Jan nerde?
- Bilmem evde değil mi?
- Kuaföre gitmişti gelir birazdan!
- Arıyım o zaman.
- Aradığınız numaraya şu an ulaşılamıyor. Lütfen, daha sonra tekrar deneyiniz!
Gecenin yıldızı olmakla gerçekten star olmak farklı kavramlardır. Bir insanın sahnenin önünde olabilmesi için rakiplerini acımasızca ezip geçmesi gerekir. En tepeye çıkabilmek içinde kimseye acımamak!
Jan tam bir star olacağa benziyordu.
Video klip yayınlanmazdan üzere en az yüz defa araya reklam girdi.
Andy, Jan’ın gecenin starı olmak için sürpriz hazırladığını düşündüğünü söylüyordu. Tostos fermuarcıya karşın küçük orospu ondan her şey beklenir demekle yetindi. Sos suskun akşamdan beridir yorum yok’una devam etti!
Fermuarcı düşünceliydi. Bir ara yanına seğirttim.
- N’oldu kuzum, nen var ?
- Sanırım Jan beni terk etti, burada olmamasının başka bir anlamı olamaz Koja Göbüş!
- Ne alakası var cicimu? Jan seni ağzından düşürmüyor. Albümden dolayı sana müteşekkir.
- Bende zaten bundan endişeliyim ya Koja göbüş! Albüm için bütün ödemeleri yaptım. Video klip’te tamam, Jan kendi kanatlarıyla uçabilir artık. Nasıl bu kadar aptalca davranabildim.
- Kuzum ne diyorsunuz? Bu düşüncelerinizden utanacağınızdan eminim. Jan kuaföre gitti. Ben de endişeliyim ama benimki sizinkinden çok farklı. Başarısız olacağını düşünüp bir yerlerde gizlenip kaldı ya da batakhanelerden birinde alkolden sızdı ve başına bir şey geldi gelecek!
İnsanların yaşama bakışları olayları yorumlayış biçimlerini de beraberinde getiriyor. Fermuarcı yaşamı da ticaret gibi algılayıp ona göre düşünüp yaşıyordu. Yüzündeki pişmanlık görüntüsü hata yaptığına dair düşüncesini destekliyordu. Rakılar, viskiler biralar ve kızların gürültüsü muhteşemdi. Televizyonda video klip dönmeye başladığında hepimiz sus pus olmuştuk.
Kelimenin tam anlamıyla muhteşem bir şov izliyorduk!
Jan, Madonna’ya taş çıkartamazdı ama kulvarının en iyisi olacağını gösteriyordu!
Pembeler, maviler, sarılar… Gökkuşağının bütün renkleri ekranı boyamış, şarkıyı söylerken de dans ettiği sırada da besbelli ki eğleniyordu. Video klibin yönetmenliğini yapan Mürebbiyanımın eski sevgilisi inanılmaz bir iş çıkartmıştı. Tabii keseyi açan fermuarcı da. Kıyafetler olağanüstüydü. Rio karnavalı gibi görüntüler birbirini izliyordu. Durumu tek kelimeyle özetleyebilirdik: ŞAHANE!
Jan’ı sürekli iteleyip kakalayan Tostos bile helal olsun kıza yaa, dediğini size aktarırsam sanırım onun çıkardığı işin büyüklüğünü anlamış olursunuz!
Klip bittiğinde evde alkış kopmuştu. Herkes birbirine sarılmış Jan’ın başarısını kutluyordu. Tek farkla aramızda Jan yoktu! Klibin ardından Taç televizyonundaki görüntüler ekrana getirildi. İnsanlardaki eğlence hali ve alkışlar gösteriliyordu. Kameramanlar, ışıkçılar, makyözler, set çalışanları. Kırmızılar içindeki Jan’ı o arada gördük. Herkes hep bir ağızdan AAAA çekti. Kamera Jan’a yaklaşırken Jan’ın yanındaki kalantor dikkatlerden kaçmamıştı. İki de bir de Jan’ın elini öpen bu adam kanalın sahibinden başkası değildi.
O sırada sokak kapısının kapanmasını duymadık bile. Pür dikkat ekrana kilitlenmiş biçimde bakakalmıştık. Andy vay bee, Tostos , vay küçük orospu vay, Çatoş, Helal olsun derken Son Suskun yorumsuz demekle yetindi.
Sokaktan gelen Ferrari’nin gürültüsü olmasa fermuarcı kimsenin aklına bile gelmeyecekti. Nitekim onunla beraberlik sayfasını kapatan Jan yepyeni bir ilişkiye yelken açmıştı. Ne ara olduğunu ise onun kaba etlerini çimdirerek soracaktım.
I WİLL SURVİVE
İnsanlar vefasızdır. Star olmak isteyenler ise vefasız olmak zorundadır.
Biricik Can, o geceden itibaren Birijik Jan olarak tescillenmişti. Fermuarcıya bye çekmiş, kocaların kocası bir göbüşe sahip kanal sahibi ile beraber olmaya başlamıştı.
O gece hepimiz kendimizi dışarı atmaya karar verdik.
Andy, evine gidip rahat bir şeyler giyeceğini söylemişti. Onun rahat bir şeyleri papatya desenli mini penye elbise idi. İçine giydiği tanga külot erkeklik organını olduğundan daha büyük gösteriyor, penye elbisenin içinden fırlayacak gibi duruyordu. Kalçalarını Tülay Kaşar şeklinde dik durarak her an vermeye hazır poziyonda olduğunu belli ediyordu. Bir ara yok ben veremiyorum diye yeis yaptı; bulduğu çözüm ise kısa sürede onu kendine getirdi. Çektiği popers ile rahat rahat corkkk diye yiyorum, isterse 20 santimlik bir penis olsun diyordu.
Tostos dışarıda kesinlikle maço gözüken biriydi. Ne var ki içi hiç öyle değilmiş: mahallede birilerini ufalamış sonrada gittiği karakoldaki komiserle tanış çıkmışlar.Ama iş taşşaklı bir herife rastlayıca Tostos bir kaç günlüğüne de olsa içeri alınmıştı. Çamaşır almak için evine gittiğimizde dolabından çıkan dansöz kıyafetini Andy üzerine tuttuğunda bu dansöz kıyafeti Tostos’tan başkasının olamaz demişti. Mavi tül ve payetlerle süslenmiş altlığın üstünü merak etmiştik: İki adet yıldızda meme uçlarına yerleştiriyor olmalıydı. Ve ve ve en fecisi, peçe idi! Bizim Tostos erkek arkadaşlarına şov yaparken mezdeke grubu kızları gibi peçe takıyordu.
Mürebbiyanım siyah file çoraplarını giymişti. Mini deri etek, siyah bluzla süper aristokrat takılıyordu.
Mürebiyanımın sevgilisi Don Kişot kılıklı kaşsız Spaniş men ise aynanın karşısında ciddi zaman geçirmişe benziyordu. Ebru Gündeş biçimli kaş çizmiş, platin renkli peruğuyla uyum sağlayacak biçimde gece mavisi dar uzun ve sırt dekolteli bir elbise giymişti. Dirseklerini kapatan eldivenleri ile Gilda filmindeki Rita Haywort'a taş çıkartacak kertede seksi duruyordu. Bozuk Türkçesi ile nasilimmm, diye sorduğunda aklınıza gelen tek cevap yavrummm yerim seni oluyordunuz. Erkekleri geçtim geyleri bile baştan çıkartıyordu. Gözlerini boyar, fondotön sürer ama asla ruj sürmezdi. Sedefli parlatıcı onun için yeterliydi. İspanyol dudaklarını şişirerek konuşurdu: Canimmm, nasilsinnn! Hafifçe eğilerek iz bırakmamak için havayı öper sonrada gözlerini kırpıştırarak gülümserdi.
Kızlar böyleydi. Hayat bir biçimde eğlenmek için geçiyordu. Bir farkla biz eğleniyorduk; Jan ise şöhret için cinselliğini kullanmaya başlamıştı.
ŞÖHRETİN BEDELİ
Geri Halliwell, It S Raining Men
Blogun İlk bölümünde yazdıklarımı yeniden okudum. İmla hataları bir yana bazı zaman kaymalarını görünce kimi yerlerde nası yaneğğğğ diye tepki veren ben oldum. ( Dum dum dum ekolu bir dum!) Mantık hataları da hatırı sayılır miktardaydı. ( dı dı dı ekolu bir dı!) Ne var ki yazdıklarımı okuyan kızlar bayıldıklarını söylüyorlardı. Tabii, kıskançlıklarda yok değildi. Andy ipek gibi ruhuyla sayfalarda gezindiğini söylerken Tostos küfür ediyordu:
- Mezdeke grubunu anımsatan dansöz kıyafetimi neden açık ettin sırımı herkes öğrenecek!
Jan, Les Ottomans otelden benim eve iki arada bir derede geri taşınmıştı. Otelin parasını ödemeyen fermuarcı bununla yetinmeyip içip içip kapısına dayanıyormuş, otelcilerde bunu kışalamışlar.
Olmayan bir para ödenemez! Onca şa şaaya karşın Jan’ın parasızlığı da vakıadır. Para veremeyeceği için tekrar benim eve geri dönmüştü. Zaten evden ilk giderken öte berisini götürmüş olmasına karşın birkaç bavul duruyordu. Andy o bavulları açıp içindekilerle bir sergi yapabilirim demişti. “Dönüşümün muhteşem izleği“ isimli bu sergiye Tostos karşı çıkmıştı.
- Olabilemez, demişti. Böyle de davranılmaz ki? Biz aydın insanlarız bu topluma karşı sorumlulukları olan kişileriz. Yapmıyın kardişim! Sanat bu kadar ucuz değil, popülist davranıyorsunuz diyordu.
Bize bu lafları giydiren Tostos’u bir defasında beşinci sınıf gey barlara gittiği için eleştirmiştik. Kızlarla birlikte hep beraber gittiğimiz tek bar Hop Çiki Ya Ya’nın sahibesinin kulübüydü. Ayrıca karton kahramanların kalkıp gerçek barlarda ne işi ola ki? Ama Tostos bu! Gittiği varoşun varoşu barı bize sunumu evlere şenlikti:
- Ben orada sosyolojik incelemeler yapıp sanat çıkarımları gerçekleştiriyorum!
Duy da inanma!
Bu arda Jon Jon bir süredir ortalıklarda görünmüyordu. Birkaç kez telefonla aramama karşın telefonu meşgule alıp duruyordu. En sonunda o beni aradı: Lakin umumi telefondan!
- Elöööö
- Alo Jon jon
- Bacım nassın?
- İyiyim, iyiyim. Çoluk çombalak yuvarlanıyoruz işte.
- Telefonlara çıkmıyordun merak ettik seni!
- Ayy sormayın! Sizi korumak için telefonunu açmadım. Telefonlar teknik takipte, dinleniyoruz.
- Ayy sende mi bu paranoyaya kapıldın Jon Jon!
- Dinle gıı, bırak şimdi entel kritiklerini. Hanımla çocukları bu akşam memlekete gönderiyorum sonra görüşürüz. Yarın telefonun açık olsun!
- Peki.
Telefon kapanmıştı. İçime bir kuşku düşmüştü. Neler oluyordu. Yoksa polisiyeye doğru mu gidiyorduk?
Polisiye yazmak sanırım zordur. Küçük bir öykü dışında hiçbir denemem olmamıştı. Ki zaten o öyküde 20 sene önce yazdığım ve hiçbir yerde yayınlamadığım bir şeydi. Gerçi elimde yeterince malzeme vardı. Şöhret olmak ve sevişmek için hişç bir fırsatı kaçırmayan baş karakter Jan, her konuda dikkat çekebilir böylelikle polisiyelerde gerekli olan dikkat dağıtma vazifesini görebilirdi. Web sayfacısını bilgisayar mühendisi yapıp, teknolojik üstünlük sağlayabilirdim. Andy, Tostos, Mürebbiyanım ve aşığı Spaniş gelişmiş karakterlerdi. Hikaye yan karakterler üretmeye elverişli idi. E canım MeMeSomer’den ne farkım vardı! Senelerdir yaşlı bir travestiyi oynatıp duruyordu. Jan bunu hayda hayda becerirdi de, asıl sorun ben kıvırabilecek miydim?
Seni öldürmeyen sorun güçlü kılar, önermesinin üzerine gitmenin gerekli olduğu zamanla karşılaşmıştım. Aslında hayatım boyunca günde üç kez bu önermeyi devşirip duruyordum, oysa şimdi durum değişmişti. Reytingi ve sabit okur sayısı hızla artan bir blog yazıyordum. Birkaç attırık dedikodu malzemesi fırlatmış, sonra usul usul oradan Biricik Can’ın hikâyesine doğru yollanmıştım. Oltaya gelenler geldi, gelip yemi beğenmeyenler gitti. Yaptığım eğlenceli bir edebiyat oyunundan başka bir şey değildi. Hem kendimin hem de arkadaşlarımın alterleri muazzam biçimde ortaya çıkıyor bundan da keyif alıyorduk. Oysa şimdi olay biçim değiştirmeye başlamıştı bile. Ben ve benim gibi düşünenlerin bir araya gelmeye başladığı sahici bir blok oluşuyordu. Okur tepkilerinden bunu anlayabiliyordum. Birinci tekil şahıs ağzından anlatılan her palavra da olduğu gibi işi ayrıntıyla süslüyordum. Şahısları ve olayları gerçek zanneden kimi okurlar kimliklerle ilgili olarak bana tahminlerini iletiyorlardı. Ve daha korkuncu başıma gelmeye başlamıştı. İngiltere de yaşayan sadık bir okurum ünlü olmak istemediği için yazıya konu olmak istemediğini ama kimliğime ilişkin tahminleri bulunduğunu söyledi. Tek istediği Jan’ın çevirdiği video klipe nereden ulaşabileceğini öğrenmek istiyordu. Ne yanıt vereceğimi şaşırmıştım. Bu kadar mı sahici yazmıştım? O zaman okurun istediğini vermekle yükümlüydüm. Yalana inandıran sonuçlarına da katlanacaktı! Sadık okuruma verdiğim ‘Yorum Yok’ mesajını alıp küserek giden okurumu geri kazanmalıydım. Yazdıklarımın yalan değil fantezi olduğunu anlatmalıydım.
NAZAR BİZE KAÇ YAZAR
Pasif eşcinseller eşektir!
Pasif eşcinseller kadındır!
Pasif eşcinsel ibnedir, onu siken de erkek!
Andy, hayatım bu toplumun anlayışı böyle deyip sigarasından derin bir nefes çekti. Bak sana ne anlatıcimm diye başladı söze:
- Malum arada sırada karton kahraman olmaktan sıkılıp gerçek dünyaya karışıyoruz. E o zamanda senin bloğunda yazdığın kulübe değil, Tarlabaşı caddesinin üzerindeki hurdacıların takıldığı bara gidiyoruz. Geçen gün evden çıktım, oraya buraya takıl falan derken, caddenin üzerinde ıvır zıvır satan seyyar eskiciye rastladım. Baktım tam benlik lokmalar. Ayy, eskinin eskisi kırmızı küçük bir buzdolabı! Nasıl şirin, nasıl tatlı bişiy. Şeker kız Candy ile Ken’in evcilik oynadıkları evlere yaraşır! Çok hoşuma gitti. Adamla konuşuyoruz fakat herifin yüzüne bakmıyorum bile. Bir ara adam bana, abi siz Çukur Cuma’da mı oturuyordunuz? Diye sordu. İçimden çukurdan çıkamıyorum ki diyecektim vaz geçtim.
- Hayır ama sık giderim oraya.
- Sizi antikacılardan alış veriş yaparken görmüştüm de!
- Doğrudur, dedim. Alacağım bir şey olmadığı için ve günlük eşelememi yapmıştım, kadın ruhum tatmin olmuştu, geriye kalan sadece o akşamki erkeğimi bulup onunla hoşça vakit geçirmekti. Biraz yürüdüm şakkk diye alnıma vurdum! Ayol rahmetli İsmet Ay gibi olmuştum! Kim çıksa beğenirsin, karton karakter olmadığım bir gece gittiğim barda ortalıkta azgın biçimde dolaşırken bu maviş gözlü Kürt güzelini görmüştüm. Kasımpaşa tarafında bir rezidansta kalıyorlardı; bekâr odasında beş kişi muhabbeti. E tabii karanlık oda yok! Ben de bunu merdivenlerde emmeye başladım, çok affedersin ağzıma boşalmıştı!
Andy bunları anlatırken kırk yıllık ibne olan benim bile ağzım açık kalmıştı.
- Kız bana bak hastalık mastalık kapacaksın, demekle yetindim. O sırada telefonum çaldı. Jonjon arayacaktı; bir yandan ondan haber bekliyor diğer yandan da iş başvurusu yaptığım yerlerden biri arar diye umutlanıyordum. Arayan ne Jonjon ne de iş görüşmesi yaptığım herhangi bir şirketti.
- Alo,
- Ne haber Koja göbüş,
- İyi Tostos, Andy’le oturuyoruz. Sen de gel istersen!
- Az işim var! Evde her şey kırılıyor, dedi sinirli biçimde.
- Bi nazar okusan, tütsü mütsü yapsan! Sen Arapsın bilirsin öyle şeyler!
- Ayyy, evde üzerlik tohumu vardı, dur yakiiim onu bacım.
Geyler büyüymüş, falmış, nazarmış pek meraklıdırlar. İşi iyi gitmeyenin, sevgilisi kaçanın sığındığı yer gizemli dünyadır. Gerçeklerden kaçmayı çok severiz. Kendi itilmiş dünyalarımıza gizlenip orada can vermeyi bekleriz. Bir saat kadar sonra Tostos’ta aramıza katılmıştı. Andy mutfakta ıslak kek yapmakla meşguldü. Jon jon arayıp bütün hanımefendiliği içinde müsait misin gacııı, diye sorunca, kare tamamlanmıştı.
Şimdi sizden bir ricam olacak. Bir cümle sonra okuyacağınız alt paragrafın ardından kısa bir süre için gözlerinizi yummanızı isteyeceğim. Elbette ki yapıp yapmamakta serbestsiniz. Gelgelelim bir an için yaşadığımız ortamın içinde bizimle birlikte olmanızı arzu ediyorum:
Bir salon düşünün. Evde yeni pişmiş kek ve taze demlenmiş çay kokusu var. Salondaki pencerelerde tüller uçuşan cinsten, romantik o kadar hafif kumaştan yapılmış ki biri yürüdüğünde bile hafifçe salınıyor. Kanepe de iki kişi, karşılıklı koltuklarda iki kişi olmak üzere sehpa etrafında oturup, toplanmışlar. Konu mankenlerine gelelim.
Eve gelir gelmez portmantodaki yeşil postişi boynuna takınca sesi ve konuşması değişen takım elbiseli Jonjon, ıslak keki tabaklara yerleştirirken kıç çatalı gözüken Andy, elinde tavayla yaktığı üzerlik tohumlarını ortalarda dolaştırırken bir yandan da “Azara buzara eşek girdi pazara bu eve göz değirenin gözleri bozara!” şeklinde tekerleme okuyan Tostos, banyodan yeni çıkmış misler gibi kokulu Birijik Jan ve bendeniz sadık anlatıcınız geyefendi. Bütün çatlaklar bir arada!
Şimdi gözlerinizi yumun ve düşünün.
Jon jon, kızlar başımız dertte diye söze başladı. Daha doğrusu benim başım dertte.
- Noldu?
- Karını bir erkekle mi bastın?
- Oğlan gey olduğunu mu söyledi?
- Patronun sana asıldı mı?
- Hiç biri değil! Telefonlarım dinleniyor!
- Ayy, benimki de! Zaten kuşkulanıp duruyordum. Geçen gün boyna eko yapıp duruyordu.
- E benimki de yapıyor!
- Vallıyi benimki de!
- Sanmam ama ola da bilir, kızlar. Benimle konuşan herkesi dinlemeye almış olabilirler.
- Kız orospu gümrükçüsün, sen bi haltlar yemesen nende seni izlesinler, dedi Tostos. Andy ona katılırcasına kafa sallayacaktı ama, Jonjon, sakince dinleyin diye bizleri yatıştırıyordu.
- İşin aslını ben de bilmiyorum. Patron son zamanlarda tuhaf tuhaf hareketler de bulunuyordu. Gündüz ikide iş yerinde viski içmeler, yüksek sesle kahkahalar, küfürler, ona buna sataşmalar. Bütün bunlar geçen haziran başında yazılan çekten sonra oldu! Haciz geldi gelecek falan derken birden bire her şey süt liman! Ayol şirketin bütün muhasebesi ben de. Bir kalemde 430 bin lira geldi. Neye uğradığımı şaşırdım. Üç gün geçti bir 250 bin daha! Bir hafta sonra da 120 bin!
- Kaç para ediyor! Dur kafam karıştı.
- 800 yüz bin lira ! vay anam vayyy!
- Kız nerden çıktı bu para diye sormadın mı adama. Üç aydır maaş neyin alamıyordunuz!
- Sordum!
- E ne dedi?
- Üzümünü ye bağını sorma, dedi.
- Doğru demiş. Hakkaten doğru demiş. Ama senin telefonlarda boşuna dinlemeye alınmamış kızım belli. 15 günde bu paranın yarısı gelse bana beni de dinlerler!
- Eee, neden kuşkulanıyorsun?
- Uyuşturucu! Başka bir şey olamaz! Arada olan bize olacak yarabbim.
- E bas istifanı çık!
- Düşündüm Tostos’çuğum. Söyledim de patrona. Hiç bi yere gidemezsin pis ibne, dedi bana. Yıllardır ağzının kukusunu çektim, elimde boş senedin var, gidersen yarrağı tam yersin, diye tehdit etti bir de!
- Yok, artık daha neler. Döveydin pezevengi!
- Dur Tostos, kafam allak bullak oldu. Ayol bir avukata falan gitmek lazım. Böyle olmaz bu iş.
- Avukata hangi parayla gidicez?
- Kızım böyle zamanda para mı düşünülür? Kancıkların zoruna bak! Bana bak Jonjonnn, sen bu işe karıştın mı doğruyu anlat bize, sonradan papaz olmayalım!
- AAA! Aşk ol Tostos, şunca yıldır tanırsın beni, kimin malına göz dikmişliğim vardır. Kulüpten kazandıklarımı çocuklarımın boğazından bile geçirmedim. Onlarda ancak elbiseme, makyajıma yetiyor zaten. E geceleri çıkıyoruz, içiyoruz ediyoruz. Kolay mı be anacım!
- Haklısın dedi Andy. Jonjon’un hakkını yemeyelim kızlar. MemuSomer’in Burçak karısı yıllardır sırtımızdan para kazandı durdu, hesapları hep Jonjon ödemiştir!
- Ay rica ederim Andy, ödiycez tabi. N’olmuş yaneğğğ?
Minik prensesimiz kurulanmış baby dollerini giymiş biçimde yanımıza geldi. Hoşgeldinizzz, demişti nağmeli bir sesle. Başında türban biçiminde sarılmış havlu halen duruyordu.
- Kız, makyajsız bile ne kadar güzelsin maşallah, gel bi öpücük ver ablana!
- Aşkol Jonjon abla. Senin güzelliğinin yanında bize laf mı düşer!
- Aa! Bunun kafasına saksı falan mı düştü? Bana bak küçük orospu, bende istiyorum öpücük.
- Aa! Tostos teyzem, Jonjon’a varda sana olmaz mı?
- Ayy ne tatlısın maşallah.
- Bu karıya n’oldu? Aç falan mı kaldı yoksa sağlam bi sikici mi buldu?
- Kızlarrr kızlar konuyu dağıtmayın. Yiyin keklerinizi bir yandan da konuşalım.
Jon jon olanları anlattı. Anladığımızı pek söyleyemem ama en azından başının belada olduğu belliydi. Ortada konuşturulması gereken bir patron vardı. Bu işi de Jan’dan başka kimse beceremezdi.
Zeytinyağlı yiyemem amannn,
Anonim halk türküsü
Geylerle travestiler birbirinden farklıdır. Travestiler kadın olup gey olmadıklarını, geyler erkek olup travesti ile karıştırılmamaları gerektiğini belirtirler. Jan’a cinsiyetniz nedir biçiminde yöneltilen sorunun cevabı ise son derece net biçimde:”JAN benim cinsiyetim,” şeklinde yanıt verir. Bloğumuzun I.Bölüm’ünde okuduğunuz olasılıkla unutmuş olabileceğiniz ‘Görevimiz Tehlike’ alt başlıklı kısmını tekrar okursanız Jan’ın neden böyle dediğini de anlamış olursunuz! Blog yazılmaya başladığında 20 ama dün gece yarısından itibaren 21 olan yaşı ile artık USA’ da dahil her yerde reşit sayılacak noktaya ulaştı. Muhteşem bir partiydi; şov, eğlence, sanat ve cemiyet hayatının önde gelen isimleri ile bunlara yapışık biçimde yaşayan ve karşılıklı birbirlerinden beslenen magazin muhabirlerini de bir araya toplayan bir parti oldu. Jan iki arada bir derede yeni albüme hazırlanmak için New York’a gideceğini müjdeledi. Flaş haber olarak Taç televizyonunda geçen bu haberin içeriği gereksiz carcardan başka bir şey değildi. Partiyi size daha sonra anlatacağım. Bir magazin muhabirinin daha önce New York’a giden ama sonra kıçına baka baka dönen megaloman yıldızla kıyaslaması sonucunda Jan, gözlerini patlatarak, beni benden başka kimseyle kıyaslamayın, lütfen diyerek konuyu kestirip attı.
İnsanlar Jan’ın bütün oyunlarına geliyorlardı. Jan nasıl isterse öyle davranıyor o ne isterse onu yapıyorlardı. İşin püf noktasını yakalamıştı. Mavi boncuk dağıtmadığı tek kişi bendim.
Jon Jon’un inanılmaz oryantal şovu karşısında Mürebbiyanımın uzatmalı sevgilisi Spaniş geceye damga vuran striptizini yapmıştı. Platin peruk saçları dışında eksantrik bir şey yok sayılabilirdi; zira bin senedir üzerinden düşürmediği gece mavisi payetli sırt dekolteli ve dirseklerine kadar eldivenli demode gece elbisesini, Spaniş sahnede donla kalıncaya kadar çıkarttı. Hatta daha da ileri gitti ve donundan sözde kendiliğinden fırlayıveren yarı erekte penisini gördü millet. Doğruyu söylemek gerekirse pek çok kişi Mürebbiyanımı açık ve seçik biçimde kıskandı! Mürebbiyanım ise alaturka aristokrasisi ile önemsemez gözüktü. Kıskançlıktan götü titreyen bu kart homo, Spaniş’i sahneden indirip götürmek isteyen kalabalığı yarıp kocasına uzanan elleri kelimenin tam anlamıyla nerdeyse kırdı. Bir ara fahişe kılıklı Andy ile dedikodusunu yaptık!
- Ayol Spaniş kaçıcek, bu Mürebbiyanımın baskısına kim dayanabilir ki?
Andy, o ter kokan papatya desenli penye elbisesinin yerine nihayet siyah bir tişört ve düşük bel bir kot giymişti. Düşük bel dediysek öyle göbek altı kemeri olan değil, bikini modeli düşük belli bir pantolondu. Zaten fırlamak için yer arayan kocaman kıçı pantolona zor sığmıştı. Kalçaları ise Rönesans dönemi tablolarındaki kadınlarınki gibi pembe değildi elbette, tersine kıllı kıç çatalının ağdası gelmişti; biri ona çam sakızı ağdadan söz etmeliydi. Tostos, bol bir elbise giymişti. Gecenin anlam ve önemine uygun ve bir fellaha yaraşır biçimde tabii ki donsuzdu. Muhtemel amacı bulduğu anda karanlık bir köşede eteklerini kaldırıp kaba etlerini dövdürmekten ibaretti. Son suskun ise, avurtları içine çökmüş bir halde vızıldanıp duruyordu. Bekledim de gelmedin de, tranay tranay nom, şarkısını söylemekten içim sıkışmıştı artık.
Jan. Biricik Janım ise her zamanki gibi olağanüstü tatlılıkta idi.
Geri Halliwell, It S Raining Men
İnsanlar yalnızdır, hem de yapayalnız. Modern çağın gizli kasa anahtarı ise şifredir. Şifreler yalnızlığımızın ve güvensizliğimizin kanıtıdır. Jan’ın web sitecisinin bilgisayar mühendisi olduğunu sonradan öğrendik. Bir ara Jonjon’la aralarında yaşanan tatlı flört sırasında web sayfacısı içtikleri şarabın etkisiyle konuşmaya başlamış. Bu sırada ona yapılan blow job’un ne kadar etkisi var bilemiyoruz. Tabii, bu sır asla Jan’ın kulağına gitmeyecekti! Bir an için bu sırrın ifşa edilmiş olmasını düşünemiyorum dahi! Jonjon hanımı ile çocuklarını memlekete gönderdikten sonra bir kısım eşyalarını daha (!) bana getirerek Jan’ı konuk ettiğim fakiranemize taşındı. Evde ne gerek varsa dedirten üç hela olmasa halimiz cidden haraptı. Gelgelelim üç ayrı kadın kılıklının da aynı evde yaşamasının belki bu yazılar için malzemesi büyük olsa da bana çektirdiği sıkıntıları size anlatmak istemiyorum. Keyfiniz kaçacak.
Jan elindeki cd ile koşarak geldiğinde Jonjon, jan’a sinirle bakarak konuşmuştu:
- O cd’yi göstererek bana bi şey mi demeye getiriyorsun küçük kaltak?
- Ay ne alakası var jonjon abla, Tostos’u değil ama seni severim bilirsin. Yeni albümün lokomotif şarkısını buldum : It's Raining Men!
- Ayy gavurca konuşup durma zaten kafam karışık!
- Jan, lütfen sahnede yer alamayan karton kahramanlarla ilgili konuşma, zira tostos interneti kesik olduğu için bloğu okuyamıyor, bugün sizi düşünmediğim sırada eve geldiğinde yazdıklarımı okudu, ant verdi, keserim seni dedi, önemsemedim ama s.kerim seni deyince valliyi korktum. Tostos yokken hakkında konuşma Jan’cııım.
- Ay, iyiki geyefendimizsin yanııı.( bunu söylerken i harfini değil son zamanlarda becermeye başladığı ı harfini kullanarak yanıııı, diyordu) Andy kuzu kuzu okuyup, gülüp geçiyor. Tostos’a noluyor?
- Jan’cım küçük fahişem, yanııı bebeğim. Yaratıcımız susmamızı istiyorsa susucizzz, yoksa maazallah bu yazar milletinin sağları solları belli olmaz bizi kulübe gönderip, binayı yakıverir, haydeee, aklı tekrar esinceye kadar belki de bizi öldürür, belirsiz bırakır, onun için sus bebeğim sus, tamam mı tatlışım. Sen şarkını söyle bana.
- Ama Jonjon abla şarkımı henüz bilmiyorum ki!
- Geyefendi şu kıza bi kıyak yapıver de şarkısını söylesin.
- Senin hatrına Jonjon bir daha yapmam bunu haberin olsun…. Peki, haydi bakalım Jan, sahne senin!
Pet Shop Boys, Go West
Hayatın zorluğunu anlatmama gerek yok! Hepimiz para ve ruh ikizi peşinde koşarız. Biz geyler ise bizimle iyi sevişen birini bulduğumuzda aşık olduğumuzu sanma yanılsaması içine düşeriz. Bu duygudan uzak kalmanın yolu ne seks yapmamak ne de bizi müptezel yapacak kadar iyi beceren biri ile beraber olmaktan geçer. İkisinin ortası her zaman karardır. Az ama öz seksin kimseye zararı olmaz.
Jan’ın Amerika’ya gideceği palavrasını Jonjon’un patronu öğrenmişti:
- Madem bunca zamandır beni biliyorsunuz bari iş yapalım sizinle, demişti patronuna. Birkaç iş yapıca da sizdeki şu boş senedimi geriye alırım.
Patron Jan’ın adını duyunca ya tava geldi ya da gelmek istedi orasını bizde tam olarak çözemedik ama Jan’la bir gece beraber olursa Jonjon’un senedini geri vereceğini söylemiş.
- Aa! Aşk olsun! Nolcek ki Jonjon abla, vermediğim bi senin patronun kaldıydı bi de ona veririm olur biter, ama ya senedi geri vermezse?
- Onu ben de düşünüyorum Jan. Bu işin şakası yok! Bu pisliğe birde snei karıştırmak istemiyorum.
İkisini kenardan izliyordum. Jan daha önce ne gerek varsa kişiliklerinden Bücür için tehlikeli bir görev üstlenmişti. Bücür’ün teşekkürü siyah deri kayışı bir saatti. Bücürü bir bölüm için geri çağırmak düşüncesi bile beni rahatsız etmişti. Iyyy demiştim kendi kendime. Bücür, görev ve evimizin finosu! Jan’ın, Jonjon için bu defa hakikaten bir işe karışması beni korkutuyordu. İşin içinde para seks ve silah vardı. Aslında acayip heyecanlı görünüyordu. Ama ya başına bir şey gelirse düşüncesi de beni ürkütmüyor değildi!
- Bak Jan, çok iyisin çucuğum ama şok gençsin şok!
Jonjon, şok sözcüğünü kullanırken aslında çok demek istiyor. Jan’a özenip kendine stil yapmaya çalışıyor ama tutmuyordu tabii.
- Aslıdna Tostos’a sormak lazım. Ne de olsa Arap!
- Ne alakası var koja göbüş?
- Jan’cım, birinci dünya savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Araplar ayaklanmışlardı. Pek çok yazıya ve filme konu olmuştur!
- Ayyy, film neyse de yazıyı okuyamam! Hem zaten sen okumuşsun Koja göbüş benim düşünmeme gerek yok ki. Ben genç ve güzelim. Bu d abana yetiyor.
Gülümsemiştik. Doğruyu söylüyordu. Çok güzeldi.
- Jonjon abla, sen şu patronunu yarın gece kulübe getirsene. Hem orada onunla tanışırız hem kulüpte dans ederim senin patronunun gönlü olur. Sonrada bakarız dalgamıza.
Queen, Don't Stop Me Now
Henüz ‘Somewhere Over the rainbow’a şarkısını dinleyecek kıvama gelemediğimiz için bir takım eleştiriler alıyoruz. Oysa somewhere over the rainbow, demek için erken, oraya ulaşmak huzur ister, hatta bir parça da göt!
Gençlik ateşi geçmeden bu şarkıyı anlamanın zor olduğunu düşünüyorum. Neyse geyefendi karakterime büründüğüm takdirde yazdıklarım daha okunası oluyor. Hatta okunuyor!
Jan, MemuSomer’in, Hop Çiki ya ya serisindeki burçak’ın işlettiği kulübe gitmeye karar vermişti. Uzun zaman red ettikten sonra bunu yapmasındaki yegâne neden elbette ki JonJon ablasına yardım etmek değildi sadece. Kendini göstermek ve özgüvenini pekiştirmek istiyordu. Ben se bu atılımı gereksiz buluyordum. Kimseyi efsaneleştirmenin alemi olmadığını düşünüyordum. Bir de durduk yerde edebi geziye çıkmanın ne âlemi vardı?
Jonjon’un patronu beklendiği ve söz verdiği saatte gelmişti. Allahtan gümrükçülerin böyle bir özelliği oluyordu. Söz verdikleri saatte gelmek. Normalde vücuda göre yedi de bir oranında olan kafa adamın yemişte sıçmamış beden ölçülerinin sonucunda onbirde bire kadar değişim göstermişti.
- Bok böceklerine benziyor dedi, web sayfacısı!
- Ayy sende, iyi ki kahraman oldun şu yazıda, adamla ilgili bilgiler ne onları anlat.
- Adam 45 yaşında bir baltaya sahip olamamış gözüküyor; eline para geçmiş ama hep harcamış, banka kayıtlarının inceledim. Parası yok sayılır, para gelmiş gitmiş sürekli. Zamanında ödenmeyen borçtan geçilmiyor. Abimizin bankalar nezdinde itibarı zayıf kısacası. Sabıka kaydı yenilerde bişey yok. 20’li yaşlarda başlayan birkaç suç kaydı var! Karşılıksız çek vermiş, basit birkaç yargılanma. Ne var ki, 29 yaşındayken uyuşturucu ile ilgili bir hikayesi var. Ama aklanmış. Delil yetersizliği! Şimdiki gümrükleme işinden önce epeyce iş denemiş, bu şirkette zaten aslında başkasından kalmış ona. Ortağını nasıl yaptıysa ekarte etmiş.
- Kısacası adam alavere dalaverecinin biri desene sen şuna!
- Daha bitmedi asıl bombayı söylemedim henüz!
- Neymiş asıl bomba?
- Adam Antepli. Akrabaları kapalı çarşıda döviz işi yapıyorlar. Paranın geliş yeri orası.
- Eeee?
- Bu yeğenlerin dayısı da meşhur baron!
- Şu içeri alınan baron mu ?
- Evet!
- Kayıp mal! Ne diyosun web sayfacısı! Vay be! Vay vay vay! Çaktım köfteyiii! Baskın yapıldığında bulunamayan mal bizim dallama da! Vay vay vayyy. Aferim len sabır taşı web sayfacısı. Bana bak, Jon jon’a ötmüşsün sen asıl mesleğim mühendislik demişsin! Hangisi doğru!
- Konuşuruz Koja göbüş!
Dedikten sonra sırıtmıştı.
Web sayfacısı harbi iş becermişti. Ayrıca o akşam bara gelen tek normal kıyafetli adam da oydu. Arabayı da o kullanıyordu. İçmemesi için tembihlenmişti. Hem de Jan tarafından!
Jonjon’un patronu Dallama, barda Jan’la tanışırken onun elini öptü. Bizimkinin sırıtması muhteşemdi. Jan, rolünü iyi oynayacağa benziyordu. Bir şişe viski ile şampanya getirtildi. Jan köpüklü şarapla şampanya arasındaki ayrımı bildiği için gelen ilk şişeyi geri göndermişti. Sağlam mal getirin bana!
Dallamanın hoşuna gitmiş olmalıydı. Bunu onun kulak memesini yiyecek biçimde Jan’a söylerken bir yandan da eli tatlışımın kalçalarında geziniyordu.
Jonjon sürekli huzursuzdu! Gözleri hzuursuz biçimde etrafı tarıyordu. Birkaç kız çıkıp şov yaptılar. Genç stariçe Jan’ın kulüplerinde olduğunu ondan bu geceye özel bir şov beklediklerini söylediler. Jan, ortalıklarda gözükmüyordu. Şovuna hazırlanıyor olmalıydı. Bir ara Burçak’la göz göze geldik. Jan’ın gençliğini kıskandığı düşündüm bir an için. Kim bilir olabilirdi. Uzun zamandır ilk kez piyasada kendi kahramanına bir rakibe çıkıyordu.
Sahne kararı ışıklar tek bir noktada odaklanınca Jan muhteşem şovuna başladı! Dallama Jan’ı hayranlıkla izliyor, kahkahaları patlatıyordu. Tabii şampanyaları da… Barın üzerinde tam 34 şişe şampanya duruyordu. Kulüpte içki yoktu neredeyse. Herkese ısmarlıyordu. ,
Bir insan bir parayı rahatlıkla iki türlü harcar: Para ya kendisine ait değildir ya da haydan gelip huya gidecektir. Görünen o ki, bizim Dallama’mız da bu iki durum da mevcuttu! Jan şovunu bitirip sahneden inerken Dallamanın Jonjon’un kulağına bağırarak konuştuğunu duydum. Jon jon tamam der gibi kafa sallıyordu. Üç dakika sonra cep telefonuma mesaj gönderen Jonjon, “Dallama Jan’ı götürmek istiyor!” yazmıştı.
Ya Sonra, Ajda Pekkan
Herkes seyahati sever; ama seyahat parası için çalışmaksızın gezenler en çok severler. Jan’la dallama arasında köşe kapmaca yaşanacağı belliydi, ama Jan’la Jonjon bu konuda anlaşmışlardı. Jonjon, Dallama’daki boş senedini geri alıncaya kadar kendini koklatmayacaktı. Peki ya sonra? Senedi de iade eden Dallama rahat mı duracaktı?
Ortaya karışık bir hikâye çıkmaya başlamıştı. Karışık hikâyelerin en güzel tarafı kimin ne yapacağını belli olmamasıdır. Bazen en saçma hareketi ya da lafı söylettiğiniz kahramanınız sizi yarı yolda bırakmaz! Tıpkı o gece olduğu gibi…
Dallama cipini getirtip Jan’ı aldıktan sonra biz de peşleri sıra onları takip ediyorduk. Sabır taşı iyi bir bilgisayarcı olabilirdi ama kötü bir şoför olduğu tartışmasızdı. Geçtiğimiz bütün trafik ışıkları kırmızı yanıyordu.
- Son suskun biraz ileri kayar mısın, lütfen?
- Ayy hem birden hikayeye dahil ediliyor hem de naşlanıyorum. Nasıl bir yazı bu tanrım!
- Bana bak son suskun eğer hikayeme tek bir kelime daha edersen emin ol dallamanın yanında sen olursun, Jan değil . Ve daha da kötüsü seni sonsuza kadar o arabanın içindeki hıyarla kaybedebilirim! Sende doğru sür şu arabayı web sayfacısı kılıklı mühendis parçası!
- Tamam abla!
O sırada jep telefonuma mesaj gelmişti. Tanrım dedim bir anda bana neler oluyor; hikayenin saçmalaştığı yetmiyormuş gibi bir de Jan gibi konuşmaya başlamıştım. Cep telefonu yerine JEP TELEFONU diyordum.
“…Silivri…” mesaj bu kadardı!
Hep bir ağızdan “nassı yaneeğğğ” çektik. Geçtiğimiz son trafik ışığı da kırmızı olduğu yetmezmiş gibi bir de çevirme çıkmıştı karşımıza. Şimdi ne halt yiyecektik. Direksiyondaki sabır taşı, yanında jarse tişörtü içinde ben ve kucağımda bir anda yaşamıma girip ama bir görünüp bir kaybolan Son suskun, arkada ise Andy ve üç ton yedi yüz elli gram ağırlığındaki Tostos, kuş kadar canıyla mürebbiyanım ve de canim demekten başka bir şey bilmeyen spaniş hep beraberdik. Küçük bir polo da yedi kişi nasıl oluyorsa oluyordu işte. Her şey birbirine giriyordu!
Kızlardan birinin yazdığı kitabın adıyla :
BACA KARASI
ya da okunuşuyla
bacak arası!
İnsanların sizi yanlış anlamalarına izin vermeyin. Eğer böyle bir durumla karşılaşırsanız yanlışı doğruya çevirmek için zaman kaybetmeyin. Tıpkı bizim örneğimiz de olduğu gibi.
Takip ettiğimiz arabanın içinde kızlara arasında adam çakmasın diye dallama kelimesini Amerikalıların yaptığı gibi kısaltarak kullanıyorduk: Dallll!
Dalll bol miktarda alkollü olduğu için son zamanlarda biti kanlanan patronunun en iyi yalakası olan it Cemil ona şoförlük yapıyordu. Manita koltuğuna Jan oturmuş, Jonjon’la Dallama ise arka koltukta sıkışmışlardı. İkisi de sürekli itişip duruyorlardı.
Jonjon arabaya bindikten beş dakika sonra ‘SENET!’ demişti. Dalll ise olmaz önce Jan, diye yanıt vermişti.
Jan, it Cemil’le kaş göz anlaşmaya başlamış, arkadaki itişmeden istifade bacaklarını okşatmıştı bile. Bir ara herif Jan’ın ufaklığını da okşayınca her şey açığa çıkmıştı. Şoför harbi it denen cinstendi. Kafasına koyduğu işi yapmak için denemeyeceği yol kalmayanlardandı. Ölüyü diriyi sikip gözünü şimdi Jan’a dikecek kadar da pervasızdı. Arabanın arkasında Sarhoş Dalll ile Jonjon senet mi önce yoksa Jan’mı meselesini tartışırken ön tarafta Jan ile şöför işi pişiriyordu.
Jonjon en sonunda dayanamayıp arabanın önüne doğru eğildi:
- Dalll, Jan’la beraber olmadan senedi vermem, diyor.
- O zaman bende koklatmam!
- Duydun mu Dalll! Kız böyledir ablasını korur, iki cihan bir araya gelse vermez, aferim Jan, harbi sürtüksün!
- Mersi Jonjon abla.
Jonjon ile Jan arasındaki ne gereği varsa dedirten konuşma geçerken it Cemil‘le Jan işi pişirecek yer arıyorlardı. Jan’ın it’e kaş göz etmesi o sırada ne sarhoş dallamanın ne de senedinin derdine düşen Jonjon’un dikkatini çekmişti. Silivri’ye giden otoban’a saptıktan sonra yoldaki karanlık ürkütücü boyut almıştı. Jan bir ara çişinin geldiğini söyledi. Durmaları gerektiğini ama bir genç kızın ayakta işeyemeyeceğini bu nedenle ancak oturarak işeyebileceğini söyleyince emrine amade kulları tarafından mecburi halde alafranga bir hela bakmaya başladılar.
Edirne otobanı uluslar arası yol olduğu için bir dolu fahişe barındırır. Onların iş tuttuğu yerler ise çoğu kamyonun arka tarafı ya da batakhaneleridir. Alış veriş merkezlerine ya da lüks otellere gitmezler. Son zamanlarda biti feci kanlanan bir zenginin açtığı alışveriş merkezi it Cemil’den başkasının aklına gelmezdi. Araba oraya saptıktan sonra kısa sürede yoldaki karanlık ve sessizliğin tersi olan aydınlık ve gürültülü bir alışveriş merkezine ulaştılar.
Will we Ever Be Happy Again?*
Bir daha mutlu olabilecek miyiz?
“İkinci dünya savaşından sonra Almanların kendilerine sorduğu soru!”
Alış veriş merkezlerinin en güzel yanı insanı kolayca gizlemesidir. Bir travesti ile cd arasındaki ayrım halk tarafından pek bilinmeyebilir; ne var ki kadın kıyafetlerine bürünmüş biri genç diğeri orta yaşlı iki homonun yanına pezevenkleri andıran it kılıklı genç adam ile bir de sarhoş Dallama eklerseniz dikkat çekmemeniz için hiçbir neden kalmamıştır. Çünkü sizler, işsiz genç, hetero, hafta sonu alışverişine çıkmış çocuklu insanlardan olmadığınız gibi sosyal kalabalığın bünyesine aykırı olan türe aitsiniz. Dikkat hetero hormonları eşcinsellere karşı çok duyarlıdır; bir eşcinseli görür görmez aleyhe çalışmaya başlar; neslin tükenme olasılığı tehlikesi devam ettiği sürece de sizi başlarından atmaya çalışırlar. Onlar için yalnızca gece kulüplerinde eğlence malzemesi olmanız yeterlidir.
Tuvalet arama faslı sırasında Jan dallamanın şoförü İt Cemil’e sevişmek istediğini söylemiş; ama bu sarhoşu n’apıcaz deyince, İt Cemil, sen onu bana bırak, diye olayı halledeceğini belirtmiş.
Ucunda çıkarı bulunan İt kılıklı heriflerin sözlerine bir an için ve sadece sadece o işe özel olarak güvenebilirsiniz. Beş dakika sonra sizi satma olasılığı hayli yüksek olsa da çıkarının olduğu an sözünü tutacaktır. Jan’ın etrafında it kılıklıdan bolca bulunurdu. Özellikle bir ara müptelası olduğu taksi durağındaki şoförlerden iyi ders aldığı da belliydi. Dal taşak belli sıkı kotlar giyen dar kalçalı, orta boyu aşamayan pipili, çoklukla kirli sakallı ve gün aşırı banyo yapan hafif ter kokulu bu itler taksi duraklarında bolca bulunup orada uluyarak itler vadisinin nağmeli üyeleridir. Buyurulmaktan değil ricadan hoşlanırlar. Bir kadının ricası onlar için zaten emirdir!
İtler konusunda ihtisas sahibi olan Jan, Cemil’e de rica da bulunmuş:
- Dallamayı halleder misin?
Cemil için işin halli demek Dallamaya bir şişe daha ekstra viski vermekten başka bir şey değildi. Jan iki arada bir dere de İt Cemil’e patronunun homoseksüel istekleri olup olmadığını nazik biçimde sormuştu:
- Dallamayı gagaladın mı hiç?
İt Cemil dilini cıklatıp ı-ıh çekmişti. İçtikçe içen Dalll, sarhoş oldukça ağzından düşürmediği tehdit, küfür ve hakaretlerine gaz veriyordu. Patronunun hakaretlerine alışık olan Jonjon bile yeter ama beyeter artık deyince bu defa ne diyon ulan, yanıtıyla karşılaştı. Bağrı yanık küfürlerle ilerleyen iletişim dallamanın Jonjon’un aile yaşamına ilişkin mütecaviz sözlerle artınca ipler kopmuş: Ben var ya ben, senin karını diye başladığı sözleri yediği kroşelerle gözünü morarttıran dallama nakavt olup oracıkta sızmasa epey bir çıngar çıkacaktı. Dalll yediği yumrukların etkisiyle o an arabanın içinde sızmış; Jonjon’da o arada onun cebinden işe girerken imzalatılan boş senedini geri alabilmiş. O an bir daha kimselere senet menet imzalamayacağına ant içip tövbe etmiş! İt Cemil ise Jan’ın tadına bakmak amacıyla nereden geldiği belli olmayan para gibi birden bire parlayan Dallamanın Silivri’deki yazlığına gitmek üzere gazı sonuna dek köklemiş. Jan hem içine düştüğü polisiyenin tadını çıkartıyormuş hem de az sonra İt’le yaşayacağı sorumsuz anların hesabını yapıyormuş.
Gelvelam bizim dallama Dalll’ın şöförü İt Cemil, Lapseki Keşan hoppala paşam, deyiminin manasını araştıracak biçimdeki akademik titizlik içinde sapması beklenen Silivri yol ayrımına girmeyip bu defa arabayı İpsala yönüne çevirmiş. Tabii kızlar da neden diye sormuşlar? Meraklanmayın az sonra öğreneceksiniz dediği sırada İt Cemil arabayı 180 km’lik hız sınırını da geçerek çoktan Yunan sınırına yaklaşmaya başlamış.
Arabeske geçiş
EVLERİNİN ÖNÜ BOYALI DİREKKK,
Modayı takip etmekle arabayla birini takip etmek birbirine benzer. Her ikisi de bir o kadar zor, pahalı ve tehlikelidir. Modayı izlerken kredi kartlarınızın dolduğu yetmezmiş gibi bir de gülünç duruma düşebilirsiniz; detektifçilik oynamaya kalkışırsanız ölebilirsiniz.
Jan ile Jonjon, Dalll ve şöförüyle birlikte Silivri otobanına girmişlerdi. Hemen arkalarından girmemize karşın yetişemedik.
Yunan sınırında ne işleri olduğunu bizde bilmiyorduk ama arabamızdaki benzin bitmek üzereydi. Yedi kişiyi içine sığdıran bir polonun 180 km’lik hız sınırına ulaşması zaten arkada taşıdığı ağırlık nedeniyle olasılık dışıydı.
Tostos, rüküş ötesi Araplığını sürdürmeye meyil etmiş iken Andy az da olsa ona haddini bildirmiş; tavır koyan Mürebbiyanım ve Spaniş’te Tostos’a surat yapmışlar. Tabii, Tostos yaradılışı gereği rahat duracak cinsten değildi. Bu defa kucağımdaki Son Suskun’a laf sokmaya başlamıştı:
- Kız, sizi ben tanıştırdım ne bu samimiyet?
- Ay bilmiyorum, zaten ben oynamak istemiyorum diyen Son Suskun o sırada sabun köpüğü misali uçarak arabadan ayrılmıştı!
Zenginin malını yiyenle karısını siken zengin değil yakınındakileridir, derler. İt Cemil büyüklerimizin sözlerini doğrulamaya çalışıyordu. Üç aydır dallamanın şirketinde çalışıyordu. Jonjon işyerine ilk geldiği gün onda bir farklılık sezinlemişti. İsim koyamadığı bir farklılık!
- Bana bak Cemil eğer şu olanları anlatırsan, Allah yarattı demem bilmiş ol! Bi saattir yoldayız nereye gidiyoruz biz?
- Az kaldı abla bekle biraz daha!
- Beklemeye tahammülü olmayan bir star var arabanızda beyefendi! Onu düşünmüyorsunuz zannımja!
- Az kaldı yavrum az kaldı!
Bizse çok gerilerde kalmıştık. Ağılıktan arabanın tekeri patlamıştı. Kızlar soğuğa rağmen sere serpe yolun kenarında oynuyorlardı. Bir süre sonra kamyoncular bizi keşfetmekte gecikmedi. 12 kamyon şoförü tekerleğimizin yerine takılması için durdular! Alaturka aristokrat mürebbiyanım ile Spaniş kocası dudak büzerek bizi izliyorlardır. Tostos, Andy ve ben ise kesinlikle kamyon şoförlerinin rahatlaması için kamu hizmeti görevindeydik. Bir görev ancak hakkını bilene teslim edilmelidir. 12 kamyon şoförü polo aracın tekerleğini değiştirdiler. Ve sırayla her birine teşekkür ettik. Andy bir ara bundan sonra yeni sergimde kamyon şoförlerini anlatıcimmm, diyordu. Tostos ise bu gece yaşadıklarımdan sosyal içerikli bir film çıkartabilirim diyerek işin ciddiyetini anlatmaya çalışıyordu. İşsiz bir reklamcı olarak benim yapabileceğim tek şey vardı: Görevin gereğini yerine getirip ardından susup oturmak! Yardımsever Kamyoncu arkadaşlarımız Alaturka Mürebbiyanım ile Spaniş kocasını da aramıza davet etti. Onlar sadece işin içki kısmına katılabileceklerini bildirdiler. Ortaya yakılan bir ateş etrafında Spaniş İspanyol kadınının ateşini sergileyen bir gösteri yaptı; Mürebbiyanım ise sesiyle ona eşlik etti. Sabahın ilk ışıklarına kadar teşekkür görüşmeleri devam etti. Sonrasında saatlerdir sabırla bizi izleyen Sabır taşının uyarısı ile uyanıp yolumuza kaldığı yerden tamam mı devamı şeklindeki referanduma gitmeye karar verdik!
Ah deme ohh de!
1970 yıllarının Türk sinemasında bir erotizm furyası olmuştur. Henüz evden kaçan kızların geneleve düşme serüvenlerini anlatan sosyal içerik zamanları değildir. Daha zevk-ü sefa içinde kaybolan zamanlar söz konusudur. Ah deme Oh de; Parçala Behcet, Bu Balık Başka Balık, Lambaya Püf De, şeklindeki inanılmaz zenginlikte isimler Aydemir Akbaş, Hadi Çaman, Mete İnselel, Ali Poyrazoğlu’nun başrolünü oynadıkları filmler millete yutturulmaya başlanmıştı. Sinema tarihimizle askeri darbelerin tarihleri peşi sıra gider. Darbelerin ardından sinema kadın cinselliğine iner, araştırır. Ne yazık ki kişisel ihtilaller dışında hiç kimse bu ülkede biz eşcinseller hakkında yorum yapmaz. Yapanı da anında ibne diye tescillerler zaten. Yarı zamanlı Türk’lerden olan Ferzan Özpetek ve Kutluğ Ataman olmasa zaten geylerin yaşamlarına eğilen sinemacıda neredeyse yok gibidir.
Referandumdan çıkan sonuç pek iç açıcı değildi. Evet ve hayır oyları eşit çıkmıştı. Mürebbiyanım, yorulduğunu ve bu yolculuğun artık manasızlaştığını söylüyor Spaniş kocası ise gözlerini kırpıştırarak hayat arkadaşına katıldığını belli ediyordu. Tostos ve Andy ise otobanda kalmanın çok daha keyifli olacağını ileri sürdüler; Sabır taşı ve ben ise arabayla aramaya devam etmeyi düşünüyorduk.
Mürebbiyanım, ellerini beline koyarak ders anlatır biçimde konuşmaya başladı:
- Bak Koca Göbüş, sen, bu ( eliyle Tostos ve Andy’i işaret ediyordu) iki sürtüğü burada bırak, başlarında da sabır taşı kalsın bir yere kaçmasınlar yoksa birde onları aramaya çıkarız, bizi de şehre geri götür. Tamam mı canım?
Bunları İspanyolcaya çevirerek Spaniş’ine de anlattı. O da kafasını evet anlamında oynatıp durdu.
Tostos, Mürebbiyanımı ayrımcılık yapmakla suçladı.
Andy, insanların özgür kararlarına müdahale edilemeyeceğini, gey kimliğin aslında ötekileştirmeden kaynaklı bir politik olma halini doğurduğunu söyleyince hepimiz durup ona baktık:
- Nasıı yaneeeğğğğ?
Cep telefonum çalıp arayan kişinin Jan olduğu yazdığı anda ise kalbim yerinden fırlayacaktı.
Heyecanla konuşmaya başladım:
- Aloo , Jann! Tatlım iyi misin?
- Ayy Koja Göbüş heyejanlanma agapi mou?
- Jan neredesin sen kuzum?
- Ay Koja göbüşşş meraklanmayın iyiyiz. Yunanlı dostlarımız bize şok iyi bakıyorlar!
- Kuzum ne diyorsun? Neredesin Jan?
- Ayy bu da , film ismi gibi: “Neredesin Jan?” Peki jevap veriyorum, elinin köründe. Ayol etrafımda janti erkekler ordusu var; sabah sabah bi portakal suyuna harman edilmiş şampanya verilmiş elime, dur bir sefasını süreyim. Ayrıja fonda da sürekli olarak Sakis Rouvas şalıyor. Ay ay ay.
- Peki peki. Tamam anladık. Jon jon nerede?
- Ay o da iyi! Dur verim de kendi kulaklarınla duy. Jonjooooonnnnn!
- Alo Jonjon?
- Ablam benim, koca göbüşüm, ablam!
- Jonjonum!
- Ablam! Gurbetteyim.
- Ayol ne işiniz var gurbette, deli misiniz siz?
- Deli mi ? Ne delisi ayol. Yanımda Jan varken ben neden delireyim. Bunun normal hali bu. Ayyyyyyyyyyy
- Ayyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyy
- AAAAAAAAAAAAYYYYYYYYYYYYYYY
Geylerin ve bilumum efeminelerin ‘ay’ sıfatını kullanması meşhurdur. Bir erkek ayy çekiyorsa onun cinsel yönelimi hakkında bir durup düşünmenizi öneririz.
Bizim loğusa kılıklı geylerimiz de horon yerine ay çekmiş böylelikle herkes rahatlamıştı. Tostos, bana bak küser bu fazla aylayıp rol çalmayın derken, Andy, Tostoscum kendi adına konuş lütfen, ben kimseden rol çalmıyorum diye kendisini savunmak ile meşguldü.
- Kızlarrrrr, kızlar, toparlanın gidiyoruz.
- Askim nereye?
- Evimize aşkım. Uyy uy uy şuna bak sen annesinin bi tanasesi. Oğlum bu benim oğlum. (Mürebbiyanımda Oğlum derken u harfini inceltiyordu!)
- Mürebbiyanım siz onu severken ensest gibi seviyorsunuz zannımca.
- Sana ne?
- Anlaşıldı gene kavga başlıyor.
- Ayyyyyyyyyyyyy
- Ayyyyyyyyyyyyyyyy
- Ayyyyyyyyyyyyyyyyyyyy
- AAAAAAYYYYYYYYYYYY
ACILARIN KADINI, Bergen
Yüzyıllardır insan bedeni pazarlanmaktadır. Kadınlar, erkekler ve eşcinseller her zaman oldukları yerdeler. İsmimiz değişebilir ya da dünya tarihindeki yerimiz ama biz hep vardık. Gözlerinizi açın, bizi inkar etmeyin.
Andy, kamyon şoförlerinin etkisinden çabuk kurtulmuştu. Korku filmlerini andıran suç resimleri yapmaya başladı. Atölyesinde oturmuş laflıyorduk. Fonda feci ötesi bir Bergen klasiği çalıyordu. Ben acularr kadunuyummmm…
- Sana malzeme bulabilmek için geceleri Taksim Gezi Parkında dolaşıyorum.
- Bana malzeme için mi? Andy, seni ciddiyete davet ediyorum! Laço bulabilmek için gece yarılarına kadar soğuk ayaz demeden parkta sabahlayan birini evine alamazsın. Başına bir şey gelmesinden korkuyorum.
- Ayy dur , az kalsın unutuyordum.
- N’oldu kız?
- Şok şok şok!
- Geçen gece Cihangir’den eve dönerken Kötüş’e rastladım. Ama tanıyamadım. Biri seslendi sandım, etrafa bakındım kimsecikler yööök. Bir tek çöp toplayan adam vardı. Hani sabıkalı olunca içimden yoksa bu çöpçüyle de mi, dedim kendime.
- Eee?
- Baktım, bana mı seslenmiştiniz, dedim.
- Andy beni tanımadın mı, benim Angel!
- Ayol kırk yıl düşünsem seni burada göreceğim aklıma gelmezdi. N’oldu sana böyle? Kir pas içindesin.
Andy ile konuşan Angel denen hıyar bizim Kötüş’ten başkası değildi. Tabii dikkatli okurlar dahil – ki Bücür oğluş da okuyormuş- Kötüş’ün kim olduğunu bilmiyorlar.
Efenim, Kötüş, hali hazırda 60’ına yol alan balamozun biridir. Enfiye gibi bir adamdır. Çek çek hapşır. Kediye ve diğer kıllı hayvanlara alerjisi olanlar yanına yaklaşamaz. Elleri yumuk yumuk Hacer hanım teyze gibi boncuk işler. Andy ile yaklaşık 20 sene önce küçükçe bir aşk hikayesi yaşamışlardı. Andy, o sıralar akademiden yeni mezun olmuş gencecik bir geydi; saçları belinde, salınarak gezinirdi. Çok havalıydı, çoook! O kadar havalıydı ki onunla gezerken bir Allahın kulu olan adam bize bakmaz hepimizi çatlatırdı. Angel’la tesadüfen tanışmışlardı. Bit pazarından alışveriş yaparlarken o bana sen buna şeklinde pazarlık eden iki karizma yan yana gelirse Çukur Cuma darmadağın olur biçimindeki konuşma Andy’nin o sıralar Kurtuluş’taki evindeki helalleşme ile sonuçlanmıştı. Kurtuluştaki ev ne yazık ki fazla uzun ömürlü olamadı. O zamanlar Angel olan ne var ki kısa zaman içinde Kötüş olarak anılmaya başlanan Angel’ın emekli karısı Hürrem evi tespit edip Andy’e oturmaya gelmişti.
- Kocamı seviyor musun? Bak bennnn, Angel’ı çokkkk seviyorum. Onunla oğlumuz var biliyo mısınnnn?
Harfleri yutar ya da yımışatarak konuşur idi. U harfini kullanmayı sevmediği için ‘I’ kullanırdı.
Geylerin yorumları enteresandır. Bazen bir konunun altından öyle bir noktada iğne iplik geçiririz ki, biz bile şaşarız. Gerçek, parmak ucuna batan iğne gibi kan damlatıverir. Geylerin yakın kız arkadaşları Oz Büyücüsü filminden esinlenilerek Dorothy adıyla anılırlar. Sıradan bir geyin eski karısı ise Dorothy’likten istifa etmiştir ya da malulen emekliye ayrılmıştır. Onları çoklukla Balıklı Rum Hastanesinin delirium pavyonunda görebilirsiniz.
Hürrem, Kötüş’ü çok sevdiğini, içinde ne hevesi varsa yaşaması gerektiğine inandığını bu nedenle de oğlunun BABASI olan eski kocasının Andy ile bir ilişkisi olmasında bir sakınca görmediğine ilişkin ültimatomlar veriştirirken, seks esnasında kimin altta olduğunu sorma cüretinde bulunmakta beis görmedi. Eee dangalak bu ya , cevabını bilmediğin soruyu sorarsan kıç üstü oturmaya da hazırsın demektir.
Andy, bütün asaletiyle iki erkeğin sevişirken kimin altta ya da üstte olduğunun fark etmediğini ne var ki “Hürremcim ama çok merak ettiğin için söyliyim, kocanı siken benim!” biçiminde yanıt vermiş.
Andy’nin dili bazen yılanlaşıp adamı sokuverir.
Hürrem de aklı sıra doğuştan kadın oluşuyla övünecek ya inanmayıp koşa koşa Kötüş’e gidip durumu sorgulamış.
Sonuç mu?
Kötüş, pek tabiî ki Andy ile helalleşme biçimini inkar etmiş, yanında ağlayıp zırlayan Hürrem’ e gövde gösterisi yapabilmek adına da Andy’e telefonda ağzına geleni sayıp söverek sözüm ona kendince benzetmiş. Tabii Cihangir, Cihangir semti olalı gey kavgası görmüş müdür, sorusunun yanıtı doğal olarak evet olmakla birlikte Kötüş o gece yediği dayakla hastanelik olmuş. Gelgelelim adı üstünde Kötüş bu, rahat durur mu sana: Durmaz! İyileşir iyileşmez, İstanbul da bulabildiği bütün hacı ve hocalara servetini heba ettirmiş. Olan elektrik kontağından çıkan yangınla Andy’nin Kurtuluş’taki evine olmuş. Hürrem ve Kötüş birlikte Andy’i arayıp kıkırdayarak geçmiş olsun dileklerinde bulunmuşlar. En sonunda ilahi adalet tecelli etmiş; Kötüş çöp toplayarak Bakırköy Ruh ve Sinir hastalıkları hastanesinde yatarak şizofreni tedavisi görmekte olan Hürrem’in ilaç paralarını toplamaya çalışıyormuş.
Andy, başından bunca olay geçmesine karşın Kötüş’ün akıllandığını düşünmediğini söylemişti. Benden para almamasının tek nedeni vardı: O da kibri, şekerim!
Kötüş ve kibrini derin dondurucuya kaldıralım; zamanı gelince tekrar çıkartır gerekirse pişiririz. Andy, Jan ile Jonjon meselesini ne yapacağımı sormuştu. Ondan önce halledilmesi gereken meseleler var Andy dedim. Hem de çok mühim meseleler!
- Nedir kuzum?
- Kuzum, Jan, Jonjon ve İt cemil en son Yunanistan civarlarında idi. Bizde sizinle otobandaydık. Okur bu arada neler olup bittiğini bilmiyor. Haklı olarak da hikayenin gelişimini merak ediyor. Lakin, okur bizi tam manasıyla tanımadan neden böyle davrandığımızı anlayamıyor olabilir. Zaten biliyorsun geylerin hayatları hep merak edilir. Kısaca bize ibne deyip çıkarlar ama derinden bir merak da sürekli vardır. Özellikle de kadınlar. Kimin kimi becerdiğini ve o sırada becerilenin ne hissettiğini sorup dururlar. Sanki bütün mesele bu sorunun cevabında gizli?
- Bu çok seksist bir bakış açısı değil mi Koca göbüş?
- Katılıyorum Andy. Hatta korkunç bir bakış açısı diyebiliriz. Homofobinin temelini araştırıyor insanlar; aslında kadınlar nedenci erkekler sonuççudur. Bir ilişki biterken erkekler bitti işte ne önemi var derken kadınlar hemen neden diye sorarlar? Başka biri mi var?
- Ama sevgilim bende hemen bu soruyu soruyorum kendi kendime: neden bitti diyorum. Bundan daha doğal ne olabilir ki.
- Andy, sen kendini erkek mi sanıyorsun kuzum?
- Hayır ama erkek olmadığımı da kimse söyleyemez. Kaç tane erkeğe taş çıkartırım!
- Andy’cim yüzlerce erkeğe taş çıkartabilirsin ama vajina yalamak yerine penis emmeyi tercih edersin. Sorunun cevabı da burada!
- Hımmm!
- Hımm ya! Böyle düşünürsün işte. Ben eve gidiyorum yemek yapıcimm, akşama kızlar gelecekler.
- Ben ne getiriyim?
- Patlıcan közleyiver, pek güzel oluyor.
YEMEKTEYİZ YARIŞMASI
Geylerin yemek yapma merakları sadece YEMEKTEYİZ programıyla sınırlı değildir. Yemekteyiz programı geyler hakkında topluma bir fikir verebilir ama o itici görünümün ardında çocuksu bir yanın varlığı da unutulmamalıdır. Sonuçta hepimiz insanız. Her insan iyi ile kötüyü bir anda içinde barındırıyor. Önemli olan iyi yanımızı yaşayabilmek, yaşatabilmek…
Bizim ev.
Benim ev kızların gelmesiyle ben tekil şahsından çoğullaşarak Bizim ev statüsüne terfi etmişti. Aslında bundan memnundum. Ne de olsa hep aile özlemi içinde yaşamak isteyen biriydim. Annemle babam tam Türk filmlerine uygun biçimde uçak kazasında ölmüşlerdi. Abla kardeş kalmıştık. Beni teyzem, ablamı halam büyütmüştü. Kısa zaman içinde bacaklarındaki tüylerimi almaya başlayan teyzeme uyum sağlamakta gecikmedim. Teyzemin kocası Eftal enişte bir ara bana bakıp halimi anlamasa sanırım bugün Ankara genelevinde peçetecilik yapıyor olabilirdim. Neyse ki adam halime acıdı beni yatılı okula yerleştirdi. Hayatımın en korkunç aşkını ilk orada yaşadım. Tuvalette pandik atmak için biri ışıkları söndüren diğeri de işini gören oğlanlardan korunmaya çalışırken Avcı’ya aşık olmuştum. Yaralı bir ceylana dönüştürüp, koklanmadık yanımı bırakmayan Avcı o ana kadar bildiğim her şeyi unutturdu. Bütün acılar yer ile yeksan oldu, aşk acısını tattım. Mahvolmuştum! Acıdan şırıl şırıl damlayan göz yaşlarım durmak bilmeksizin geceler boyu akıp durmuştu. İşin acısı aşk bitince yaşanıyor. Ama ya tatlı yanları… Dişlerin bir birbirine çarpa sürte ilk öpüşmemiz, sakallarımızın birbirine batması, Avcının uzun koltuk altı tüyleri, yumuşak biçimli karnı, sert kalçaları ve kaskatı pipisi, içimi ılıklaştıran öpüşleri. Her şeyi bambaşkaydı. İlk defa meme uçlarımı öpmüş, kalçalarımı, sıkıştırmış, apış aramın tadına bakmıştı. Muhteşemdi. Uzun ıslak sevişmeler sonucu bir gece hepten kandırdı. Kanmaya dünden razı gönlüm onunla zifafı andıran ilk sevişme yolunda beni bulutlarda uçurmuştu. Leş gibi kokan bir helada domaltıp içime girivermişti. O kadar güzeldi ki, o anın bitmesini hiç istememiştim. Bana sarılırken, işte mutluluk bu diye düşündüğümü anımsıyorum. Yaşama yeniden başlamıştım. Annemle babamın ölümünü ilk onunla atlattım. Aşk bana iyi gelmişti.
Yıllar var ki onu görmedim. Özlüyor muyum? Hem de çok. Gelgelelim hayat her zaman adil değil. Bugün elini uzatsa sonsuza kadar onunla ve bir an olsun kimseyi – kendimi de unutma pahasına hem de – düşünmeksizin elini kavrar ölüme kadar giderim. Sizin anlayacağınız, Avcı’sız geçen yaşamımda çok yalnızım. Çünkü Avcı’ya olan aşkım bitmese de artık bir daha yan yana dahi gelemeyeceğimizi bildiğim için çok çok yalnızım. Zırıl zırıl bir yalnızlık hali hem de.
Bizim evden nereler geldik. Yazmanın en güzel yanı da burada zaten… Lafın gelişi ile devam edişi bir farklı oluyor!
Jan’ın gelişiyle benim ev çoğullaşmış ve bizim ev olarak anılmaya başlamıştı. Yemekler, içkiler, şaraplar, misafirler, laçolar, geyliğe adım atanlar. O gece de geyliğe adım atacak olan bir arkadaşımız vardı. Görünüşü ile Alman özü ise has be has Türk olan, adı ile uyumlu boyu olan Mandalina.
Mandalina, plastik fabrikası olan hayli zengin bir adamdı. Zamanında da epey yakışıklı olan bu adam vaktini ve parasını kadınlara harcamıştı. Ama gün gelmiş ben n’apıyorum diye kendine sormuş en sonunda da çok ciddi uğraşlardan sonra gey olamaya karar vermiş.
Onunla internette bir gey sitesinde eşleşmiştik. Tabi netten konuşma sırasında küçük dijital pencerelerden insanların ben buyum diye sergiledikleri fotoğraflarla yüz yüze geldikleri sıradaki gerçek çoklukla birbirinden farklı oluyor. Daha net anlaşılması için şöyle anlatayım: Bu tip sitelerde yaşınız, boyunuz, kilonuz, cinsel ilişkideki rolünüze kadar her şey sorulur. Verilen cevaplara göre hareket ederseniz ayvayı yersiniz: Çünkü yazılan kilonun ve yaşın üzerine en az beş hatta 20 eklemeniz gerekebilir; boy ise 1.68 genelde 1.73 olarak yazılır, 1.73 ise 1.78. nedense bu beş santimlik artışlar söz konusu olabilir. Kısacası yaş ve kiloda yazılanlara artı beş, boyda belirtilen uzunluğa ise eksi beş koyarak gerçekçi rakamlara ulaşabilirsiniz. Cinsel rol ise şu şekildedir: Aktif yazan, hem alır hem verir, Aktif versatil yazan çoklukla verir, versatil yazan pasiftir; pasif yazanlar ise genelde kadıncıktır!
Mandalina ise ne yazıyor ise tıpkısının aynısı idi. Peki ya ben? Ah ben, ah ben, tam 23 kilo eksik yazacak kadar utanmazın biriydim.
ÇEKİRDEKSİZ MANDALİNA
Andy ile Mandalina benim evimde tanıştılar ardından da dört yıl sürecek bir eşleşmenin ilk adımını attılar. Mandalina, Andy’i anlamamıştı. Neden bunu söylüyorum , çünkü anlasa ömür boyu kulu kölesi olacak parçayı elinden kaçırmıştı. Mandalina gey barların müptelası olmakta gecikmedi. MemuSomer’in hop çiki ya ya serisindeki Burçak’ın işlettiği gece kulübünün kapısının önünden bile geçmedi. Tersine , Konstantin, Bizans, Aleks gibi aklınıza gelebilecek bütün düşük yerlerin bir numaralı müşterisi oldu. Genç oğlanlarla kırıştırdı. Gittiği barlarda uzun, yapılı ve doğuştan sarışın olan bu adamı herkes alman sanıyor bu nedenle İngilizce konuşmaya çalışıyorlar ya da konuşmaktan kaçınıyorlardı. O da en sonunda çareyi bularak kendine tişörtler bastırmıştı: “ Ben Türküm, Türkçe konuşurum!”, “Laçom yok, Bu gece gurup istiyorum!”… mandalina’nın tişörtlerindeki yazıları okuyanlar ona yamanıyordu. 20-30 liralık laçolara 100 lira veren Mandalina’nın etrafında Çingen sikicilerden geçilmiyordu.
Mandalina, geçmiş günlerin acısını çıkartıyordu: Evde dildosunu ilgili yerine yerleştirip ardında bisikletle markete gidecek kadar fütursuzlaşmıştı. Tabii maksadımız Mandalina’yı anlatmak değil. Mandalina gibi çatlak bir herifi çekebilen Andy’i anlatmaya çalışıyoruz.
Andy, büyük bir sabırla Mandalina ile tam dört yıl geçirdi. Kendisinden 20 yaş büyük amcayla yaşadığı dönemde hiç senini çıkartmadı. Tersine ilişkisinden sitayişle söz etti. Mandalina’nın başkaları ile düşüp kalkmasına da aldırış etmedi, duymazdan geldi. Andy, cinsel sadakate inançsız biri değildir. Gelgelelim gey ilişkilerin doğası gereği insanın mezhebinin genişlemesinin mümkün bulunduğunu ve Mandalina’nın 56 sene boyunca gerçek olmayan bir yaşam sürmesi nedeniyle onu özgür bırakması gerektiğine inanmıştı. Andy pek çok şeyi görmezden geldi, sabırla Ne var ki Mandalina dört yılın sonunda çöp oldu. Tek bir sözle hem de; dangalak biçimde Andy’ e de fütursuzca konuşmuş: Gurup istiyorum!
Andy, sabırla yutkunmuş ardından da tek bir laf etmiş: Ha siktir ordan!
TOSTOS
Geyler birkaç alt guruba ayrılıyordu: Onlardan biri de “Sadece sikerim’ciler” gurubu. Bu tip eşcinsellere her yerde rastlanabilir. Onlar kaş göz arasında göt sikip çaktırmadan kaçmaya meyillidirler. İçsel faziletleri kendilerinden menkuldür.
Tostos kıçına şaplak atarak pasif ilişkiye girmediğini anlatıyordu :
- Bu göte Kurşun işlemez. Beni sikecek adam anasının karnından doğmadı!
- Tostos büyük konuşup durma, en sonunda ben atlayacağım sana!
- Yapamıyorum! Birkaç defa vermeye kalkıştım canımın yanmasından yapamadım.
Tostos, kaç kez vermeye kalkıştı ve aktif olan partnerinin aletinin başı o sırada pasif durumda olan Tostos’un eşcinsel organına ne kadar girdi, ve o giren organ orada ne kadar kalınca ve ne yapınca Tostos’u vermeye tövbe ettirten pişmanlığı sergiledi bilemiyoruz ama aklımıza yatan çözümü geycinsel arkadaşımız şöyle açıkladı . Virgülüne dokunmadan alıntılıyoruz: “ anam bunlar böyledir, koca koca adamlar yani bear diyorlar kendilerine, kıllı mıllı, şöyle götlü göbekli bunlar kendileri gibi birini bulduklarında yemedikleri nane kalmıyor. Bunlar alırlarrr, verirlerrrr, aklınıza ne gelirse. Ama bu Tostos inkar ediyor ya bak o şu şeklide olmuştur.
Olasılık 1- Tostos domalmıştır, öbür ayı da bunun içine harşş diye girmiştir;
Olasılık 2- Tostos gene domalmıştır, öbür ayının aleti çok büyüktür ve Tostos alamamaktadır;
Olasılık 3- Tostos domalmıştır, adam içine girip çıkmıştır ama bu arada hızlanınca Tostos’un canı çok yanmıştır , Tostos’ta çık içimden diye ortalığı birbirine katmıştır.
Olasılık 4- Tostos vermekle verememek arasındaki dünyadadır. Bu durumu yalancı dünya olarak tanımlayabiliriz. Aklınıza ne gelirse!
Fonda Nahide Ekengil çalmaktadır.
OTOBANDAKİ GECEDE OLANLAR:
Nahide Ekengil piyasaya henüz yeni sürülen bir anti kahramandır. Onu dinleyen bazı kahramanlarımız onun kurmaca karakter olduğunu bilmektedir. Fakat Jan’dan esinlenerek yaratılan Nahide Ekengil karakterinin önündeki engellerin kaldırılarak yolunun açılacağını umuyoruz. Önemle belirtiyoruz ki, taklitler aslını yaşatır!
Blogumuz için çeşitli söylentiler kulağımıza gelmektedir. Bunlardan biri de blogumuzu yazan kişinin Hop Çiki Ya Ya serisi yazariyesi MeMuSomer olduğuna ilişkin dedikodudur! Adı üstünde dedikodu… MemuSomer ile hiçbir alakamız olmayıp, bundan böyle onun travesti kahramanı Burçak’ın işlettiği kulübe gitmeyeceğimizi de önemle belirtiyoruz.
Kızlarla beraber aldığımız ortak tavır sonrasındaki cevabımız şudur :
- KISKANANLAR ÇATLASIN!
Jonjon ile Jan’ın peşinden Silivri otobanında tekerleğimizin patlaması üzerine bize yardım etmek, tekerleklerimizi yerlerine yerleştirmek amaçlı olarak duran kamyon şoförlerimizi buradan gene sevgi ile selamlıyoruz. O çapkınlardan Düzce’li Hasan’ a sesleniyorum: Koçum nerdesin sen yaa? Neden aramıyorsun?
Tostos’la al takke ver külah olarak helalleşen Karacabey’li Hamdi, Erdek’li Hüsrev, İnegöl’lü Kadir, sizleri bir ara blogumuzda röportaja davet ediyoruz. Zira Tostos o gece olanları inkar ettiği gibi, aracın patlayan lastiğini taktığınız için Andy , ben ve Tostos size teşekkür amacıyla bizimde patlak lastiklerimiz olduğunu ve onları şişirmek amacıyla hava pompalamanızı rica etmemiz üzerine aramızda gerçekleşen teşekkür işlemi sırasında, Tostos, Karacabey’li Hamdi, Erdek’li Hüsrev, İnegöl’lü Kadir arkadaşlarımızın kendisine teşekkür ettiklerini iddia etmektedir.
Vay anasına sayın seyirciler , pardon okurlar. Tostos açık seçik yediği yarakları inkar ederek kamyoncular beni değil ben kamyoncuları siktim demeye getirmektedir. Edepsizlik! Ayyyyyyyy!
MÜREBBİYANIM
Asaleti başka yerlerde aramayınız, o insanın yüreğinde gizlidir!
Blog yazarları olarak oturduk düşündük taşındık. Mürebbiyanımı en iyi tarif edecek cümlenin bu olduğuna inandık. Tabii mürebbiyanımın bütün geyefendiliğinin yanında aynı anda tam bir mahalle avradı olduğunu da eklemek gerekiyor.
Geçen Pazar günü onu ziyaretine gittim. Evde fetusu andıran bol miktardaki sanat eserleri ve sado mazo seks içeren tabloları görseniz zaten nereye düştüğünüzü anlarsınız. Birincisi bütün ev bembeyaz. Bunun naçizane nedeni ise mürebbiyanımın eski manitasının siyah renge olan düşkünlüğü imiş. Geyefendimiz Tepkisel olarak her yanı beyaza boyamış. Yerler bembeyaz, duvarlar bembeyaz, iç çamaşırlar ve çoraplar bol miktarda limon sarısı ile Çingene pembesinden oluşuyor o ayrı. Evin şurasına burasına serpiştirilmiş tüyler ya da maskeler yok, gelgelelim evde bol miktarda makyaj malzemesi ile takma kirpik mevcut. Banyoda bol miktarda ağda, her yanda ne gerek varsa dedirten mumluklar. Karanlıkta içi şişen biri için belki affedilebilir ama beyaz renge bakmaktan kar körü olmanız da an meselesi. En iyi çözüm Mürebbiyanım evinde güneş gözlüğü ile oturmak.
Mürebbiyanım ile Spaniş sevgilisinin beraber yaşadığı evin yatak odasını ise görmeniz lazım. Kırk tane kadını bir araya getirseniz dahi onlarınki kadar zarif bir yatak hazırlamanız olası değildir. Kat klat yastıklar, ekru renklerde iç çarşafları ( bunu Türkler bilmezler genelde gavurların kullandığı bir yöntemdir) yorganı, battaniyesi, yatak örtüsü, yatak örtüsünün süsü, yatak örtüsünün süsünün süsü üzerine iğne oyalı bir baş örtüsü. Kendimi tutamayıp “ Ayol bu ne ?” dediğimi anımsıyorum.
- Spaniş geceleri dua etmeden yatağa girmiyor!
- E iyi güzelde, Spaniş kadın yahu!
- Ama Türkiye’de yaşıyoruz. O benim dini inançlarıma duyduğu saygı gereği başına örtüyü atıp onunla dua ediyor. Bakire Meryem gibi hissediyormuş kendini!
Gözümde canlanan manzara şuydu:
Spaniş başına attırdığı iğne oya işli beyaz mevlit örtüsü ile dua ediyor, Mürebbiyanım ise asaletin timsali olan siyah renkli iç çamaşırları ile file çorapları ve jartiyerleri ile elinde kırbaç Spaniş’e ceza veriyor.
Oh my god!
İnsanları özgür bırakmak gerekiyor. Özgürlük tehlikelidir, tehlike ise içinde suç barındırır. Suçu tatmayan insan özgürlüğün kıymetini bilemez. Olsa olsa ev kızı olur çıkar. Bunu özümseyen Mürebbiyanım ise sürekli olarak elinde kırbaçla dolaşır.
Spaniş kocası ise sarışına yakın bir renktedir. Kırmızı ve zeytuni yeşili pantolonlar giyer, şapkasız çıkmaz çünkü keli üşür. Muhtemeldir ki ajandır ama bunu inkar eder. !0 yıl kadar Orta doğu ülkelerinde yaşamıştır. İslami terör örgütlerini incelemiş ve bol miktarda terör örgüt üyesini yakınen tanıdığını iddia eder.
Bana kalırsa bilgi sızdırmak için yapmayacağı iş, çevirmeyeceği dolap yoktur. Maazallah eline düşsek sanırım bizi keser. Sisli cihangir gecelerinde onunla karşılaşmaktan ödüm patladığı için o gecelerde Tostos’un radyoaktif saldırı esnasında dahi güvenle kullanılabilecek sığınağı andıran evinde kalırım. Tabii Tostos’un ekşiyen suratı o sırada gülümser, gülümser, gülümser ve o kadar çok gülümser ki en sonunda karşınıza Batman film serindeki Joker kahramanı olarak çıkar. Korkunç maskeler. Ayyyy
IV. BÖLÜM
Baudelaire, Lorca, Sappho, E.M. Forster,Enderunlu Fazıl Bey,Oscar Wilde
SESSİZ GEMİ
“Yahya Kemal Beyatlı’nın şiiri”
“Yahya Kemal Beyatlı’nın şiiri”
İnsanları takip etmenin modayı takip etmekten daha zor olduğunu söylemiştik. Fikrimizde ısrarlıyız. Takip ettiğiniz kişi özellikle Jan ise gerçekten tehlikeye açık bir denizde yüzüyorsunuz demektir.
İt Cemil, Jonjon’un patronu Dallama yani kısa adıyla Dall, Jonjon olmak üzere İpsala yolundan Enez körfezine sapmışlar.
Ege denizinde Yunanistan ile Türkiye arasındaki doğal sınırı oluşturan Meriç nehrinin denize döküldüğü yerde bizim Enez, Yunanlıların ise Evros olarak adlandırdıkları delta vardır. Denize vardıklarında İt Cemil’in itelemesi ile kendilerini bekleyen yata binmişler.
12 metrelik yatı gören Jan ise o sırada yanında yeteri kadar kıyafet olmadığına hayıflanarak Jonjon’a söylenmiş. Jonjon’da ses çıkartma küçük kaltak diyerek tekneye girmişler. İt Cemil 007 james bond misali bindiği her aleti kullananlardanmış. Teknede görevli birkaç denizci baydın durumda olan Dall’ı karga tulumba yata taşnmışlar. İt Cemil’de dahil olmak üzere yattaki herkes Yunanca konuşuyormuş. Jan, jemil’in yunanca konuşmasını dinledikçe bana şiir okuduğunu düşünüyordum, ay adam şayir gibiydi!
Bizimki İt cemil’e hasta olmuştu. Sürekli adamı övüp durmuştu.
Bizimki İt cemil’e hasta olmuştu. Sürekli adamı övüp durmuştu.
- Hayatım, 007’den şok şok ( çok çok demek istiyor) daha iyi . En son Danyel Kreg ‘in oynadığı 007 serisinde o sarışın itin denizden çıktığı sahne var yaa, Jemil aynı o, billahi ölürsün. Jemil’in geniş omuzları, dar kalçaları, karnındaki baklavaları, baklavaların aşağısındaki gergin yerlerde hafif renkli vizon gibi yumuşacık tüyleri…
Jan kolaylıkla erkek beğenmez. Bir erkeği beğenmesi için o adamın ya çok zengin ya da gerçekten çok yakışıklı ve iyi sevişen biri olması gerekir. Yoksa Jan anında adamı harcayıverir.
- Jemil, şok hoş janım. Arabayı hızlı sürüyor, tekneyi şok iyi kullanıyor. Eminim helikopterde kullanabilir. Zaten uşarkende sevişmek fantezim vardı. Onu da deniyjjjiiimm umuyorum.
Jan yaşadıklarını bana anlatırken adeta kendinden geçiyor o anları tekrar yaşar gibi dalıp gidiyordu. İt Cemil’den etkilenmişe benziyordu. Tabii Jan’ın bir erkekten etkilenmesi ile onu naşlaması toplam üç gün sürerdi.
- Jemil bizi tekneye bindirdikten sonra zaten duş yapmam gerektiğini söyleyip bana tahsis edilen odaya gittim. Muazzamdı Koja Göbüş. Yuvarlak bir yatak vardı, mesela , şok şık işkiler, kanyaklar, tabii ki şampeyn yani dear. Ondan sonacıma, gardıropta ki elbiseleri görsen . Aklını yersin, yersin, yersin. Siyah bir DKNY, yeşil sırt dekolteli DG, manyakça katmer tatlısı gibi şöyle kat kat kat Vivyın Westvud’un sarı bir elbisesi ama nasıl bir sarı, Oscar Delarante, Allahımmm, o ne elbiseydi ölmek istedim bir anda ve beni onunla gömsünler! Soğan rengi. Böyle bir sadelik yoktu yanııı. Ay bir tane de Yıldırım Mayruk!!! E dedim ben bunu Yıldırım beyfendiye söylemez miyim? Zaten defilesine çıkartmak istiyodı beni biliyosınn. Ayy adam dünya çapında ayol. Bu bizim çalıcı yeniler gibi terzicik felan değil!
Jan’ı düşündüğüm zaman onun genç ve istekli hali bana şaşırtıcı gelmiyordu. Hatta hırsının hoşuma gittiği bile söylenebilirdi. Web sayfasını yaptığımız sırada Sabır taşı web sayfacısını baştan çıkartmış, Ajda Pekkan’la birlikte düet yaptığını yazdırmış ardından da Sabır taşı’na yaptırdığı fotomontaj ile Ajda ile aynı karede yanak yanağa görünmüştü. Web sitesinin fanları oluşmuş haftalık 120 bin tıklamaya erişmişti. Bu kolay bir başarı değildi. Jan şöhret basamaklarını tırmanırken toplumla barışarak yaşıyordu. En son İt Cemil ile birlikte karıştırdığı olaylar sonrasında, Dalllama Dall kodesi boylamıştı. Yunanistan’a insan tacirliği yaparak para kazanmanın yolunu keşfeden Dall, kısa süre içinde büyük paralar götürmüştü. Biz onun elinde hali hazırda Silivri cezaevinde tutuklu bulunan Baron’un malının olduğunu zannederken aslında insan kaçakçılığı yaparak hayatları mahveden bir zombi olduğunu düşünememiştik. İşin enteresanı İt Cemil sizinde çakozladığınızı zannettiğiniz üzere istihbaratçı bir aynasız değildi. Meğer adam Türkçeyi 42 lehçe ile konuşabilen bir Amerikan casusu imiş. 4 senelik bir operasyon sonucu Afganistan, Pakistan, Irak, gibi orta doğu ülkelerinden ’dan Avrupa ülkelerine insan ticareti yapan şebekenin çökertilmesi için tek tabanca olarak çalışan uluslar arası bir ajan!
İnsan bunları duyunca şapka çıkartıyor. Jan, İt Cemil diye tanıdığımız ama gerçek adını kimsenin asla öğrenemeyeceği Jim ile küçük bir aşk hikayesi yaşamıştı.
Dall’ı, Enez’den bindikleri tekne ile önce Yunan tarafına geçirmişler; amaç Dall’ın bütün bağlantılarını ortaya çıkartmakmış. İnsan kaçakçılığını engellemek için Avrupa Birliği tarafından Türk Yunan sınırına yerleştirilen askeri güç Dall’ı tabiri caizse öttürmüş. Jan bu sırada tahmin edeceğiniz üzere portakal suyu ve şampanya karışımı ile ağırlanmış ve epey teşekkür almış. Jon jon da bu teşekkürlerden sebeplenmiş. Zira iki ay geçmesine rağmen cd takılmamıştı. En fazla yaptığı bizim eve gelip makyaj yapıp salonda gezinmek oluyordu. Karısı kadın olmaktan vaz geçti düşüncesiyle epey sevinmiş. Ama hevesi kursağında kalmış çünkü Jonjon’u en son bir erkekle basan da gene karısı olmuş.
Bana gelince, küçük bir ajansta kreatif direktör olarak işe girdim.
Çalışıyorum. Şimdilik tabii.
Yakında Jan’ın hayatını anlatan kısa bir belgesel çekilecek ve bu belgeselde art direktör olarak çalışmam isteniyor. Şaka gibi olacak ama para dahi kazanacağım.
Jan artık, kendi evine geçti. İt Cemil ya da Jim adı her ne ise onunla mutlu biçimde koklaşıyorlar.