14 Ekim 2011 Cuma

II.BÖLÜM






















ŞÖHRETİN BEDELİ













                                                                                   






















Blogun İlk bölümünde yazdıklarımı yeniden okudum. İmla hataları bir yana bazı zaman kaymalarını görünce kimi yerlerde nası yaneğğğğ diye tepki veren ben oldum. ( Dum dum dum ekolu bir dum!)  Mantık hataları da hatırı sayılır miktardaydı. ( dı dı dı ekolu bir dı!)  Ne var ki yazdıklarımı okuyan kızlar  bayıldıklarını söylüyorlardı. Tabii, kıskançlıklarda yok değildi.  Andy  ipek gibi ruhuyla sayfalarda gezindiğini söylerken Tostos küfür ediyordu:

-  Mezdeke grubunu anımsatan dansöz kıyafetimi neden açık ettin sırımı herkes öğrenecek!

Jan, Les Ottomans otelden benim eve iki arada bir derede geri taşınmıştı. Otelin parasını ödemeyen fermuarcı bununla yetinmeyip içip içip kapısına dayanıyormuş, otelcilerde bunu kışalamışlar.  

Olmayan bir para ödenemez! Onca şa şaaya karşın Jan’ın parasızlığı da vakıadır. Para veremeyeceği için tekrar benim eve  geri dönmüştü. Zaten evden ilk giderken öte berisini götürmüş olmasına karşın birkaç bavul duruyordu. Andy o bavulları açıp içindekilerle bir sergi yapabilirim demişti. “Dönüşümün muhteşem izleği“ isimli bu sergiye Tostos karşı çıkmıştı.

-          Olabilemez, demişti. Böyle de davranılmaz ki? Biz aydın insanlarız bu topluma karşı sorumlulukları olan kişileriz. Yapmıyın kardişim! Sanat bu kadar ucuz değil, popülist davranıyorsunuz diyordu.

Bize bu lafları giydiren Tostos’u bir defasında beşinci sınıf gey barlara gittiği için eleştirmiştik. Kızlarla birlikte hep beraber gittiğimiz tek bar Hop Çiki Ya Ya’nın sahibesinin kulübüydü. Ayrıca karton kahramanların kalkıp gerçek barlarda ne işi ola ki? Ama Tostos bu! Gittiği varoşun varoşu barı bize sunumu evlere şenlikti:

-          Ben orada sosyolojik incelemeler yapıp sanat çıkarımları gerçekleştiriyorum!

Duy da inanma!

Bu arda Jon Jon bir süredir ortalıklarda görünmüyordu.  Birkaç kez telefonla aramama karşın telefonu meşgule alıp duruyordu. En sonunda  o beni aradı: Lakin umumi telefondan!
-          Elöööö
-          Alo Jon jon
-          Bacım  nassın?
-          İyiyim, iyiyim. Çoluk çombalak yuvarlanıyoruz işte.
-          Telefonlara çıkmıyordun merak ettik seni!
-          Ayy sormayın! Sizi korumak için telefonunu açmadım. Telefonlar teknik takipte, dinleniyoruz.
-          Ayy sende mi bu paranoyaya kapıldın Jon Jon!
-          Dinle gıı, bırak şimdi entel kritiklerini. Hanımla çocukları bu akşam memlekete gönderiyorum sonra görüşürüz. Yarın telefonun açık olsun!
-          Peki.

Telefon kapanmıştı. İçime bir kuşku düşmüştü. Neler oluyordu. Yoksa polisiyeye doğru mu gidiyorduk?

            Polisiye yazmak sanırım zordur. Küçük bir öykü dışında hiçbir denemem olmamıştı. Ki zaten o öyküde 20 sene önce yazdığım ve hiçbir yerde yayınlamadığım bir şeydi. Gerçi elimde yeterince malzeme vardı. Şöhret olmak ve sevişmek için hişç bir fırsatı kaçırmayan baş karakter Jan, her konuda dikkat çekebilir böylelikle polisiyelerde gerekli olan dikkat dağıtma vazifesini görebilirdi. Web sayfacısını bilgisayar mühendisi yapıp, teknolojik üstünlük sağlayabilirdim. Andy, Tostos, Mürebbiyanım ve aşığı Spaniş gelişmiş karakterlerdi.  Hikaye yan karakterler üretmeye elverişli idi. E canım MeMeSomer’den ne farkım vardı! Senelerdir yaşlı bir travestiyi oynatıp duruyordu.  Jan bunu hayda hayda becerirdi de, asıl sorun ben kıvırabilecek miydim?

            Seni öldürmeyen sorun güçlü kılar, önermesinin üzerine gitmenin gerekli olduğu zamanla karşılaşmıştım. Aslında hayatım boyunca günde üç kez bu önermeyi devşirip duruyordum, oysa şimdi durum değişmişti. Reytingi ve sabit okur sayısı hızla artan bir blog yazıyordum.  Birkaç attırık dedikodu malzemesi fırlatmış, sonra usul usul oradan Biricik Can’ın hikâyesine doğru yollanmıştım. Oltaya gelenler geldi, gelip yemi beğenmeyenler gitti.  Yaptığım eğlenceli bir edebiyat oyunundan başka bir şey değildi.  Hem kendimin hem de arkadaşlarımın alterleri muazzam biçimde ortaya çıkıyor bundan da keyif alıyorduk. Oysa şimdi olay biçim değiştirmeye başlamıştı bile. Ben ve benim gibi düşünenlerin bir araya gelmeye başladığı sahici bir blok oluşuyordu. Okur tepkilerinden bunu anlayabiliyordum. Birinci tekil şahıs ağzından anlatılan her palavra da olduğu gibi işi ayrıntıyla süslüyordum. Şahısları ve olayları gerçek zanneden kimi okurlar kimliklerle ilgili olarak bana tahminlerini iletiyorlardı.  Ve daha korkuncu başıma gelmeye başlamıştı. İngiltere de yaşayan sadık bir okurum ünlü olmak istemediği için yazıya konu olmak istemediğini ama kimliğime ilişkin tahminleri bulunduğunu söyledi. Tek istediği Jan’ın çevirdiği video klipe nereden ulaşabileceğini öğrenmek istiyordu. Ne yanıt vereceğimi şaşırmıştım. Bu kadar mı sahici yazmıştım? O zaman okurun istediğini vermekle yükümlüydüm. Yalana inandıran sonuçlarına da katlanacaktı!  Sadık okuruma verdiğim ‘Yorum Yok’ mesajını alıp küserek giden okurumu geri kazanmalıydım. Yazdıklarımın yalan değil fantezi olduğunu anlatmalıydım.







NAZAR BİZE KAÇ YAZAR



Pasif eşcinseller eşektir!
Pasif eşcinseller kadındır!
Pasif eşcinsel ibnedir, onu siken de erkek!

Andy, hayatım bu toplumun anlayışı böyle deyip sigarasından derin bir nefes çekti. Bak sana ne anlatıcimm diye başladı söze:

-          Malum arada sırada karton kahraman olmaktan sıkılıp gerçek dünyaya karışıyoruz. E o zamanda senin bloğunda yazdığın kulübe değil, Tarlabaşı caddesinin  üzerindeki hurdacıların takıldığı bara gidiyoruz. Geçen gün evden çıktım, oraya buraya takıl falan derken, caddenin üzerinde ıvır zıvır satan seyyar eskiciye rastladım. Baktım tam benlik lokmalar. Ayy, eskinin eskisi kırmızı küçük bir buzdolabı! Nasıl şirin, nasıl tatlı bişiy. Şeker kız Candy ile Ken’in evcilik oynadıkları evlere yaraşır! Çok hoşuma gitti. Adamla konuşuyoruz fakat herifin yüzüne bakmıyorum bile. Bir ara adam bana, abi siz Çukur Cuma’da mı oturuyordunuz? Diye sordu. İçimden çukurdan çıkamıyorum ki diyecektim vaz geçtim.

  -  Hayır ama sık giderim oraya.
  -  Sizi antikacılardan alış veriş yaparken görmüştüm de!
  -  Doğrudur, dedim. Alacağım bir şey olmadığı için ve günlük eşelememi yapmıştım, kadın ruhum tatmin olmuştu, geriye kalan sadece o akşamki erkeğimi bulup onunla hoşça vakit geçirmekti. Biraz yürüdüm şakkk diye alnıma vurdum! Ayol rahmetli İsmet Ay gibi olmuştum! Kim çıksa beğenirsin, karton karakter olmadığım bir gece gittiğim barda ortalıkta azgın biçimde dolaşırken bu maviş gözlü Kürt güzelini görmüştüm. Kasımpaşa tarafında bir rezidansta kalıyorlardı; bekâr odasında beş kişi muhabbeti.  E tabii karanlık oda yok! Ben de bunu merdivenlerde emmeye başladım, çok affedersin ağzıma boşalmıştı!

Andy bunları anlatırken kırk yıllık ibne olan benim bile ağzım açık kalmıştı.
-      Kız bana bak hastalık mastalık kapacaksın, demekle yetindim. O sırada telefonum çaldı. Jonjon arayacaktı; bir yandan ondan haber bekliyor diğer yandan da iş başvurusu yaptığım yerlerden biri arar diye umutlanıyordum. Arayan ne Jonjon ne de iş görüşmesi yaptığım herhangi bir şirketti.

-          Alo,
-          Ne haber Koja göbüş,
-          İyi Tostos, Andy’le oturuyoruz. Sen de gel istersen!
-          Az işim var! Evde her şey kırılıyor, dedi sinirli biçimde.
-          Bi nazar okusan, tütsü mütsü yapsan! Sen Arapsın bilirsin öyle şeyler!
-          Ayyy, evde üzerlik tohumu vardı, dur yakiiim onu bacım.

              Geyler büyüymüş, falmış, nazarmış pek meraklıdırlar. İşi iyi gitmeyenin, sevgilisi kaçanın sığındığı yer gizemli dünyadır. Gerçeklerden kaçmayı çok severiz. Kendi itilmiş dünyalarımıza gizlenip orada can vermeyi bekleriz. Bir saat kadar sonra Tostos’ta aramıza katılmıştı. Andy mutfakta ıslak kek yapmakla meşguldü. Jon jon arayıp bütün hanımefendiliği içinde müsait misin gacııı, diye sorunca, kare tamamlanmıştı.   

              Şimdi sizden bir ricam olacak. Bir cümle sonra okuyacağınız alt paragrafın ardından kısa bir süre için gözlerinizi yummanızı isteyeceğim. Elbette ki yapıp yapmamakta serbestsiniz. Gelgelelim bir an için yaşadığımız ortamın içinde bizimle birlikte olmanızı arzu ediyorum: 

              Bir salon düşünün. Evde yeni pişmiş kek ve taze demlenmiş çay kokusu var. Salondaki pencerelerde tüller uçuşan cinsten,  romantik o kadar hafif kumaştan yapılmış ki biri yürüdüğünde bile hafifçe salınıyor. Kanepe de iki kişi, karşılıklı koltuklarda iki kişi olmak üzere sehpa etrafında oturup, toplanmışlar.  Konu mankenlerine gelelim.
              Eve gelir gelmez portmantodaki yeşil postişi boynuna takınca sesi ve konuşması değişen takım elbiseli Jonjon, ıslak keki tabaklara yerleştirirken kıç çatalı gözüken Andy, elinde tavayla yaktığı üzerlik tohumlarını ortalarda dolaştırırken bir yandan da “Azara buzara eşek girdi pazara bu eve göz değirenin gözleri bozara!” şeklinde tekerleme okuyan Tostos, banyodan yeni çıkmış misler gibi kokulu Birijik Jan ve bendeniz sadık anlatıcınız geyefendi. Bütün çatlaklar bir arada!

               Şimdi gözlerinizi yumun ve düşünün.

   

              Jon jon, kızlar başımız dertte diye söze başladı. Daha doğrusu benim başım dertte.

-          Noldu?
-          Karını bir erkekle mi bastın?
-          Oğlan gey olduğunu mu söyledi?
-          Patronun sana asıldı mı?
-          Hiç biri değil! Telefonlarım dinleniyor!
-          Ayy, benimki de! Zaten kuşkulanıp duruyordum. Geçen gün boyna eko yapıp duruyordu. 
-          E benimki de yapıyor!
-          Vallıyi benimki de!
-          Sanmam ama ola da bilir, kızlar. Benimle konuşan herkesi dinlemeye almış olabilirler.
-          Kız orospu gümrükçüsün, sen bi haltlar yemesen nende seni izlesinler, dedi Tostos. Andy ona katılırcasına kafa sallayacaktı ama, Jonjon, sakince dinleyin diye bizleri yatıştırıyordu.
-          İşin aslını ben de bilmiyorum. Patron son zamanlarda tuhaf tuhaf hareketler de bulunuyordu. Gündüz ikide iş yerinde viski içmeler, yüksek sesle kahkahalar, küfürler, ona buna sataşmalar. Bütün bunlar geçen haziran başında yazılan çekten sonra oldu! Haciz geldi gelecek falan derken birden bire her şey süt liman! Ayol şirketin bütün muhasebesi ben de. Bir kalemde 430 bin lira geldi. Neye uğradığımı şaşırdım. Üç gün geçti bir 250 bin daha! Bir hafta sonra da 120 bin!
-          Kaç para ediyor! Dur kafam karıştı.
-          800 yüz bin lira ! vay anam vayyy!
-          Kız nerden çıktı bu para diye sormadın mı adama. Üç aydır maaş neyin alamıyordunuz!
-          Sordum!
-          E ne dedi?
-          Üzümünü ye bağını sorma, dedi.
-          Doğru demiş. Hakkaten doğru demiş. Ama senin telefonlarda boşuna dinlemeye alınmamış kızım belli. 15 günde bu paranın yarısı gelse bana beni de dinlerler!
-          Eee, neden kuşkulanıyorsun?
-          Uyuşturucu! Başka bir şey olamaz! Arada olan bize olacak yarabbim.
-          E bas istifanı çık!
-          Düşündüm Tostos’çuğum. Söyledim de patrona. Hiç bi yere gidemezsin pis ibne, dedi bana. Yıllardır ağzının kukusunu çektim, elimde boş senedin var, gidersen yarrağı tam yersin, diye tehdit etti bir de!
-          Yok, artık daha neler. Döveydin pezevengi!
-          Dur Tostos, kafam allak bullak oldu. Ayol bir avukata falan gitmek lazım. Böyle olmaz bu iş.
-          Avukata hangi parayla gidicez?
-          Kızım böyle zamanda para mı düşünülür? Kancıkların zoruna bak! Bana bak Jonjonnn, sen bu işe karıştın mı doğruyu anlat bize, sonradan papaz olmayalım!
-          AAA! Aşk ol Tostos, şunca yıldır tanırsın beni, kimin malına göz dikmişliğim vardır. Kulüpten kazandıklarımı çocuklarımın boğazından bile geçirmedim. Onlarda ancak elbiseme, makyajıma yetiyor zaten. E geceleri çıkıyoruz, içiyoruz ediyoruz. Kolay mı be anacım!
-          Haklısın dedi Andy. Jonjon’un hakkını yemeyelim kızlar. MemuSomer’in Burçak karısı yıllardır sırtımızdan para kazandı durdu, hesapları hep Jonjon ödemiştir!
-          Ay rica ederim Andy, ödiycez tabi. N’olmuş yaneğğğ?

            Minik prensesimiz kurulanmış baby dollerini giymiş biçimde yanımıza geldi. Hoşgeldinizzz, demişti nağmeli bir sesle. Başında türban biçiminde sarılmış havlu halen duruyordu.
-          Kız, makyajsız bile ne kadar güzelsin maşallah, gel bi öpücük ver ablana!
-         Aşkol Jonjon abla. Senin güzelliğinin yanında bize laf mı düşer!
-         Aa! Bunun kafasına saksı falan mı düştü? Bana bak küçük orospu, bende istiyorum öpücük.
-          Aa! Tostos teyzem, Jonjon’a varda sana olmaz mı?
-          Ayy ne tatlısın maşallah.
-          Bu karıya n’oldu? Aç falan mı kaldı yoksa sağlam bi sikici mi buldu?
-          Kızlarrr kızlar konuyu dağıtmayın. Yiyin keklerinizi bir yandan da konuşalım.

        Jon jon olanları anlattı. Anladığımızı pek söyleyemem ama en azından başının belada olduğu belliydi. Ortada konuşturulması gereken bir patron vardı. Bu işi de Jan’dan başka kimse beceremezdi.
                       


Zeytinyağlı yiyemem amannn,
                                               Anonim halk türküsü

Geylerle travestiler birbirinden farklıdır. Travestiler kadın olup gey olmadıklarını, geyler erkek olup travesti ile karıştırılmamaları gerektiğini belirtirler. Jan’a cinsiyetniz nedir biçiminde yöneltilen sorunun cevabı ise son derece net biçimde:”JAN benim cinsiyetim,” şeklinde yanıt verir. Bloğumuzun I.Bölüm’ünde okuduğunuz olasılıkla unutmuş olabileceğiniz  ‘Görevimiz Tehlike’ alt başlıklı kısmını tekrar okursanız Jan’ın neden böyle dediğini de anlamış olursunuz! Blog yazılmaya başladığında 20 ama dün gece yarısından itibaren 21 olan yaşı ile artık USA’ da dahil her yerde reşit sayılacak noktaya ulaştı. Muhteşem bir partiydi; şov, eğlence, sanat ve cemiyet hayatının önde gelen isimleri ile bunlara yapışık biçimde yaşayan ve karşılıklı birbirlerinden beslenen magazin muhabirlerini de bir araya toplayan bir parti oldu. Jan iki arada bir derede yeni albüme hazırlanmak için New York’a gideceğini müjdeledi. Flaş haber olarak Taç televizyonunda geçen bu haberin içeriği gereksiz carcardan başka bir şey değildi. Partiyi size daha sonra anlatacağım. Bir magazin muhabirinin daha önce New York’a giden ama sonra kıçına baka baka dönen megaloman yıldızla kıyaslaması sonucunda Jan, gözlerini patlatarak, beni benden başka kimseyle kıyaslamayın, lütfen diyerek konuyu kestirip attı.

İnsanlar Jan’ın bütün oyunlarına geliyorlardı. Jan nasıl isterse öyle davranıyor o ne isterse onu yapıyorlardı. İşin püf noktasını yakalamıştı. Mavi boncuk dağıtmadığı tek kişi bendim.

Jon Jon’un inanılmaz oryantal şovu karşısında Mürebbiyanımın uzatmalı sevgilisi Spaniş geceye damga vuran striptizini yapmıştı. Platin peruk saçları dışında eksantrik bir şey yok sayılabilirdi; zira bin senedir üzerinden düşürmediği gece mavisi payetli sırt dekolteli ve dirseklerine kadar eldivenli demode gece elbisesini, Spaniş sahnede donla kalıncaya kadar çıkarttı.  Hatta daha da ileri gitti ve donundan sözde kendiliğinden fırlayıveren yarı erekte penisini gördü millet. Doğruyu söylemek gerekirse pek çok kişi Mürebbiyanımı açık ve seçik biçimde kıskandı!  Mürebbiyanım ise alaturka aristokrasisi ile önemsemez gözüktü. Kıskançlıktan götü titreyen bu kart homo, Spaniş’i sahneden indirip götürmek isteyen kalabalığı yarıp kocasına uzanan elleri kelimenin tam anlamıyla nerdeyse kırdı. Bir ara fahişe kılıklı  Andy ile dedikodusunu yaptık! 

-          Ayol Spaniş kaçıcek, bu Mürebbiyanımın baskısına kim dayanabilir ki? 

Andy, o ter kokan papatya desenli penye elbisesinin yerine nihayet siyah bir tişört ve düşük bel bir kot giymişti. Düşük bel dediysek öyle göbek altı kemeri olan değil, bikini modeli düşük belli bir pantolondu. Zaten fırlamak için yer arayan kocaman kıçı pantolona zor sığmıştı.  Kalçaları ise Rönesans dönemi tablolarındaki kadınlarınki gibi pembe değildi elbette, tersine kıllı kıç çatalının ağdası gelmişti; biri ona çam sakızı ağdadan söz etmeliydi. Tostos, bol bir elbise giymişti. Gecenin anlam ve önemine uygun ve bir fellaha yaraşır biçimde tabii ki donsuzdu. Muhtemel amacı bulduğu anda karanlık bir köşede eteklerini kaldırıp kaba etlerini dövdürmekten ibaretti.  Son suskun ise, avurtları içine çökmüş bir halde vızıldanıp duruyordu. Bekledim de gelmedin de, tranay tranay nom, şarkısını söylemekten içim sıkışmıştı artık.  

Jan. Biricik Janım ise her zamanki gibi olağanüstü tatlılıkta idi.




Geri Halliwell, It S Raining Men






                                                                               

İnsanlar yalnızdır, hem de yapayalnız. Modern çağın gizli kasa anahtarı ise şifredir. Şifreler yalnızlığımızın ve güvensizliğimizin kanıtıdır. Jan’ın web sitecisinin bilgisayar mühendisi olduğunu sonradan öğrendik. Bir ara Jonjon’la aralarında yaşanan tatlı flört sırasında web sayfacısı içtikleri şarabın etkisiyle konuşmaya başlamış. Bu sırada ona yapılan blow job’un ne kadar etkisi var bilemiyoruz.  Tabii, bu sır asla Jan’ın kulağına gitmeyecekti! Bir an için bu sırrın ifşa edilmiş olmasını düşünemiyorum dahi! Jonjon hanımı ile çocuklarını memlekete gönderdikten sonra bir kısım eşyalarını daha (!) bana getirerek Jan’ı konuk ettiğim fakiranemize taşındı. Evde ne gerek varsa dedirten üç hela olmasa halimiz cidden haraptı. Gelgelelim üç ayrı kadın kılıklının da aynı evde yaşamasının belki bu yazılar için malzemesi büyük olsa da bana çektirdiği sıkıntıları size anlatmak istemiyorum. Keyfiniz kaçacak. 

Jan elindeki cd ile koşarak geldiğinde Jonjon, jan’a sinirle bakarak konuşmuştu:
-          O cd’yi göstererek bana bi şey mi demeye getiriyorsun küçük kaltak?
-          Ay ne alakası var jonjon abla, Tostos’u değil ama seni severim bilirsin. Yeni albümün lokomotif şarkısını buldum : It's Raining Men!
-          Ayy gavurca konuşup durma  zaten kafam karışık!
-          Jan, lütfen sahnede yer alamayan karton kahramanlarla ilgili konuşma, zira tostos interneti kesik olduğu için bloğu okuyamıyor, bugün sizi düşünmediğim sırada eve geldiğinde yazdıklarımı okudu, ant verdi, keserim seni dedi, önemsemedim ama s.kerim seni deyince valliyi korktum. Tostos yokken hakkında konuşma Jan’cııım.
-          Ay, iyiki geyefendimizsin yanııı.( bunu söylerken i harfini değil son zamanlarda becermeye başladığı ı harfini kullanarak yanıııı, diyordu) Andy kuzu kuzu okuyup, gülüp geçiyor. Tostos’a noluyor?
-          Jan’cım küçük fahişem, yanııı  bebeğim. Yaratıcımız susmamızı istiyorsa susucizzz, yoksa maazallah bu yazar milletinin sağları solları belli olmaz bizi kulübe gönderip, binayı yakıverir, haydeee, aklı tekrar esinceye kadar belki de bizi öldürür, belirsiz bırakır, onun için sus bebeğim sus, tamam mı tatlışım. Sen şarkını söyle bana.
-          Ama Jonjon abla şarkımı henüz bilmiyorum ki!
-          Geyefendi şu kıza bi kıyak yapıver de şarkısını söylesin.
-          Senin hatrına Jonjon bir daha yapmam bunu haberin olsun…. Peki, haydi bakalım Jan, sahne senin!














Pet Shop Boys, Go West


                                                                               
Hayatın zorluğunu anlatmama gerek yok! Hepimiz para ve ruh ikizi peşinde koşarız. Biz geyler ise bizimle iyi sevişen birini bulduğumuzda aşık olduğumuzu sanma yanılsaması içine düşeriz.  Bu duygudan uzak kalmanın yolu ne seks yapmamak ne de bizi müptezel yapacak kadar iyi beceren biri ile beraber olmaktan geçer. İkisinin ortası her zaman karardır. Az ama öz seksin kimseye zararı olmaz.

Jan’ın Amerika’ya gideceği palavrasını Jonjon’un patronu öğrenmişti:

-          Madem bunca zamandır beni biliyorsunuz bari iş yapalım sizinle, demişti patronuna. Birkaç iş yapıca da sizdeki şu boş senedimi geriye alırım.

Patron Jan’ın adını duyunca ya tava geldi ya da gelmek istedi orasını bizde tam olarak çözemedik ama Jan’la bir gece beraber olursa Jonjon’un senedini geri vereceğini söylemiş.

-          Aa! Aşk olsun! Nolcek ki Jonjon abla, vermediğim bi senin patronun kaldıydı bi de ona veririm olur biter, ama ya senedi geri vermezse?
-          Onu ben de düşünüyorum Jan. Bu işin şakası yok! Bu pisliğe birde snei karıştırmak istemiyorum.

İkisini kenardan izliyordum. Jan daha önce ne gerek varsa kişiliklerinden Bücür için tehlikeli bir görev üstlenmişti. Bücür’ün teşekkürü siyah deri kayışı bir saatti. Bücürü bir bölüm için geri çağırmak düşüncesi bile beni rahatsız etmişti. Iyyy demiştim kendi kendime. Bücür, görev ve evimizin finosu! Jan’ın, Jonjon için bu defa hakikaten bir işe karışması beni korkutuyordu. İşin içinde para seks ve silah vardı. Aslında acayip heyecanlı görünüyordu. Ama ya başına bir şey gelirse düşüncesi de beni ürkütmüyor değildi!

-          Bak Jan, çok iyisin çucuğum ama şok gençsin şok!

      Jonjon, şok sözcüğünü kullanırken aslında çok demek istiyor.  Jan’a özenip kendine stil yapmaya çalışıyor ama tutmuyordu tabii.

-          Aslıdna Tostos’a sormak lazım. Ne de olsa Arap!
-          Ne alakası var koja göbüş?
-          Jan’cım, birinci dünya savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Araplar ayaklanmışlardı. Pek çok yazıya ve filme konu olmuştur!
-          Ayyy, film neyse de yazıyı okuyamam! Hem zaten sen okumuşsun Koja göbüş benim düşünmeme gerek yok ki. Ben genç ve güzelim. Bu d abana yetiyor.

Gülümsemiştik. Doğruyu söylüyordu. Çok güzeldi.

-          Jonjon abla, sen şu patronunu yarın gece kulübe getirsene. Hem orada onunla tanışırız hem kulüpte dans ederim senin patronunun gönlü olur. Sonrada bakarız dalgamıza.


Queen,   Don't Stop Me Now

Henüz ‘Somewhere Over the rainbow’a şarkısını dinleyecek kıvama gelemediğimiz için bir takım eleştiriler alıyoruz. Oysa somewhere over the rainbow, demek için erken, oraya ulaşmak huzur ister, hatta bir parça da göt!

Gençlik ateşi geçmeden bu şarkıyı anlamanın zor olduğunu düşünüyorum. Neyse geyefendi karakterime büründüğüm takdirde yazdıklarım daha okunası oluyor. Hatta okunuyor!

Jan, MemuSomer’in, Hop Çiki ya ya serisindeki burçak’ın işlettiği kulübe gitmeye karar vermişti. Uzun zaman red ettikten sonra bunu yapmasındaki yegâne neden elbette ki JonJon ablasına yardım etmek değildi sadece. Kendini göstermek ve özgüvenini pekiştirmek istiyordu. Ben se bu atılımı gereksiz buluyordum. Kimseyi efsaneleştirmenin alemi olmadığını düşünüyordum. Bir de durduk yerde edebi geziye çıkmanın ne âlemi vardı?

Jonjon’un patronu beklendiği ve söz verdiği saatte gelmişti. Allahtan gümrükçülerin böyle bir özelliği oluyordu. Söz verdikleri saatte gelmek. Normalde vücuda göre  yedi de bir oranında olan kafa adamın yemişte sıçmamış beden ölçülerinin sonucunda onbirde bire kadar değişim göstermişti.

-          Bok böceklerine benziyor dedi, web sayfacısı!
-          Ayy sende, iyi ki kahraman oldun şu yazıda, adamla ilgili bilgiler ne onları anlat.
-          Adam 45 yaşında bir baltaya sahip olamamış gözüküyor; eline para geçmiş ama hep harcamış, banka kayıtlarının inceledim. Parası yok sayılır, para gelmiş gitmiş sürekli. Zamanında ödenmeyen borçtan geçilmiyor. Abimizin bankalar nezdinde itibarı zayıf kısacası.   Sabıka kaydı yenilerde bişey yok. 20’li yaşlarda başlayan birkaç suç kaydı var! Karşılıksız çek vermiş, basit birkaç yargılanma. Ne var ki, 29 yaşındayken uyuşturucu ile ilgili bir hikayesi var. Ama aklanmış. Delil yetersizliği! Şimdiki gümrükleme işinden önce epeyce iş denemiş, bu şirkette zaten aslında başkasından kalmış ona. Ortağını nasıl yaptıysa ekarte etmiş.
-          Kısacası adam alavere dalaverecinin biri desene sen şuna! 
-          Daha bitmedi asıl bombayı söylemedim henüz!
-          Neymiş asıl bomba?
-          Adam Antepli. Akrabaları kapalı çarşıda döviz işi yapıyorlar. Paranın  geliş yeri orası.
-          Eeee?
-          Bu yeğenlerin dayısı da meşhur baron!
-          Şu içeri alınan baron mu ?
-          Evet!
-          Kayıp mal! Ne diyosun web sayfacısı! Vay be! Vay vay vay! Çaktım köfteyiii! Baskın yapıldığında bulunamayan mal bizim dallama da! Vay vay vayyy. Aferim len  sabır taşı web sayfacısı. Bana bak, Jon jon’a ötmüşsün sen asıl mesleğim mühendislik demişsin! Hangisi doğru!
-          Konuşuruz Koja göbüş!
Dedikten sonra  sırıtmıştı.

Web sayfacısı harbi iş becermişti. Ayrıca o akşam bara gelen tek normal kıyafetli adam da oydu. Arabayı da o kullanıyordu. İçmemesi için tembihlenmişti. Hem de Jan tarafından!

Jonjon’un patronu Dallama, barda Jan’la tanışırken onun elini öptü. Bizimkinin sırıtması muhteşemdi. Jan, rolünü iyi oynayacağa benziyordu. Bir şişe viski ile şampanya getirtildi. Jan köpüklü şarapla şampanya arasındaki ayrımı bildiği için gelen ilk şişeyi geri göndermişti. Sağlam mal getirin bana!

Dallamanın hoşuna gitmiş olmalıydı. Bunu onun kulak memesini yiyecek biçimde Jan’a söylerken bir yandan da eli tatlışımın kalçalarında geziniyordu.

Jonjon sürekli huzursuzdu!   Gözleri hzuursuz biçimde etrafı tarıyordu. Birkaç kız çıkıp şov yaptılar. Genç stariçe Jan’ın kulüplerinde olduğunu ondan bu geceye özel bir şov beklediklerini söylediler. Jan, ortalıklarda gözükmüyordu. Şovuna hazırlanıyor olmalıydı. Bir ara Burçak’la göz göze geldik. Jan’ın gençliğini kıskandığı düşündüm bir an için. Kim bilir olabilirdi.  Uzun zamandır ilk kez piyasada kendi kahramanına bir rakibe çıkıyordu.

Sahne kararı ışıklar tek bir noktada odaklanınca Jan muhteşem şovuna başladı! Dallama Jan’ı hayranlıkla izliyor, kahkahaları patlatıyordu. Tabii şampanyaları da… Barın üzerinde tam 34 şişe şampanya duruyordu. Kulüpte içki yoktu neredeyse. Herkese ısmarlıyordu. ,

Bir insan  bir parayı rahatlıkla iki türlü harcar: Para ya kendisine ait değildir ya da haydan gelip huya gidecektir. Görünen o ki, bizim Dallama’mız da bu iki durum da mevcuttu! Jan şovunu bitirip sahneden inerken Dallamanın Jonjon’un kulağına bağırarak konuştuğunu duydum. Jon jon tamam der gibi kafa sallıyordu. Üç dakika sonra cep telefonuma mesaj gönderen Jonjon, “Dallama Jan’ı götürmek istiyor!” yazmıştı.
















Ya Sonra,   Ajda Pekkan




Herkes seyahati sever; ama seyahat parası için çalışmaksızın gezenler en çok severler. Jan’la dallama arasında köşe kapmaca yaşanacağı belliydi, ama Jan’la Jonjon bu konuda anlaşmışlardı. Jonjon,  Dallama’daki boş senedini geri alıncaya kadar kendini koklatmayacaktı. Peki ya sonra?  Senedi de iade eden Dallama rahat mı duracaktı?
Ortaya karışık bir hikâye çıkmaya başlamıştı.  Karışık hikâyelerin en güzel tarafı kimin ne yapacağını belli olmamasıdır. Bazen en saçma hareketi ya da lafı söylettiğiniz kahramanınız sizi yarı yolda bırakmaz!  Tıpkı o gece olduğu gibi…
Dallama cipini getirtip Jan’ı aldıktan sonra biz de peşleri sıra onları takip ediyorduk. Sabır taşı   iyi bir bilgisayarcı olabilirdi ama kötü bir şoför olduğu tartışmasızdı. Geçtiğimiz bütün trafik ışıkları kırmızı yanıyordu.
-          Son suskun biraz ileri kayar mısın, lütfen?
-          Ayy hem birden hikayeye dahil ediliyor hem de naşlanıyorum. Nasıl bir yazı bu tanrım!
-          Bana bak son suskun eğer hikayeme tek bir kelime daha edersen emin ol dallamanın yanında sen olursun, Jan değil . Ve daha da kötüsü seni sonsuza kadar o arabanın içindeki hıyarla kaybedebilirim! Sende doğru sür şu arabayı web sayfacısı kılıklı mühendis parçası!
-          Tamam abla!

O sırada jep telefonuma mesaj gelmişti. Tanrım dedim bir anda bana neler oluyor; hikayenin saçmalaştığı yetmiyormuş gibi bir de Jan gibi konuşmaya başlamıştım. Cep telefonu yerine JEP TELEFONU diyordum.

“…Silivri…” mesaj bu kadardı!

Hep bir ağızdan “nassı yaneeğğğ” çektik. Geçtiğimiz son trafik ışığı da kırmızı olduğu yetmezmiş gibi bir de çevirme çıkmıştı karşımıza. Şimdi ne halt yiyecektik. Direksiyondaki sabır taşı, yanında jarse tişörtü içinde ben ve kucağımda bir anda yaşamıma girip ama bir görünüp bir kaybolan Son suskun, arkada ise Andy ve üç ton yedi yüz elli gram ağırlığındaki Tostos, kuş kadar canıyla mürebbiyanım ve de canim demekten başka bir şey bilmeyen spaniş hep beraberdik.  Küçük bir polo da yedi kişi nasıl oluyorsa oluyordu işte. Her şey birbirine giriyordu!






                      






                                Kızlardan birinin yazdığı kitabın adıyla :
BACA  KARASI
ya da okunuşuyla
bacak arası!

            İnsanların sizi yanlış anlamalarına izin vermeyin. Eğer böyle bir durumla karşılaşırsanız yanlışı doğruya çevirmek için zaman kaybetmeyin. Tıpkı bizim örneğimiz de olduğu gibi.
            Takip ettiğimiz arabanın içinde kızlara arasında adam çakmasın diye dallama kelimesini Amerikalıların yaptığı gibi kısaltarak kullanıyorduk: Dallll!
Dalll bol miktarda alkollü olduğu için son zamanlarda biti kanlanan patronunun en iyi yalakası olan it Cemil ona şoförlük yapıyordu. Manita koltuğuna Jan oturmuş,  Jonjon’la Dallama ise arka koltukta sıkışmışlardı. İkisi de sürekli itişip duruyorlardı.
            Jonjon arabaya bindikten beş dakika sonra ‘SENET!’ demişti. Dalll ise olmaz önce Jan, diye yanıt vermişti.
            Jan, it Cemil’le kaş göz anlaşmaya başlamış, arkadaki itişmeden istifade bacaklarını okşatmıştı bile. Bir ara herif Jan’ın ufaklığını da okşayınca her şey açığa çıkmıştı. Şoför harbi it denen cinstendi. Kafasına koyduğu işi yapmak için denemeyeceği yol kalmayanlardandı. Ölüyü diriyi sikip gözünü şimdi Jan’a dikecek kadar da pervasızdı. Arabanın arkasında Sarhoş Dalll ile Jonjon senet mi önce yoksa Jan’mı meselesini tartışırken ön tarafta Jan ile şöför işi pişiriyordu.
            Jonjon en sonunda dayanamayıp arabanın önüne doğru eğildi:
- Dalll, Jan’la beraber olmadan senedi vermem, diyor.
- O zaman bende koklatmam!
- Duydun mu Dalll! Kız böyledir ablasını korur, iki cihan bir araya gelse vermez, aferim Jan, harbi sürtüksün!
- Mersi Jonjon abla.
            Jonjon ile Jan arasındaki ne gereği varsa dedirten konuşma geçerken it Cemil‘le Jan işi pişirecek yer arıyorlardı. Jan’ın it’e kaş göz etmesi o sırada ne sarhoş dallamanın ne de senedinin derdine düşen Jonjon’un dikkatini çekmişti.  Silivri’ye giden otoban’a saptıktan sonra yoldaki karanlık ürkütücü boyut almıştı.  Jan bir ara çişinin geldiğini söyledi. Durmaları gerektiğini ama bir genç kızın ayakta işeyemeyeceğini bu nedenle ancak oturarak işeyebileceğini söyleyince emrine amade kulları tarafından mecburi halde alafranga bir hela bakmaya başladılar.
Edirne otobanı uluslar arası yol olduğu için bir dolu fahişe barındırır. Onların iş tuttuğu yerler ise çoğu kamyonun arka tarafı ya da batakhaneleridir. Alış veriş merkezlerine ya da lüks otellere gitmezler.  Son zamanlarda biti feci kanlanan bir zenginin açtığı alışveriş merkezi it Cemil’den başkasının aklına gelmezdi. Araba oraya saptıktan sonra kısa sürede yoldaki karanlık ve sessizliğin tersi olan aydınlık ve gürültülü bir alışveriş merkezine ulaştılar.









Will we Ever Be Happy Again?*
Bir daha mutlu olabilecek miyiz?

“İkinci dünya savaşından sonra Almanların kendilerine sorduğu soru!”

Alış veriş merkezlerinin en güzel yanı insanı kolayca gizlemesidir. Bir travesti ile cd arasındaki ayrım halk tarafından pek bilinmeyebilir; ne var ki kadın kıyafetlerine bürünmüş biri genç diğeri orta yaşlı iki homonun  yanına pezevenkleri andıran  it kılıklı genç adam ile  bir de sarhoş Dallama eklerseniz dikkat çekmemeniz için hiçbir neden kalmamıştır.  Çünkü sizler, işsiz genç, hetero, hafta sonu alışverişine çıkmış çocuklu insanlardan olmadığınız gibi sosyal kalabalığın bünyesine aykırı olan türe aitsiniz. Dikkat hetero hormonları eşcinsellere karşı çok duyarlıdır; bir eşcinseli  görür görmez aleyhe çalışmaya başlar; neslin tükenme olasılığı tehlikesi devam ettiği sürece de sizi başlarından atmaya çalışırlar. Onlar için yalnızca gece kulüplerinde eğlence malzemesi olmanız yeterlidir. 

Tuvalet arama faslı sırasında Jan dallamanın şoförü  İt Cemil’e sevişmek istediğini söylemiş; ama bu sarhoşu n’apıcaz deyince, İt Cemil, sen onu bana bırak, diye olayı halledeceğini belirtmiş. 

Ucunda çıkarı bulunan İt kılıklı heriflerin sözlerine bir an için ve sadece sadece o işe özel olarak güvenebilirsiniz. Beş dakika sonra sizi satma olasılığı hayli yüksek olsa da çıkarının olduğu an sözünü tutacaktır.  Jan’ın etrafında it kılıklıdan bolca bulunurdu. Özellikle bir ara müptelası olduğu taksi durağındaki şoförlerden iyi ders aldığı da belliydi. Dal  taşak belli sıkı kotlar giyen dar kalçalı, orta boyu aşamayan pipili, çoklukla kirli sakallı ve gün aşırı banyo yapan hafif ter kokulu bu itler taksi duraklarında bolca bulunup orada uluyarak itler vadisinin nağmeli üyeleridir.  Buyurulmaktan değil ricadan hoşlanırlar. Bir kadının ricası onlar için zaten emirdir!
İtler konusunda ihtisas sahibi olan Jan, Cemil’e de rica da bulunmuş:
-          Dallamayı halleder misin?

 Cemil için işin halli demek Dallamaya bir şişe daha ekstra viski vermekten başka bir şey değildi. Jan  iki arada  bir dere de İt Cemil’e patronunun homoseksüel istekleri olup olmadığını nazik biçimde sormuştu:
-          Dallamayı gagaladın mı hiç?

İt Cemil  dilini cıklatıp ı-ıh çekmişti.  İçtikçe içen Dalll, sarhoş oldukça ağzından düşürmediği tehdit, küfür ve hakaretlerine gaz veriyordu.  Patronunun hakaretlerine alışık olan Jonjon bile yeter ama beyeter artık deyince  bu defa ne diyon ulan, yanıtıyla karşılaştı.  Bağrı yanık küfürlerle ilerleyen iletişim dallamanın Jonjon’un aile yaşamına ilişkin mütecaviz sözlerle artınca ipler kopmuş:   Ben var ya ben, senin karını diye başladığı sözleri yediği kroşelerle gözünü morarttıran dallama nakavt olup oracıkta sızmasa epey bir çıngar çıkacaktı.  Dalll yediği yumrukların etkisiyle o an arabanın içinde sızmış;  Jonjon’da o arada onun cebinden işe girerken imzalatılan boş senedini geri alabilmiş. O an bir daha kimselere senet menet imzalamayacağına ant içip tövbe etmiş! İt Cemil ise Jan’ın tadına bakmak amacıyla   nereden geldiği belli olmayan para gibi birden bire parlayan Dallamanın Silivri’deki yazlığına gitmek üzere gazı sonuna dek köklemiş.  Jan hem içine düştüğü polisiyenin tadını çıkartıyormuş hem de az sonra İt’le yaşayacağı sorumsuz anların hesabını yapıyormuş.
Gelvelam bizim dallama Dalll’ın  şöförü İt Cemil, Lapseki Keşan hoppala paşam, deyiminin manasını araştıracak biçimdeki akademik titizlik içinde  sapması beklenen  Silivri yol ayrımına girmeyip bu defa arabayı İpsala yönüne çevirmiş. Tabii kızlar da neden diye sormuşlar? Meraklanmayın az sonra öğreneceksiniz dediği sırada İt Cemil  arabayı 180 km’lik hız sınırını da geçerek çoktan Yunan sınırına yaklaşmaya başlamış.
 



























Arabeske geçiş












                                                                                 





Modayı takip etmekle arabayla birini takip etmek birbirine benzer. Her ikisi de bir o kadar zor,  pahalı ve tehlikelidir.  Modayı izlerken kredi kartlarınızın dolduğu yetmezmiş gibi bir de gülünç duruma düşebilirsiniz; detektifçilik oynamaya kalkışırsanız ölebilirsiniz.
Jan ile Jonjon, Dalll ve şöförüyle birlikte Silivri otobanına girmişlerdi. Hemen arkalarından girmemize karşın yetişemedik.
Yunan sınırında ne işleri olduğunu bizde bilmiyorduk ama arabamızdaki benzin bitmek üzereydi.  Yedi kişiyi içine sığdıran bir polonun 180 km’lik hız sınırına ulaşması zaten arkada taşıdığı ağırlık nedeniyle olasılık dışıydı.
Tostos, rüküş ötesi Araplığını sürdürmeye meyil etmiş iken Andy az da olsa ona haddini bildirmiş; tavır koyan Mürebbiyanım ve  Spaniş’te Tostos’a surat yapmışlar. Tabii, Tostos yaradılışı gereği  rahat duracak cinsten değildi.  Bu defa kucağımdaki Son Suskun’a laf sokmaya başlamıştı:
-           Kız, sizi ben tanıştırdım ne bu samimiyet?
-          Ay bilmiyorum, zaten ben oynamak istemiyorum diyen Son Suskun o sırada sabun köpüğü misali uçarak arabadan ayrılmıştı!


Zenginin malını yiyenle  karısını siken zengin değil yakınındakileridir, derler.   İt Cemil büyüklerimizin sözlerini doğrulamaya çalışıyordu. Üç aydır dallamanın şirketinde çalışıyordu. Jonjon işyerine ilk geldiği gün onda bir farklılık sezinlemişti. İsim koyamadığı bir farklılık!  
-          Bana bak Cemil eğer şu olanları anlatırsan, Allah yarattı demem bilmiş ol! Bi saattir yoldayız nereye gidiyoruz biz?
-          Az kaldı abla bekle biraz daha!
-          Beklemeye tahammülü olmayan bir star var arabanızda beyefendi! Onu düşünmüyorsunuz zannımja!
-          Az kaldı yavrum az kaldı!

      Bizse çok gerilerde kalmıştık. Ağılıktan arabanın tekeri patlamıştı. Kızlar soğuğa rağmen sere serpe yolun kenarında oynuyorlardı. Bir süre sonra kamyoncular bizi keşfetmekte gecikmedi.   12 kamyon şoförü tekerleğimizin yerine takılması için durdular! Alaturka aristokrat mürebbiyanım ile Spaniş kocası  dudak büzerek bizi izliyorlardır. Tostos, Andy ve ben ise kesinlikle kamyon şoförlerinin rahatlaması için kamu hizmeti görevindeydik.  Bir görev ancak hakkını bilene teslim edilmelidir. 12 kamyon şoförü polo aracın tekerleğini değiştirdiler. Ve sırayla her birine teşekkür ettik. Andy bir ara bundan sonra yeni sergimde kamyon şoförlerini anlatıcimmm, diyordu. Tostos ise bu gece yaşadıklarımdan sosyal içerikli bir film çıkartabilirim diyerek işin ciddiyetini anlatmaya çalışıyordu. İşsiz bir reklamcı olarak benim yapabileceğim tek şey vardı: Görevin gereğini yerine getirip ardından susup oturmak! Yardımsever  Kamyoncu arkadaşlarımız Alaturka Mürebbiyanım ile Spaniş kocasını da aramıza davet etti. Onlar sadece işin içki kısmına katılabileceklerini bildirdiler. Ortaya yakılan bir ateş etrafında Spaniş İspanyol kadınının ateşini sergileyen bir gösteri yaptı; Mürebbiyanım ise sesiyle ona eşlik etti.   Sabahın ilk ışıklarına kadar teşekkür görüşmeleri devam etti. Sonrasında saatlerdir sabırla bizi izleyen Sabır taşının uyarısı ile uyanıp yolumuza kaldığı yerden tamam mı devamı şeklindeki referanduma gitmeye karar verdik!






                                                                                






























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder