ŞÖHRETİN BEDELİ
Blogun İlk bölümünde yazdıklarımı
yeniden okudum. İmla hataları bir yana bazı zaman kaymalarını görünce kimi
yerlerde nası yaneğğğğ diye tepki veren ben oldum. ( Dum dum dum ekolu bir
dum!) Mantık hataları da hatırı sayılır miktardaydı. ( dı dı dı ekolu bir
dı!) Ne var ki yazdıklarımı okuyan kızlar bayıldıklarını
söylüyorlardı. Tabii, kıskançlıklarda yok değildi. Andy ipek gibi
ruhuyla sayfalarda gezindiğini söylerken Tostos küfür ediyordu:
-
Mezdeke grubunu anımsatan dansöz kıyafetimi neden açık ettin sırımı
herkes öğrenecek!
Jan,
Les Ottomans otelden benim eve iki arada bir derede geri taşınmıştı. Otelin
parasını ödemeyen fermuarcı bununla yetinmeyip içip içip kapısına dayanıyormuş,
otelcilerde bunu kışalamışlar.
Olmayan
bir para ödenemez! Onca şa şaaya karşın Jan’ın parasızlığı da vakıadır. Para
veremeyeceği için tekrar benim eve geri dönmüştü. Zaten evden ilk
giderken öte berisini götürmüş olmasına karşın birkaç bavul duruyordu. Andy o
bavulları açıp içindekilerle bir sergi yapabilirim demişti. “Dönüşümün muhteşem
izleği“ isimli bu sergiye Tostos karşı çıkmıştı.
- Olabilemez, demişti. Böyle de davranılmaz ki? Biz
aydın insanlarız bu topluma karşı sorumlulukları olan kişileriz. Yapmıyın
kardişim! Sanat bu kadar ucuz değil, popülist davranıyorsunuz diyordu.
Bize
bu lafları giydiren Tostos’u bir defasında beşinci sınıf gey barlara gittiği
için eleştirmiştik. Kızlarla birlikte hep beraber gittiğimiz tek bar Hop Çiki
Ya Ya’nın sahibesinin kulübüydü. Ayrıca karton kahramanların kalkıp gerçek
barlarda ne işi ola ki? Ama Tostos bu! Gittiği varoşun varoşu barı bize sunumu
evlere şenlikti:
- Ben orada sosyolojik incelemeler yapıp sanat
çıkarımları gerçekleştiriyorum!
Duy da inanma!
Bu
arda Jon Jon bir süredir ortalıklarda görünmüyordu. Birkaç kez telefonla
aramama karşın telefonu meşgule alıp duruyordu. En sonunda o beni aradı:
Lakin umumi telefondan!
- Elöööö
- Alo Jon jon
- Bacım nassın?
- İyiyim, iyiyim. Çoluk çombalak yuvarlanıyoruz işte.
- Telefonlara çıkmıyordun merak ettik seni!
- Ayy sormayın! Sizi korumak için telefonunu açmadım.
Telefonlar teknik takipte, dinleniyoruz.
- Ayy sende mi bu paranoyaya kapıldın Jon Jon!
- Dinle gıı, bırak şimdi entel kritiklerini. Hanımla
çocukları bu akşam memlekete gönderiyorum sonra görüşürüz. Yarın telefonun açık
olsun!
- Peki.
Telefon kapanmıştı. İçime bir kuşku
düşmüştü. Neler oluyordu. Yoksa polisiyeye doğru mu gidiyorduk?
Polisiye yazmak sanırım zordur. Küçük bir öykü dışında hiçbir denemem
olmamıştı. Ki zaten o öyküde 20 sene önce yazdığım ve hiçbir yerde
yayınlamadığım bir şeydi. Gerçi elimde yeterince malzeme vardı. Şöhret olmak ve
sevişmek için hişç bir fırsatı kaçırmayan baş karakter Jan, her konuda dikkat
çekebilir böylelikle polisiyelerde gerekli olan dikkat dağıtma vazifesini
görebilirdi. Web sayfacısını bilgisayar mühendisi yapıp, teknolojik üstünlük
sağlayabilirdim. Andy, Tostos, Mürebbiyanım ve aşığı Spaniş gelişmiş
karakterlerdi. Hikaye yan karakterler üretmeye elverişli idi. E canım
MeMeSomer’den ne farkım vardı! Senelerdir yaşlı bir travestiyi oynatıp
duruyordu. Jan bunu hayda hayda becerirdi de, asıl sorun ben
kıvırabilecek miydim?
Seni öldürmeyen sorun güçlü kılar, önermesinin üzerine gitmenin gerekli olduğu
zamanla karşılaşmıştım. Aslında hayatım boyunca günde üç kez bu önermeyi
devşirip duruyordum, oysa şimdi durum değişmişti. Reytingi ve sabit okur sayısı
hızla artan bir blog yazıyordum. Birkaç attırık dedikodu malzemesi
fırlatmış, sonra usul usul oradan Biricik Can’ın hikâyesine doğru yollanmıştım.
Oltaya gelenler geldi, gelip yemi beğenmeyenler gitti. Yaptığım eğlenceli
bir edebiyat oyunundan başka bir şey değildi. Hem kendimin hem de arkadaşlarımın
alterleri muazzam biçimde ortaya çıkıyor bundan da keyif alıyorduk. Oysa şimdi
olay biçim değiştirmeye başlamıştı bile. Ben ve benim gibi düşünenlerin bir
araya gelmeye başladığı sahici bir blok oluşuyordu. Okur tepkilerinden bunu
anlayabiliyordum. Birinci tekil şahıs ağzından anlatılan her palavra da olduğu
gibi işi ayrıntıyla süslüyordum. Şahısları ve olayları gerçek zanneden kimi
okurlar kimliklerle ilgili olarak bana tahminlerini iletiyorlardı. Ve
daha korkuncu başıma gelmeye başlamıştı. İngiltere de yaşayan sadık bir okurum
ünlü olmak istemediği için yazıya konu olmak istemediğini ama kimliğime ilişkin
tahminleri bulunduğunu söyledi. Tek istediği Jan’ın çevirdiği video klipe
nereden ulaşabileceğini öğrenmek istiyordu. Ne yanıt vereceğimi şaşırmıştım. Bu
kadar mı sahici yazmıştım? O zaman okurun istediğini vermekle yükümlüydüm.
Yalana inandıran sonuçlarına da katlanacaktı! Sadık okuruma verdiğim
‘Yorum Yok’ mesajını alıp küserek giden okurumu geri kazanmalıydım.
Yazdıklarımın yalan değil fantezi olduğunu anlatmalıydım.
NAZAR BİZE KAÇ YAZAR
Pasif eşcinseller eşektir!
Pasif eşcinseller kadındır!
Pasif eşcinsel ibnedir, onu siken de
erkek!
Andy, hayatım bu toplumun anlayışı böyle
deyip sigarasından derin bir nefes çekti. Bak sana ne anlatıcimm diye başladı
söze:
- Malum arada sırada karton kahraman olmaktan sıkılıp
gerçek dünyaya karışıyoruz. E o zamanda senin bloğunda yazdığın kulübe değil,
Tarlabaşı caddesinin üzerindeki hurdacıların takıldığı bara gidiyoruz.
Geçen gün evden çıktım, oraya buraya takıl falan derken, caddenin üzerinde ıvır
zıvır satan seyyar eskiciye rastladım. Baktım tam benlik lokmalar. Ayy, eskinin
eskisi kırmızı küçük bir buzdolabı! Nasıl şirin, nasıl tatlı bişiy. Şeker kız
Candy ile Ken’in evcilik oynadıkları evlere yaraşır! Çok hoşuma gitti. Adamla
konuşuyoruz fakat herifin yüzüne bakmıyorum bile. Bir ara adam bana, abi siz
Çukur Cuma’da mı oturuyordunuz? Diye sordu. İçimden çukurdan çıkamıyorum ki
diyecektim vaz geçtim.
- Hayır
ama sık giderim oraya.
- Sizi antikacılardan alış veriş yaparken görmüştüm de!
- Doğrudur,
dedim. Alacağım bir şey olmadığı için ve günlük eşelememi yapmıştım, kadın
ruhum tatmin olmuştu, geriye kalan sadece o akşamki erkeğimi bulup onunla hoşça
vakit geçirmekti. Biraz yürüdüm şakkk diye alnıma vurdum! Ayol rahmetli İsmet
Ay gibi olmuştum! Kim çıksa beğenirsin, karton karakter olmadığım bir gece
gittiğim barda ortalıkta azgın biçimde dolaşırken bu maviş gözlü Kürt güzelini
görmüştüm. Kasımpaşa tarafında bir rezidansta kalıyorlardı; bekâr odasında beş
kişi muhabbeti. E tabii karanlık oda yok! Ben de bunu merdivenlerde
emmeye başladım, çok affedersin ağzıma boşalmıştı!
Andy bunları anlatırken kırk yıllık ibne
olan benim bile ağzım açık kalmıştı.
- Kız bana bak hastalık mastalık kapacaksın, demekle
yetindim. O sırada telefonum çaldı. Jonjon arayacaktı; bir yandan ondan haber
bekliyor diğer yandan da iş başvurusu yaptığım yerlerden biri arar diye
umutlanıyordum. Arayan ne Jonjon ne de iş görüşmesi yaptığım herhangi bir
şirketti.
- Alo,
- Ne
haber Koja göbüş,
- İyi
Tostos, Andy’le oturuyoruz. Sen de gel istersen!
- Az
işim var! Evde her şey kırılıyor, dedi sinirli biçimde.
- Bi
nazar okusan, tütsü mütsü yapsan! Sen Arapsın bilirsin öyle şeyler!
- Ayyy,
evde üzerlik tohumu vardı, dur yakiiim onu bacım.
Geyler
büyüymüş, falmış, nazarmış pek meraklıdırlar. İşi iyi gitmeyenin, sevgilisi
kaçanın sığındığı yer gizemli dünyadır. Gerçeklerden kaçmayı çok severiz. Kendi
itilmiş dünyalarımıza gizlenip orada can vermeyi bekleriz. Bir saat kadar sonra
Tostos’ta aramıza katılmıştı. Andy mutfakta ıslak kek yapmakla meşguldü. Jon
jon arayıp bütün hanımefendiliği içinde müsait misin gacııı, diye sorunca, kare
tamamlanmıştı.
Şimdi
sizden bir ricam olacak. Bir cümle sonra okuyacağınız alt paragrafın
ardından kısa bir süre için gözlerinizi yummanızı isteyeceğim. Elbette ki yapıp
yapmamakta serbestsiniz. Gelgelelim bir an için yaşadığımız ortamın içinde
bizimle birlikte olmanızı arzu ediyorum:
Bir salon düşünün. Evde yeni pişmiş kek ve taze demlenmiş çay kokusu var.
Salondaki pencerelerde tüller uçuşan cinsten, romantik o kadar hafif
kumaştan yapılmış ki biri yürüdüğünde bile hafifçe salınıyor. Kanepe de
iki kişi, karşılıklı koltuklarda iki kişi olmak üzere sehpa etrafında
oturup, toplanmışlar. Konu mankenlerine gelelim.
Eve gelir gelmez portmantodaki yeşil postişi boynuna takınca sesi ve konuşması
değişen takım elbiseli Jonjon, ıslak keki tabaklara yerleştirirken kıç çatalı
gözüken Andy, elinde tavayla yaktığı üzerlik tohumlarını ortalarda
dolaştırırken bir yandan da “Azara buzara eşek girdi pazara bu eve göz
değirenin gözleri bozara!” şeklinde tekerleme okuyan Tostos, banyodan yeni
çıkmış misler gibi kokulu Birijik Jan ve bendeniz sadık anlatıcınız geyefendi.
Bütün çatlaklar bir arada!
Şimdi gözlerinizi yumun ve düşünün.
Jon jon, kızlar başımız dertte diye söze başladı. Daha doğrusu benim başım
dertte.
- Noldu?
- Karını
bir erkekle mi bastın?
- Oğlan
gey olduğunu mu söyledi?
- Patronun
sana asıldı mı?
- Hiç
biri değil! Telefonlarım dinleniyor!
- Ayy,
benimki de! Zaten kuşkulanıp duruyordum. Geçen gün boyna eko yapıp
duruyordu.
- E
benimki de yapıyor!
- Vallıyi
benimki de!
- Sanmam
ama ola da bilir, kızlar. Benimle konuşan herkesi dinlemeye almış olabilirler.
- Kız
orospu gümrükçüsün, sen bi haltlar yemesen nende seni izlesinler, dedi Tostos.
Andy ona katılırcasına kafa sallayacaktı ama, Jonjon, sakince dinleyin diye
bizleri yatıştırıyordu.
- İşin
aslını ben de bilmiyorum. Patron son zamanlarda tuhaf tuhaf hareketler de
bulunuyordu. Gündüz ikide iş yerinde viski içmeler, yüksek sesle kahkahalar,
küfürler, ona buna sataşmalar. Bütün bunlar geçen haziran başında yazılan
çekten sonra oldu! Haciz geldi gelecek falan derken birden bire her şey süt
liman! Ayol şirketin bütün muhasebesi ben de. Bir kalemde 430 bin lira geldi.
Neye uğradığımı şaşırdım. Üç gün geçti bir 250 bin daha! Bir hafta sonra da 120
bin!
- Kaç
para ediyor! Dur kafam karıştı.
- 800
yüz bin lira ! vay anam vayyy!
- Kız
nerden çıktı bu para diye sormadın mı adama. Üç aydır maaş neyin alamıyordunuz!
- Sordum!
- E
ne dedi?
- Üzümünü
ye bağını sorma, dedi.
- Doğru
demiş. Hakkaten doğru demiş. Ama senin telefonlarda boşuna dinlemeye alınmamış
kızım belli. 15 günde bu paranın yarısı gelse bana beni de dinlerler!
- Eee,
neden kuşkulanıyorsun?
- Uyuşturucu!
Başka bir şey olamaz! Arada olan bize olacak yarabbim.
- E
bas istifanı çık!
- Düşündüm
Tostos’çuğum. Söyledim de patrona. Hiç bi yere gidemezsin pis ibne, dedi bana.
Yıllardır ağzının kukusunu çektim, elimde boş senedin var, gidersen yarrağı tam
yersin, diye tehdit etti bir de!
- Yok,
artık daha neler. Döveydin pezevengi!
- Dur
Tostos, kafam allak bullak oldu. Ayol bir avukata falan gitmek lazım. Böyle
olmaz bu iş.
- Avukata
hangi parayla gidicez?
- Kızım
böyle zamanda para mı düşünülür? Kancıkların zoruna bak! Bana bak Jonjonnn, sen
bu işe karıştın mı doğruyu anlat bize, sonradan papaz olmayalım!
- AAA!
Aşk ol Tostos, şunca yıldır tanırsın beni, kimin malına göz dikmişliğim vardır.
Kulüpten kazandıklarımı çocuklarımın boğazından bile geçirmedim. Onlarda ancak
elbiseme, makyajıma yetiyor zaten. E geceleri çıkıyoruz, içiyoruz ediyoruz.
Kolay mı be anacım!
- Haklısın
dedi Andy. Jonjon’un hakkını yemeyelim kızlar. MemuSomer’in Burçak karısı
yıllardır sırtımızdan para kazandı durdu, hesapları hep Jonjon ödemiştir!
- Ay
rica ederim Andy, ödiycez tabi. N’olmuş yaneğğğ?
Minik prensesimiz kurulanmış baby dollerini giymiş biçimde yanımıza geldi.
Hoşgeldinizzz, demişti nağmeli bir sesle. Başında türban biçiminde sarılmış
havlu halen duruyordu.
- Kız,
makyajsız bile ne kadar güzelsin maşallah, gel bi öpücük ver ablana!
- Aşkol
Jonjon abla. Senin güzelliğinin yanında bize laf mı düşer!
- Aa!
Bunun kafasına saksı falan mı düştü? Bana bak küçük orospu, bende istiyorum
öpücük.
- Aa!
Tostos teyzem, Jonjon’a varda sana olmaz mı?
- Ayy
ne tatlısın maşallah.
- Bu
karıya n’oldu? Aç falan mı kaldı yoksa sağlam bi sikici mi buldu?
- Kızlarrr
kızlar konuyu dağıtmayın. Yiyin keklerinizi bir yandan da konuşalım.
Jon
jon olanları anlattı. Anladığımızı pek söyleyemem ama en azından başının belada
olduğu belliydi. Ortada konuşturulması gereken bir patron vardı. Bu işi de
Jan’dan başka kimse beceremezdi.
Zeytinyağlı yiyemem amannn,
Anonim halk türküsü
Geylerle travestiler birbirinden
farklıdır. Travestiler kadın olup gey olmadıklarını, geyler erkek olup travesti
ile karıştırılmamaları gerektiğini belirtirler. Jan’a cinsiyetniz nedir
biçiminde yöneltilen sorunun cevabı ise son derece net biçimde:”JAN benim
cinsiyetim,” şeklinde yanıt verir. Bloğumuzun I.Bölüm’ünde okuduğunuz
olasılıkla unutmuş olabileceğiniz ‘Görevimiz Tehlike’ alt başlıklı
kısmını tekrar okursanız Jan’ın neden böyle dediğini de anlamış olursunuz! Blog
yazılmaya başladığında 20 ama dün gece yarısından itibaren 21 olan yaşı ile
artık USA’ da dahil her yerde reşit sayılacak noktaya ulaştı. Muhteşem bir
partiydi; şov, eğlence, sanat ve cemiyet hayatının önde gelen isimleri ile
bunlara yapışık biçimde yaşayan ve karşılıklı birbirlerinden beslenen magazin muhabirlerini
de bir araya toplayan bir parti oldu. Jan iki arada bir derede yeni albüme
hazırlanmak için New York’a gideceğini müjdeledi. Flaş haber olarak Taç
televizyonunda geçen bu haberin içeriği gereksiz carcardan başka bir şey
değildi. Partiyi size daha sonra anlatacağım. Bir magazin muhabirinin daha önce
New York’a giden ama sonra kıçına baka baka dönen megaloman yıldızla
kıyaslaması sonucunda Jan, gözlerini patlatarak, beni benden başka kimseyle
kıyaslamayın, lütfen diyerek konuyu kestirip attı.
İnsanlar Jan’ın bütün oyunlarına
geliyorlardı. Jan nasıl isterse öyle davranıyor o ne isterse onu yapıyorlardı.
İşin püf noktasını yakalamıştı. Mavi boncuk dağıtmadığı tek kişi bendim.
Jon Jon’un inanılmaz oryantal şovu
karşısında Mürebbiyanımın uzatmalı sevgilisi Spaniş geceye damga vuran
striptizini yapmıştı. Platin peruk saçları dışında eksantrik bir şey yok
sayılabilirdi; zira bin senedir üzerinden düşürmediği gece mavisi payetli sırt
dekolteli ve dirseklerine kadar eldivenli demode gece elbisesini, Spaniş
sahnede donla kalıncaya kadar çıkarttı. Hatta daha da ileri gitti ve
donundan sözde kendiliğinden fırlayıveren yarı erekte penisini gördü millet.
Doğruyu söylemek gerekirse pek çok kişi Mürebbiyanımı açık ve seçik biçimde
kıskandı! Mürebbiyanım ise alaturka aristokrasisi ile önemsemez gözüktü.
Kıskançlıktan götü titreyen bu kart homo, Spaniş’i sahneden indirip götürmek
isteyen kalabalığı yarıp kocasına uzanan elleri kelimenin tam anlamıyla
nerdeyse kırdı. Bir ara fahişe kılıklı Andy ile dedikodusunu yaptık!
- Ayol Spaniş kaçıcek, bu Mürebbiyanımın baskısına kim
dayanabilir ki?
Andy, o ter kokan papatya desenli penye
elbisesinin yerine nihayet siyah bir tişört ve düşük bel bir kot giymişti.
Düşük bel dediysek öyle göbek altı kemeri olan değil, bikini modeli düşük belli
bir pantolondu. Zaten fırlamak için yer arayan kocaman kıçı pantolona zor
sığmıştı. Kalçaları ise Rönesans dönemi tablolarındaki kadınlarınki gibi
pembe değildi elbette, tersine kıllı kıç çatalının ağdası gelmişti; biri ona çam
sakızı ağdadan söz etmeliydi. Tostos, bol bir elbise giymişti. Gecenin anlam ve
önemine uygun ve bir fellaha yaraşır biçimde tabii ki donsuzdu. Muhtemel amacı
bulduğu anda karanlık bir köşede eteklerini kaldırıp kaba etlerini dövdürmekten
ibaretti. Son suskun ise, avurtları içine çökmüş bir halde vızıldanıp
duruyordu. Bekledim de gelmedin de, tranay tranay nom, şarkısını söylemekten
içim sıkışmıştı artık.
Jan. Biricik Janım ise her zamanki gibi
olağanüstü tatlılıkta idi.
Geri Halliwell, It S Raining
Men
İnsanlar
yalnızdır, hem de yapayalnız. Modern çağın gizli kasa anahtarı ise şifredir.
Şifreler yalnızlığımızın ve güvensizliğimizin kanıtıdır. Jan’ın web sitecisinin
bilgisayar mühendisi olduğunu sonradan öğrendik. Bir ara Jonjon’la aralarında
yaşanan tatlı flört sırasında web sayfacısı içtikleri şarabın etkisiyle
konuşmaya başlamış. Bu sırada ona yapılan blow job’un ne kadar etkisi var
bilemiyoruz. Tabii, bu sır asla Jan’ın kulağına gitmeyecekti! Bir an için
bu sırrın ifşa edilmiş olmasını düşünemiyorum dahi! Jonjon hanımı ile
çocuklarını memlekete gönderdikten sonra bir kısım eşyalarını daha (!) bana
getirerek Jan’ı konuk ettiğim fakiranemize taşındı. Evde ne gerek varsa
dedirten üç hela olmasa halimiz cidden haraptı. Gelgelelim üç ayrı kadın kılıklının
da aynı evde yaşamasının belki bu yazılar için malzemesi büyük olsa da bana
çektirdiği sıkıntıları size anlatmak istemiyorum. Keyfiniz kaçacak.
Jan
elindeki cd ile koşarak geldiğinde Jonjon, jan’a sinirle bakarak konuşmuştu:
- O cd’yi göstererek bana bi şey mi demeye getiriyorsun
küçük kaltak?
- Ay ne alakası var jonjon abla, Tostos’u değil ama seni
severim bilirsin. Yeni albümün lokomotif şarkısını buldum : It's Raining Men!
- Ayy gavurca konuşup durma zaten kafam karışık!
- Jan, lütfen sahnede yer alamayan karton kahramanlarla
ilgili konuşma, zira tostos interneti kesik olduğu için bloğu okuyamıyor, bugün
sizi düşünmediğim sırada eve geldiğinde yazdıklarımı okudu, ant verdi, keserim
seni dedi, önemsemedim ama s.kerim seni deyince valliyi korktum. Tostos yokken
hakkında konuşma Jan’cııım.
- Ay, iyiki geyefendimizsin yanııı.( bunu söylerken i
harfini değil son zamanlarda becermeye başladığı ı harfini kullanarak yanıııı,
diyordu) Andy kuzu kuzu okuyup, gülüp geçiyor. Tostos’a noluyor?
- Jan’cım küçük fahişem, yanııı bebeğim.
Yaratıcımız susmamızı istiyorsa susucizzz, yoksa maazallah bu yazar milletinin
sağları solları belli olmaz bizi kulübe gönderip, binayı yakıverir, haydeee,
aklı tekrar esinceye kadar belki de bizi öldürür, belirsiz bırakır, onun için
sus bebeğim sus, tamam mı tatlışım. Sen şarkını söyle bana.
- Ama Jonjon abla şarkımı henüz bilmiyorum ki!
- Geyefendi şu kıza bi kıyak yapıver de şarkısını
söylesin.
- Senin hatrına Jonjon bir daha yapmam bunu haberin
olsun…. Peki, haydi bakalım Jan, sahne senin!
Pet Shop Boys, Go West
Hayatın zorluğunu anlatmama gerek yok!
Hepimiz para ve ruh ikizi peşinde koşarız. Biz geyler ise bizimle iyi sevişen
birini bulduğumuzda aşık olduğumuzu sanma yanılsaması içine düşeriz. Bu
duygudan uzak kalmanın yolu ne seks yapmamak ne de bizi müptezel yapacak kadar
iyi beceren biri ile beraber olmaktan geçer. İkisinin ortası her zaman
karardır. Az ama öz seksin kimseye zararı olmaz.
Jan’ın Amerika’ya gideceği palavrasını
Jonjon’un patronu öğrenmişti:
- Madem bunca zamandır beni biliyorsunuz bari iş yapalım
sizinle, demişti patronuna. Birkaç iş yapıca da sizdeki şu boş senedimi geriye
alırım.
Patron Jan’ın adını duyunca ya tava
geldi ya da gelmek istedi orasını bizde tam olarak çözemedik ama Jan’la bir
gece beraber olursa Jonjon’un senedini geri vereceğini söylemiş.
- Aa! Aşk olsun! Nolcek ki Jonjon abla, vermediğim bi
senin patronun kaldıydı bi de ona veririm olur biter, ama ya senedi geri
vermezse?
- Onu ben de düşünüyorum Jan. Bu işin şakası yok! Bu
pisliğe birde snei karıştırmak istemiyorum.
İkisini kenardan izliyordum. Jan daha
önce ne gerek varsa kişiliklerinden Bücür için tehlikeli bir görev üstlenmişti.
Bücür’ün teşekkürü siyah deri kayışı bir saatti. Bücürü bir bölüm için geri
çağırmak düşüncesi bile beni rahatsız etmişti. Iyyy demiştim kendi kendime.
Bücür, görev ve evimizin finosu! Jan’ın, Jonjon için bu defa hakikaten bir işe
karışması beni korkutuyordu. İşin içinde para seks ve silah vardı. Aslında
acayip heyecanlı görünüyordu. Ama ya başına bir şey gelirse düşüncesi de beni
ürkütmüyor değildi!
- Bak Jan, çok iyisin çucuğum ama şok gençsin şok!
Jonjon,
şok sözcüğünü kullanırken aslında çok demek istiyor. Jan’a özenip kendine
stil yapmaya çalışıyor ama tutmuyordu tabii.
- Aslıdna Tostos’a sormak lazım. Ne de olsa Arap!
- Ne alakası var koja göbüş?
- Jan’cım, birinci dünya savaşı sırasında Osmanlı
İmparatorluğu’na karşı Araplar ayaklanmışlardı. Pek çok yazıya ve filme konu
olmuştur!
- Ayyy, film neyse de yazıyı okuyamam! Hem zaten sen
okumuşsun Koja göbüş benim düşünmeme gerek yok ki. Ben genç ve güzelim. Bu d
abana yetiyor.
Gülümsemiştik. Doğruyu söylüyordu. Çok
güzeldi.
- Jonjon abla, sen şu patronunu yarın gece kulübe
getirsene. Hem orada onunla tanışırız hem kulüpte dans ederim senin patronunun
gönlü olur. Sonrada bakarız dalgamıza.
Queen, Don't Stop Me Now
Henüz ‘Somewhere Over the rainbow’a
şarkısını dinleyecek kıvama gelemediğimiz için bir takım eleştiriler alıyoruz.
Oysa somewhere over the rainbow, demek için erken, oraya ulaşmak huzur ister,
hatta bir parça da göt!
Gençlik ateşi geçmeden bu şarkıyı
anlamanın zor olduğunu düşünüyorum. Neyse geyefendi karakterime büründüğüm
takdirde yazdıklarım daha okunası oluyor. Hatta okunuyor!
Jan, MemuSomer’in, Hop Çiki ya ya
serisindeki burçak’ın işlettiği kulübe gitmeye karar vermişti. Uzun zaman red
ettikten sonra bunu yapmasındaki yegâne neden elbette ki JonJon ablasına yardım
etmek değildi sadece. Kendini göstermek ve özgüvenini pekiştirmek istiyordu.
Ben se bu atılımı gereksiz buluyordum. Kimseyi efsaneleştirmenin alemi
olmadığını düşünüyordum. Bir de durduk yerde edebi geziye çıkmanın ne âlemi
vardı?
Jonjon’un patronu beklendiği ve söz
verdiği saatte gelmişti. Allahtan gümrükçülerin böyle bir özelliği oluyordu.
Söz verdikleri saatte gelmek. Normalde vücuda göre yedi de bir oranında
olan kafa adamın yemişte sıçmamış beden ölçülerinin sonucunda onbirde bire
kadar değişim göstermişti.
- Bok böceklerine benziyor dedi, web sayfacısı!
- Ayy sende, iyi ki kahraman oldun şu yazıda, adamla
ilgili bilgiler ne onları anlat.
- Adam 45 yaşında bir baltaya sahip olamamış gözüküyor;
eline para geçmiş ama hep harcamış, banka kayıtlarının inceledim. Parası yok
sayılır, para gelmiş gitmiş sürekli. Zamanında ödenmeyen borçtan geçilmiyor.
Abimizin bankalar nezdinde itibarı zayıf kısacası. Sabıka kaydı
yenilerde bişey yok. 20’li yaşlarda başlayan birkaç suç kaydı var! Karşılıksız
çek vermiş, basit birkaç yargılanma. Ne var ki, 29 yaşındayken uyuşturucu ile
ilgili bir hikayesi var. Ama aklanmış. Delil yetersizliği! Şimdiki gümrükleme
işinden önce epeyce iş denemiş, bu şirkette zaten aslında başkasından kalmış
ona. Ortağını nasıl yaptıysa ekarte etmiş.
- Kısacası adam alavere dalaverecinin biri desene sen
şuna!
- Daha bitmedi asıl bombayı söylemedim henüz!
- Neymiş asıl bomba?
- Adam Antepli. Akrabaları kapalı çarşıda döviz işi
yapıyorlar. Paranın geliş yeri orası.
- Eeee?
- Bu yeğenlerin dayısı da meşhur baron!
- Şu içeri alınan baron mu ?
- Evet!
- Kayıp mal! Ne diyosun web sayfacısı! Vay be! Vay vay
vay! Çaktım köfteyiii! Baskın yapıldığında bulunamayan mal bizim dallama da!
Vay vay vayyy. Aferim len sabır taşı web sayfacısı. Bana bak, Jon jon’a
ötmüşsün sen asıl mesleğim mühendislik demişsin! Hangisi doğru!
- Konuşuruz Koja göbüş!
Dedikten sonra sırıtmıştı.
Web sayfacısı harbi iş becermişti.
Ayrıca o akşam bara gelen tek normal kıyafetli adam da oydu. Arabayı da o
kullanıyordu. İçmemesi için tembihlenmişti. Hem de Jan tarafından!
Jonjon’un patronu Dallama, barda Jan’la
tanışırken onun elini öptü. Bizimkinin sırıtması muhteşemdi. Jan, rolünü iyi
oynayacağa benziyordu. Bir şişe viski ile şampanya getirtildi. Jan köpüklü
şarapla şampanya arasındaki ayrımı bildiği için gelen ilk şişeyi geri
göndermişti. Sağlam mal getirin bana!
Dallamanın hoşuna gitmiş olmalıydı. Bunu
onun kulak memesini yiyecek biçimde Jan’a söylerken bir yandan da eli
tatlışımın kalçalarında geziniyordu.
Jonjon sürekli huzursuzdu!
Gözleri hzuursuz biçimde etrafı tarıyordu. Birkaç kız çıkıp şov yaptılar. Genç
stariçe Jan’ın kulüplerinde olduğunu ondan bu geceye özel bir şov
beklediklerini söylediler. Jan, ortalıklarda gözükmüyordu. Şovuna hazırlanıyor
olmalıydı. Bir ara Burçak’la göz göze geldik. Jan’ın gençliğini kıskandığı
düşündüm bir an için. Kim bilir olabilirdi. Uzun zamandır ilk kez
piyasada kendi kahramanına bir rakibe çıkıyordu.
Sahne kararı ışıklar tek bir noktada
odaklanınca Jan muhteşem şovuna başladı! Dallama Jan’ı hayranlıkla izliyor,
kahkahaları patlatıyordu. Tabii şampanyaları da… Barın üzerinde tam 34 şişe
şampanya duruyordu. Kulüpte içki yoktu neredeyse. Herkese ısmarlıyordu. ,
Bir insan bir parayı rahatlıkla
iki türlü harcar: Para ya kendisine ait değildir ya da haydan gelip huya
gidecektir. Görünen o ki, bizim Dallama’mız da bu iki durum da mevcuttu! Jan
şovunu bitirip sahneden inerken Dallamanın Jonjon’un kulağına bağırarak
konuştuğunu duydum. Jon jon tamam der gibi kafa sallıyordu. Üç dakika sonra cep
telefonuma mesaj gönderen Jonjon, “Dallama Jan’ı götürmek istiyor!” yazmıştı.
Ya Sonra,
Ajda Pekkan
Herkes seyahati sever; ama seyahat
parası için çalışmaksızın gezenler en çok severler. Jan’la dallama arasında
köşe kapmaca yaşanacağı belliydi, ama Jan’la Jonjon bu konuda anlaşmışlardı.
Jonjon, Dallama’daki boş senedini geri alıncaya kadar kendini
koklatmayacaktı. Peki ya sonra? Senedi de iade eden Dallama rahat mı
duracaktı?
Ortaya karışık bir hikâye çıkmaya
başlamıştı. Karışık hikâyelerin en güzel tarafı kimin ne yapacağını belli
olmamasıdır. Bazen en saçma hareketi ya da lafı söylettiğiniz kahramanınız sizi
yarı yolda bırakmaz! Tıpkı o gece olduğu gibi…
Dallama cipini getirtip Jan’ı aldıktan
sonra biz de peşleri sıra onları takip ediyorduk. Sabır taşı iyi
bir bilgisayarcı olabilirdi ama kötü bir şoför olduğu tartışmasızdı. Geçtiğimiz
bütün trafik ışıkları kırmızı yanıyordu.
-
Son suskun biraz ileri kayar mısın, lütfen?
-
Ayy hem birden hikayeye dahil ediliyor hem de naşlanıyorum. Nasıl bir yazı bu
tanrım!
-
Bana bak son suskun eğer hikayeme tek bir kelime daha edersen emin ol
dallamanın yanında sen olursun, Jan değil . Ve daha da kötüsü seni sonsuza
kadar o arabanın içindeki hıyarla kaybedebilirim! Sende doğru sür şu arabayı
web sayfacısı kılıklı mühendis parçası!
-
Tamam abla!
O sırada jep telefonuma mesaj gelmişti.
Tanrım dedim bir anda bana neler oluyor; hikayenin saçmalaştığı yetmiyormuş
gibi bir de Jan gibi konuşmaya başlamıştım. Cep telefonu yerine JEP TELEFONU
diyordum.
“…Silivri…” mesaj bu kadardı!
Hep bir ağızdan “nassı yaneeğğğ” çektik.
Geçtiğimiz son trafik ışığı da kırmızı olduğu yetmezmiş gibi bir de çevirme
çıkmıştı karşımıza. Şimdi ne halt yiyecektik. Direksiyondaki sabır taşı,
yanında jarse tişörtü içinde ben ve kucağımda bir anda yaşamıma girip ama bir görünüp
bir kaybolan Son suskun, arkada ise Andy ve üç ton yedi yüz elli gram
ağırlığındaki Tostos, kuş kadar canıyla mürebbiyanım ve de canim demekten başka
bir şey bilmeyen spaniş hep beraberdik. Küçük bir polo da yedi kişi nasıl
oluyorsa oluyordu işte. Her şey birbirine giriyordu!
Kızlardan
birinin yazdığı kitabın adıyla :
BACA
KARASI
ya
da okunuşuyla
bacak
arası!
İnsanların sizi yanlış anlamalarına izin vermeyin. Eğer böyle bir durumla
karşılaşırsanız yanlışı doğruya çevirmek için zaman kaybetmeyin. Tıpkı bizim
örneğimiz de olduğu gibi.
Takip ettiğimiz arabanın içinde kızlara arasında adam çakmasın diye dallama
kelimesini Amerikalıların yaptığı gibi kısaltarak kullanıyorduk: Dallll!
Dalll
bol miktarda alkollü olduğu için son zamanlarda biti kanlanan patronunun en iyi
yalakası olan it Cemil ona şoförlük yapıyordu. Manita koltuğuna Jan
oturmuş, Jonjon’la Dallama ise arka koltukta sıkışmışlardı. İkisi de
sürekli itişip duruyorlardı.
Jonjon arabaya bindikten beş dakika sonra ‘SENET!’ demişti. Dalll ise olmaz
önce Jan, diye yanıt vermişti.
Jan, it Cemil’le kaş göz anlaşmaya başlamış, arkadaki itişmeden istifade
bacaklarını okşatmıştı bile. Bir ara herif Jan’ın ufaklığını da okşayınca her
şey açığa çıkmıştı. Şoför harbi it denen cinstendi. Kafasına koyduğu işi yapmak
için denemeyeceği yol kalmayanlardandı. Ölüyü diriyi sikip gözünü şimdi Jan’a
dikecek kadar da pervasızdı. Arabanın arkasında Sarhoş Dalll ile Jonjon senet
mi önce yoksa Jan’mı meselesini tartışırken ön tarafta Jan ile şöför işi
pişiriyordu.
Jonjon en sonunda dayanamayıp arabanın önüne doğru eğildi:
- Dalll, Jan’la beraber olmadan senedi
vermem, diyor.
- O zaman bende koklatmam!
- Duydun mu Dalll! Kız böyledir ablasını
korur, iki cihan bir araya gelse vermez, aferim Jan, harbi sürtüksün!
- Mersi Jonjon abla.
Jonjon ile Jan arasındaki ne gereği varsa dedirten konuşma geçerken it Cemil‘le
Jan işi pişirecek yer arıyorlardı. Jan’ın it’e kaş göz etmesi o sırada ne sarhoş dallamanın
ne de senedinin derdine düşen Jonjon’un dikkatini çekmişti. Silivri’ye
giden otoban’a saptıktan sonra yoldaki karanlık ürkütücü boyut almıştı.
Jan bir ara çişinin geldiğini söyledi. Durmaları gerektiğini ama bir genç kızın
ayakta işeyemeyeceğini bu nedenle ancak oturarak işeyebileceğini söyleyince
emrine amade kulları tarafından mecburi halde alafranga bir hela bakmaya
başladılar.
Edirne
otobanı uluslar arası yol olduğu için bir dolu fahişe barındırır. Onların iş
tuttuğu yerler ise çoğu kamyonun arka tarafı ya da batakhaneleridir. Alış veriş
merkezlerine ya da lüks otellere gitmezler. Son zamanlarda biti feci
kanlanan bir zenginin açtığı alışveriş merkezi it Cemil’den başkasının aklına
gelmezdi. Araba oraya saptıktan sonra kısa sürede yoldaki karanlık ve
sessizliğin tersi olan aydınlık ve gürültülü bir alışveriş merkezine ulaştılar.
Will
we Ever Be Happy Again?*
Bir
daha mutlu olabilecek miyiz?
“İkinci
dünya savaşından sonra Almanların kendilerine sorduğu soru!”
Alış veriş merkezlerinin en güzel yanı
insanı kolayca gizlemesidir. Bir travesti ile cd arasındaki ayrım halk
tarafından pek bilinmeyebilir; ne var ki kadın kıyafetlerine bürünmüş biri genç
diğeri orta yaşlı iki homonun yanına pezevenkleri andıran it
kılıklı genç adam ile bir de sarhoş Dallama eklerseniz dikkat çekmemeniz
için hiçbir neden kalmamıştır. Çünkü sizler, işsiz genç, hetero, hafta
sonu alışverişine çıkmış çocuklu insanlardan olmadığınız gibi sosyal
kalabalığın bünyesine aykırı olan türe aitsiniz. Dikkat hetero hormonları
eşcinsellere karşı çok duyarlıdır; bir eşcinseli görür görmez aleyhe
çalışmaya başlar; neslin tükenme olasılığı tehlikesi devam ettiği sürece de
sizi başlarından atmaya çalışırlar. Onlar için yalnızca gece kulüplerinde
eğlence malzemesi olmanız yeterlidir.
Tuvalet arama faslı sırasında Jan
dallamanın şoförü İt Cemil’e sevişmek istediğini söylemiş; ama bu sarhoşu
n’apıcaz deyince, İt Cemil, sen onu bana bırak, diye olayı halledeceğini
belirtmiş.
Ucunda çıkarı bulunan İt kılıklı
heriflerin sözlerine bir an için ve sadece sadece o işe özel olarak
güvenebilirsiniz. Beş dakika sonra sizi satma olasılığı hayli yüksek olsa da
çıkarının olduğu an sözünü tutacaktır. Jan’ın etrafında it kılıklıdan
bolca bulunurdu. Özellikle bir ara müptelası olduğu taksi durağındaki
şoförlerden iyi ders aldığı da belliydi. Dal taşak belli sıkı kotlar
giyen dar kalçalı, orta boyu aşamayan pipili, çoklukla kirli sakallı ve gün
aşırı banyo yapan hafif ter kokulu bu itler taksi duraklarında bolca bulunup
orada uluyarak itler vadisinin nağmeli üyeleridir. Buyurulmaktan değil
ricadan hoşlanırlar. Bir kadının ricası onlar için zaten emirdir!
İtler konusunda ihtisas sahibi olan Jan,
Cemil’e de rica da bulunmuş:
-
Dallamayı halleder misin?
Cemil için işin halli demek
Dallamaya bir şişe daha ekstra viski vermekten başka bir şey değildi. Jan
iki arada bir dere de İt Cemil’e patronunun homoseksüel istekleri olup
olmadığını nazik biçimde sormuştu:
-
Dallamayı gagaladın mı hiç?
İt Cemil dilini cıklatıp ı-ıh çekmişti.
İçtikçe içen Dalll, sarhoş oldukça ağzından düşürmediği tehdit, küfür ve
hakaretlerine gaz veriyordu. Patronunun hakaretlerine alışık olan Jonjon
bile yeter ama beyeter artık deyince bu defa ne diyon ulan, yanıtıyla
karşılaştı. Bağrı yanık küfürlerle ilerleyen iletişim dallamanın
Jonjon’un aile yaşamına ilişkin mütecaviz sözlerle artınca ipler
kopmuş: Ben var ya ben, senin karını diye başladığı sözleri yediği
kroşelerle gözünü morarttıran dallama nakavt olup oracıkta sızmasa epey bir
çıngar çıkacaktı. Dalll yediği yumrukların etkisiyle o an arabanın içinde
sızmış; Jonjon’da o arada onun cebinden işe girerken imzalatılan boş
senedini geri alabilmiş. O an bir daha kimselere senet menet imzalamayacağına
ant içip tövbe etmiş! İt Cemil ise Jan’ın tadına bakmak amacıyla
nereden geldiği belli olmayan para gibi birden bire parlayan Dallamanın
Silivri’deki yazlığına gitmek üzere gazı sonuna dek köklemiş. Jan hem
içine düştüğü polisiyenin tadını çıkartıyormuş hem de az sonra İt’le yaşayacağı
sorumsuz anların hesabını yapıyormuş.
Gelvelam bizim dallama Dalll’ın şöförü İt Cemil,
Lapseki Keşan hoppala paşam, deyiminin manasını araştıracak biçimdeki akademik
titizlik içinde sapması beklenen Silivri yol ayrımına girmeyip bu
defa arabayı İpsala yönüne çevirmiş. Tabii kızlar da neden diye sormuşlar?
Meraklanmayın az sonra öğreneceksiniz dediği sırada İt Cemil arabayı 180
km’lik hız sınırını da geçerek çoktan Yunan sınırına yaklaşmaya başlamış.
Arabeske geçiş
Modayı takip etmekle arabayla birini takip
etmek birbirine benzer. Her ikisi de bir o kadar zor, pahalı ve
tehlikelidir. Modayı izlerken kredi kartlarınızın dolduğu yetmezmiş gibi
bir de gülünç duruma düşebilirsiniz; detektifçilik oynamaya kalkışırsanız
ölebilirsiniz.
Jan ile Jonjon, Dalll ve şöförüyle
birlikte Silivri otobanına girmişlerdi. Hemen arkalarından girmemize karşın
yetişemedik.
Yunan sınırında ne işleri olduğunu bizde
bilmiyorduk ama arabamızdaki benzin bitmek üzereydi. Yedi kişiyi içine
sığdıran bir polonun 180 km’lik hız sınırına ulaşması zaten arkada taşıdığı
ağırlık nedeniyle olasılık dışıydı.
Tostos, rüküş ötesi Araplığını
sürdürmeye meyil etmiş iken Andy az da olsa ona haddini bildirmiş; tavır koyan
Mürebbiyanım ve Spaniş’te Tostos’a surat yapmışlar. Tabii, Tostos
yaradılışı gereği rahat duracak cinsten değildi. Bu defa
kucağımdaki Son Suskun’a laf sokmaya başlamıştı:
-
Kız, sizi ben tanıştırdım ne bu samimiyet?
-
Ay bilmiyorum, zaten ben oynamak istemiyorum diyen Son Suskun o sırada sabun
köpüğü misali uçarak arabadan ayrılmıştı!
Zenginin malını yiyenle karısını
siken zengin değil yakınındakileridir, derler. İt Cemil
büyüklerimizin sözlerini doğrulamaya çalışıyordu. Üç aydır dallamanın
şirketinde çalışıyordu. Jonjon işyerine ilk geldiği gün onda bir farklılık
sezinlemişti. İsim koyamadığı bir farklılık!
-
Bana bak Cemil eğer şu olanları anlatırsan, Allah yarattı demem bilmiş ol! Bi
saattir yoldayız nereye gidiyoruz biz?
-
Az kaldı abla bekle biraz daha!
-
Beklemeye tahammülü olmayan bir star var arabanızda beyefendi! Onu
düşünmüyorsunuz zannımja!
-
Az kaldı yavrum az kaldı!
Bizse
çok gerilerde kalmıştık. Ağılıktan arabanın tekeri patlamıştı. Kızlar soğuğa
rağmen sere serpe yolun kenarında oynuyorlardı. Bir süre sonra kamyoncular bizi
keşfetmekte gecikmedi. 12 kamyon şoförü tekerleğimizin yerine
takılması için durdular! Alaturka aristokrat mürebbiyanım ile Spaniş
kocası dudak büzerek bizi izliyorlardır. Tostos, Andy ve ben ise
kesinlikle kamyon şoförlerinin rahatlaması için kamu hizmeti
görevindeydik. Bir görev ancak hakkını bilene teslim edilmelidir. 12
kamyon şoförü polo aracın tekerleğini değiştirdiler. Ve sırayla her birine
teşekkür ettik. Andy bir ara bundan sonra yeni sergimde kamyon şoförlerini
anlatıcimmm, diyordu. Tostos ise bu gece yaşadıklarımdan sosyal içerikli bir
film çıkartabilirim diyerek işin ciddiyetini anlatmaya çalışıyordu. İşsiz bir
reklamcı olarak benim yapabileceğim tek şey vardı: Görevin gereğini yerine
getirip ardından susup oturmak! Yardımsever Kamyoncu arkadaşlarımız
Alaturka Mürebbiyanım ile Spaniş kocasını da aramıza davet etti. Onlar sadece
işin içki kısmına katılabileceklerini bildirdiler. Ortaya yakılan bir ateş etrafında
Spaniş İspanyol kadınının ateşini sergileyen bir gösteri yaptı; Mürebbiyanım
ise sesiyle ona eşlik etti. Sabahın ilk ışıklarına kadar teşekkür
görüşmeleri devam etti. Sonrasında saatlerdir sabırla bizi izleyen Sabır
taşının uyarısı ile uyanıp yolumuza kaldığı yerden tamam mı devamı şeklindeki
referanduma gitmeye karar verdik!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder