14 Ekim 2011 Cuma

geyefendi

Fanzin' de olabilir!
Yeraltı edebiyatından roman olarak da anılabilir.
Mocumanter olarak da düşünülebilir.
Sınıflandırması umurumda değil.
Okuyan keyif alsın yeterli.  















                                                                                            2010-Cihangir/İSTANBUL










31.Mayıs.2013 GEZİ PARKI DİRENİŞİNE KATILAN EŞCİNSEL İNİSİYATİFLERE İTHAF OLUNMUŞTUR.







BAMBAŞKA BİRİ






                       Kimler geldi, kimler geçti ?

              Ajda Pekkan şarkılarının  gey dünyasında ayrı bir yeri vardır. Özellikle de, bambaşka biri adlı şarkısı çalınırken gey bardaki kalabalığı izlemeye doyum olmaz.

 “... Şimdi gel de gör beni,
      bambaşka biri,
      topladım dağılan kalbimin herrr köşesini,
      ardından ağlayan  o zavallı kız nerede şimdi,
      gel gör beni,
      sevenlere vereceğim sevgimi,…”

         Bu nakarat döndüğü sırada kızların elleri kolları oynar,  bambaşka biri derken kendilerinde gezinir, dağılan kalp işaret edilir, gel gör beni işaret parmağıyla işveli biçimde aşk çağrısına dönüştürülür!

                  Ve hop pi di zıp bi di…

                Geyler böyledir işte... Serdar Ortaç’ın en ağlak şarkısında bile göbek atılıyorsa emin olun bunda hatırı sayılır bir gey potansiyeli olduğundandır!

             Giriş bölümündeki belgesel tadımlığın hikâyenin devamıyla bağlantısı olmayabilir, hatta bu durum bir süre sonra kopukluklar biçiminde Perihan Mağden yazılarını da andırabilir; ne var ki okur dediğimiz kitlenin sadece cinsel eğilimleri önem ta-şı-ma-mak-ta-dır.

                   Biz kimiz?

                   Çarli’nin Melekleri misali üç kişiden müteşekkil blog yazarı grubuyuz!

              Birimiz hetero bir erkek, diğerimiz doğuştan vajinalı bir kadın, üçüncümüz (yani bendeniz) ise gey!

                    Bizi bir araya getiren Çarli oldu!

                     Çarli’nin kim olduğunu bilmiyoruz!

                   Açıkçası merak da etmiyoruz. Zira,  adımıza banka  havalesi  dahi çıkartmayan bu kişi kimliğini gizli tutabilmek için maaşlarımızı kredi kartlarımıza nakit olarak ödüyor. Haliyle de kredi kartına tahsilat yapan banka borç ödemesi olduğu için ödeyenin kim olduğunu sormuyor. Yıllardır kara para aklama yöntemi olarak kullanılan bu sisteme bizimde dahil olacağımızı düşünmemiştik bile, ama oluyormuş! 

Bizden istenen  ve yapmaya çalıştığımız nedir ?

Homofobi ile mücadele! Homo olupta bununla mücadele etmeyen şuursuzlar en çok ilgi alanımıza giren kişiler. 

Homofobik biriyseniz bizi sevmeyeceğinizden eminiz!  

Gey olmamanıza karşın yazdıklarımızı merakla okumaya devam ediyorsanız iç sesinize kulak verip hemcinslerinizi daha ciddi biçimde incelemenizi öneririz. Özellikle de cinsel organ cidarlarını! 

Hetero kimlikte iseniz lütfen bayağılaşmadan okuyunuz; zira hiç bir eşcinsel sizin eğlence malzemeniz değildir. 

-Saygı sunmaksızın- Blog okurlarına duyurulur. 

Geyefendiler












                                               











I.BÖLÜM
















    I Will Survive






















YASTIĞIMDAKİ ERKEK KOKUSU



Sabahları uyandığımda yastığımda erkek kokusu yok! Ah, ne yazık.!

Havalar soğumaya başladı. Ekim ayı ile birlikte soğuklar iyice bastırdı.

Geycikler barlara doluşmaya başlarlar. Bar bahçe'den kaldırdıkları laçoyu ödünç yaşamlarına sokarlar. Sabahları yataklarındaki sevişme sonrası kokuları ile uyanırlar. 

Durun o da ne? 

Geylerin  şaşırma zamanları çabuk gelir; bu nedenle bir süre sonra her şeyi kanıksamaya başlarlar. 

Dün gece haldur huldur soyunulan giysiler ters yüz edilmiş, cüzdanlar da fora! Çalınmış olan yalnızca cüzdan değildir;  kapalı çarşıda 20 liraya satılan çakma lui viton cüzdana acınmaz, dün geceki heyecan dalgasının ardından keyif sigarası bile tüttürülemez. can sıkıntısıyla oflanıp puflanır! 

Kıçlarının arasına giren kotları, dik başlı memelerini örten tişörtler genellikle Zara'nın ucuzluk döneminden alınmıştır.

Sıkıcıdırlar.

Çok önemli insanların bir arada bulunduğu bir kokteylde en hanımefendi halleri ile pipeti oral seks anındaki penise uzanan dilleri ile yoğururlar.

O sırada onları izlemeye bayılırım.

Gerçek adının Can olduğunu öğrenmemin yaklaşık üç dakika sürdüğü Biricik Jan'la böyle bir anda tanışmıştım. 

 Çok gergindi. Hatta sürekli gergin olduğunu düşündürten bir yanı vardı.

—Sinirliyim, varma üstüme!
—Neden, n'oldu kuzum?
-  Ayol bir haftadır  elime erkek eli değmedi de ondan !

Kaşları Sezen Aksu modeli alınmıştı.  Islak, biçimli dudaklarına geceleri parlatıcı sürdüğü de olurmuş, öyle söylemişti. Onun gece nasıl görünebileceğini düşünemiyordum. Biz bunları Cihangir'deki Kaktüs Bar'da konuşurken etraftan bana balamoz ibne genç oğlanı götürüyor  gözüyle bakışları fırlatılıyordu. Hoş, Jan'ı götüren tek ben olsam, gene iyi. YT, MÇ gibi medyatik ünlülerin elinden çoktan geçmişti.

-Lütfennn, bi yerlerde karşıma ş(ç)ıkma, konuşmayalım, görüşmeyelim n'olursun, şarkısını mırıldanıyordu.

—Yeni bir aşka yelken açtın sanırım!
—Hayır Koja Göbüş, bebişin son aşkını terk etti. Ahh!

Biricik Jan'ıma şöyle bir baktım.  Onu, Bar Bahçe'nin göt içi kadar salonunda etrafı umursamaz hallerinde kafasını sallarken düşündüm. O en romantik biçiminde bile felfecir okuyan bakışlarıyla salınırdı. 

Lütfeeennnnn! Konuşmayalım, görüşmeyelim n'olursun!

Islak dudaklarının pipeti emişindeki enteresanlık insanın aklına tuhaf şeyler getiriyordu.  

Yeni yetme geylerin ortak özelliği de bu olsa gerek. Bebeklerin dünyayı tanımak için her şeylerini ağızlarına götürmeleri gibi Biricik Jan'ım da her şeyi ağzıyla tanıyordu!

-Eee? Anlatmayacak mısın?

Omuz silkip sağa sola bakındı. Siyah dar kumaş pantolon üzerine beyaz önlük takmış garsonun açıkta kalan bölümünden gözüken dik kalçalarını dikizliyordu. I- ıhhh diye bir ses çıkardı.

—Borç verijen mi?
—Anlatmazsan vermem!

Geyler duygusal şantaja boyun eğerler. Bu nedenle de para her zaman önemlidir.

Kısaca anlatıverdi. geceyi kurtarmak için Bar bahçe de bulduğu varoş laçoyu Arda'nın evine götürmüşler, sabah uyandıklarında da cüzdanlar fora!

- Yastığımdaki erkek kokusu hariç hiç bir şey kalmamıştı, derken küskünlükle dudaklarını büzmüştü.

Çulsuz olduğu için ona istediği parayı vermekten başka yapacak bir şeyim yoktu. 






                                               

                                                             Dario Beck



KADİR İNANIR' A KİM İNANIR

              Geyler arasında tuhaf bir iletişim vardır:  Toplumdaki erkeklerin pek çoğunun gey olduğunu düşünür ve buna cani gönülden inanırlar. "Kadir İnanır'a kim inanır?" tekerlemesi gibi seçici algıdaki bozukluk halinin bir göstergesidir.  

Perşembeyi Cumaya bağlayan gece Birijik Jan  benim eve geldi. Heyecanlı biçimde yeni bir kariyer planı olduğunu anlatıyordu. 

Yeni bir iş, yeni bir hayat, bana yeni bir ben lazım, şeklinde çok bilmiş Sertap Erener taklidi yapıyordu. 

Amacı başkaymış!

-Annemin evinde süslenemem Koja Göbüş, o nedenle sana geldim. Bu gece drag şov yapıcam ,  hayatımda ilk defa sahneye çıkıyorum. Makyaj iki saate yakın sürüyor; klupte yapamam , yetişmez çünkü;  senin evde kulübe  30 metre zaten. Ver bi alt dudak Jan'ına.

Yeni bir sektör oluşmuştu: Gey sektörü. Ceylan Çaplı'  14 isimli gey barı ilk açtığı zaman yer yerinden oynamıştı; şimdi ise adım başı gey bar kaynıyordu. Varoşlardan kopup gelen yırtmak isteyen genç adamlar yaşlı balamoz geylere peşkeş çekiliyordu. Devir değişmişti.

Can'ın makyajı gerçekten iki saat sürdü. Cep telefonu sumak bilmedi. Işığa söylendi;  rimel kalemini bulamadığı için sinir krizi geçirdi, bir kez de takma kirpikleri nedeniyle ayılıp bayıldı. Banyodan gelen parfüm kokusu feciydi. Çünkü eski sevgilimin paraya kıyıp aldığı pahalı parfümün üçte ikisini vücuduna boşaltmıştı. 

Banyodan çıktığında gözlerime inanamadım.

Benim Biricik Can'ım muhteşemdi.

My fair lady, Tiffany'de Kahvaltı, Audrey Hepburn...

Yok, yok yetmez. Çok daha feci bir şeydi.

Hemen oracıkta onu becermek istedim.

Büyük bir hanım efendilikle tebessüm etti.

-Sen şimdi Jan olmuşsun gerçekten!
-Ben zaten Jan'ım, janım. Beni izlemeye gelecek misin?

Bir birimize baktık.  usulca dudağıma bir öpücük kondurdu. Ardından  süzülerek evimden çıktı. Kesif parfüm kokusu, çıngırdaklı ışıldaklı makyajıyla  sahne için yaratılmış bir aktristi.

Cihangirin kedi sidiği, köpek boku dolu sokaklarında pislikler bile bu gerçeği saklayamıyordu. 













KOYU MOR

Biricik Can'ı ilk gecesinde kulüpte yalnız bırakmak istemedim. Sergileyeceği performanstan emin değildim. O benim Can'ım  olmasına karşın diğer insanların Jan'ı olmak istiyordu. Bir drag quen olacaktı. 

Profesyonel dansçılar getirerek hem geylere hem de alternatif eğlence arayanlara hitap etmeye çalışan bir anlayışla açılmıştı yeni kulüp. Kocaman, eski sinema salonundan bozma ortasında cami avizesi sarkan manasız üstü bir yer... Daha önce açılmış ama yeterli rüşveti vermediğinden olsa gerek kısa süre içinde kapatılmıştı. O zaman eski sevgilimle bir kaç kez gitmişliğimiz olmuş, kuytu köşe aramaksızın kimsenin cesaret edemeyeceği zamanlarda aşk sarhoşu iki erkek olarak ulu orta öpüşmüştük. 

Aslında karton kahramanlarımla birlikte gitmeyi adet edindiğim tek kulüp Mehmet Murat Somer'in Hop Çiki Ya Ya serisindeki Burçak’ın yeridir. Sonuçta Birijik Jan'da karton bir kahramandı ne var ki  hem Jan'ın hatırına hem de  Burçak'ın yerini anımsamadığım için bildiğim yer üzerinden yazmayı tercih ediyordum. 

Bir dolu erkek/gey/biseksüel dansçı vardı. Hepsinin erotizmi buram buramdı. Bir tanesi  oldukça tanıdıktı! Bir ara takıldığımız erkek güzellik yarışmasında dereceye girememiş jigolo bozuntusu... Benden borç para almış tabii ki geriye ödememişti.  Biricik Can'ın bunca  katakullicinin içinde işi zor olacaktı. Sonuçta karton kahraman dahi  olsa askerlik yaşı gelmiş genç bir adamı daha doğrusu yaşıtları askere giden geç bir eşcinseli anlatacaktım ki, bu gece travestiliğe soyunacaktı. 

Millet içiyordu. Kulübün işletmecisi en yavşak haliyle herkese yalakalık ediyordu. En azından göbeği benden büyüktü. Garsonlar  kolsuz tişörtler giymişti. Lezbiyenler bir köşede takılıyor, ortalık hareketlenmek için bahane arıyordu. Sigara yasağı geldiğinden beridir nefes almak daha kolay olmuştu.

Müzik gittikçe hızlanmaya başladı.
*****
Ortadaki, dans pistinin üzerine genç bir laço çıktı.  Dar bir şort ve bacaklarına sarılmış deri aksesuarlar dışında çıplaktı. Kaslarını göstermek için yanıp tutuşuyordu. Müziğe uygun ritim tutup 19 mayıs gösterilerindekine kıyasla erotik hareketler sergiliyordu.

Bir kaç kişinin onu izlediğinden emin olunca keyfi yerine geldi. Etrafa bakarken gözüme ilişen görüntü irkilmeme neden oldu. Eskinin eskisi sevgilim bir köşede genç bir adamla öpüşüyordu. Kalbim hoplayıp zıplar gibi oldu. Gitmek istedim ama Biricik Can çıkacağı için gidemezdim. Hem zaten bitmiş gitmiş bir ilişkiydi. aşırı tepki göstermenin anlamı olmazdı. Orta yaşa girmenin en güzel taraflarından biri de bu olsa gerek. İnsan her şeye olgun bir gerçekçilikle bakıyor. Bakılmanın verdiği rahatsızlık içinde eskinin eskisi tiyatrocu manitam oynak, şımarık hareketler yaparken göz göze geldik. O şımarak hali gidip bana yılan soğukluğuyla baktı. Sonra da orospu kahkahasını salladı.

Cıstık cıstık cıstık cıstık...

Müzik yavaş yavaş değişti; dans eden kaslı laço sergi sarayından  inerken bu defa kulübün sahne kısmında bir hareketlenme oldu. Biricik Can'ın çıkacağını düşünerek dikkatimi oraya yönlendirdim. Hafif striptiz kokulu bir dans şov yapıldı.

Bu sırada bütün dikkatler sahnede olduğu için arkadaki hazırlığı göremedik. Sahnedeki biterken dans pistinin ortasındaki yükseltinin üzerinde üç travesti  çoktan yerlerini almıştı; onlardan birinin Biricik Can olduğunu anlamak için epey bir çabalamam gerekecekti.

Göz göze geldiğimiz de heyecanlı olduğunu anlamıştım ama göz kırptığında Madonna'ya taş çıkartacak kadar rahat davranabileceğini fark ettim. Apartman topuklu lame çizmeleri içinde, kısacık bir şortun üstü çıplaktı. Vücudunu Parlak pullarla kaplamışlardı. Kafasına Rio karnaval kıyafetlerinin tamamlayıcısı tavus kuşu bir başlık takılmıştı.

Can tam bir drag Quen olmuştu: Heyecanı gözlerinden okunuyordu.  Ve yavaş yavaş müzik başladı.


Kimi geceler uzundur. Sabah bir türlü olmak bilmez. Farklı heyecanlar farklı duygular farklı insanlar uykunuzu kaçırabilir.  Benim o gece yaşadıklarım gibi.

Biricik Can, şovunu tamamlamıştı. Bir kaç amatör hatası, diğer oynak travestiler tarafından örtbas edildi. Buradan anladım ki travestiler arasında yardımlaşma geçerliydi. Bir türlü kadın dayanışması diyelim. Gösteri bittikten sonra adetten olduğu üzere drag quinler izleyiciler arasına karışıp gecenin ritmini artırmakla yükümlüydüler. Konsomasyonun değişik versiyonu. Can yanıma gelerek yanağını uzattı. Gene en Audrey haliyle. Bu defa üzerinde azcık Holy Golty havası vardı. Kadınlaşıyor muydu? Sanmam. Gey life'ın gençlik heyecanı sayılıp sayılmayacağı konusunda balamoz bir eşcinselle tartışmaya girmiştik. Can yeni jenerasyonun önde gelen temsilcisi olarak Madonna şovlarında hissediyordu kendisini.

—Paris’e gidicem janım.  Dans ederken içime doğdu.
-Lido'da travesti çalıştırmıyorlar bildiğim kadarıyla!
—Travesti değilim, janım.
—Gece gelicek misin? 

Yanıtı kısa ve netti: Yanağını uzatıp oyalan bununla öpücüğü.  Gelmeyecekti. Bu gecenin popüler kızı olduğu için birileri tarafından götürülecekti.

—Dikkat et başına bişiy gelmesin. Uyuşturucudan uzak dur, Jan!

Bunu dediğim sırada geriye dönüp bir göz kırptı. Kalabalığa karışmıştı bile. Pipetinden içkisini yudumluyordu. 

Yanımda beliren dallama ise sarhoştu, ikide bir aynı espriyi yapıyordu: 
—Kadir İnanır'a kim inanır?
—Ne konuda, deme ahmaklığını bende başka kimse yapmazdı. Amacı asılıp geceyi kurtarmak olan bu kırıtık, fütursuzca uzattığı eliyle önce göbüşümü okşadı. Arsız eli aşağıya doğru inecekken, yanından uzaklaştım.

Kulüpten çıktıktan sonra İstiklal caddesinin soğuk havası iyi gelmişti.  Serin havayı içime çekip eve doğru yollandım.

Can artık benim içinde Jan olmuştu. Jan Paris'te. Jan New York'ta. Gençlik böyle bir şeydi. Gerçekleşemeyecek hayallere inanmak.

Kim bilir belki de hiçbirimizin cesaret edemediğini o başarabilirdi. Hayatın kime ne getireceği belli olmuyordu ne de olsa.




















GEYEFENDİ JON JON



Jon Jon 35 yaşında evli ve ikincisi bir hafta önce doğan iki çocuklu bir babaydı.

Jan'la ben ona BANNE diyorduk.

 Baba kelimesinin "B" si "anne" yi de ekleyince BANNE oluyordu JON JON.

Jon jon dememizi tercih ediyordu. Geceleri travesti barına gidip orada cd takılıyordu. Bacaklarındaki tüylerinin ağdasını karısı  yapıyormuş.

-Nası yaneee? diye irkilmiş bir halde sormuştu Jan, banne Jon jon' a .
- Ay sus küçük orospu, ağzını yaya yaya " nassı yaneeeymiş!" Sana ne ?
- Jonjoncuğum,  Jan haklı, gerçekten şu işi bir anlatsana bize.

Jonjon'un cilvesi meşhurdu.

Kibar adamdı. Ağzından küfür çıkmazdı. CD olduğu zamanlarda ise her şeyi ile değişir inanılmaz bir mahalle karısına dönüşerek etrafa çemkirirdi.  Erkek hali ise, ince parlak kravatlar takan, Zeki Müren'inkileri andıran siyah ve erguvan renklerden müteşekkil  takımları ile gümrükçüde çalışan bir geyefendi idi.

-Karım beni çakozladı ama sesini çıkartmıyor. Çok kibarsın, bana da iyi davranıyorsun, yakın çevremizden kimse bilmesin yeter benim için, n'olur bey, dikkat et, deyip, ağdamı yapıyor. Ne var bunda?

Jan'la birbrimize bakmıştık. Jon jon yalan söylemeyi bilemeyecek kadar saf bir geyefendi idi. 
Jan inanamadım gibilerinden  dudaklarını büzüp ham hum diye ses çıkarttı.

-Koca göbek, sen söyle bakalım, bu küçük orospuyu seviyor musun?

Bunu soprarken Jan'ın vereceği tepkiyi engellemek için ona çimdik attı.

Jan da kızlığına yaraşır biçimde AYYY nidasını ağdalı biçimde salona fırlattı. 

Halının üzerinde çimdik ve ayy niğdaları raks ediyordu.

Hazırlıksız yakalanmıştım. Çimdik, bana atılmalıydı. Böylelikle rüyadan uyanabilirdim. Bankadaki param azalıyor ve ben iş aramaya başlamayı düşünmüyordum.

-Jan'ı sevmemek mümkün mü?
-Benim sorduğum bu değil Koca göbek!

Biz iki kart birbirimize manalı biçimde bakarken Jan olanca gençliği ile çareyi buldu:

-Acıktımmm!

Bambi cafeden dilli kaşarlı, döner dürüm ve ayranla karnımız doyurduk. Eve servis getiren oğlanı içeri alıp yatağa bağlayarak grup yapmamamıza hayıflanıyorduk.

Jon jon,  geceleri takıldığı barda sahne alması için Jan'a telkinde bulunuyordu. Bunda jan'ın kısa sürede sükse yapmasının nedeni büyüktü. Jan ise iyiden iyiye benim eve taşınmış kazandıkları ilke victoria Secret'ten iç çamaşırları alıp duruyordu. 

-Bir de ev kirası veremem Koja Göbüş. Çamaşırlar iflahımı kesiyor. Makyaj malzemeleri ise korkunççç!

Jan'ın lükse düşkünlüğü inanılmaz boyutta idi. Flörtünün üstü açık arabasının olmaması onun ayrılması için temel nedendi. 20 yaşıdaki bu genç travesti gece âleminin stariçesi olup çıkmıştı.

Jon jon içeride süslenmeye başlamıştı. Boynunda postişi makyajını yapmış bir halde üzerindeki bokserı  ile salona gelince Jan beklenen tepkiyi sergiledi:

-Koja göbüş, Jon jon erkekken de kadınken de halalara benziyor!

Evin içinde koşturmaca başlamıştı. Jon jon, tutarsa aralarında eşcinsel ilişki olacağına dair Jan'a hatırı sayılır küfürler ediyordu.















MAÇA KIZI





Grubumuz iskambil kâğıtları gibiydi. Kolayca karışıp dağılıyor aynı hızla da toparlanabiliyorduk.  

Bücür isimli bir çocuk doktorumuz, yeni Andy Warhol olarak tanınan bir ressamımız, Fransız Kız Kolejinde çalışan bir mürebbiyemiz, göbeği benden çok daha büyük resim satamayan bir ressam müsveddemiz daha vardı.  Arada girenler ve çıkanlar oluyordu. Sayının bir artıp bir eksilmesindeki neden klasik sürtüşmelerin yanında hep birilerinin sevgilisinin olması sonrada ayrılmaları idi. Uzun zamandır sevgilisiz olan bana birilerini yamamaya çalışıyorlardı ama karşıma çıkan iki talipte beni beğenmemişti. Kimsenin küsmediği ve kimseye de  küsmeyen iki kişi Jan ve Andy idi. Mürebbiye ise zaten küsülmez ve küsmez bir konumda uhrevi bir hayat sürdürme kararı almıştı. Tabii bundaki en büyük etken Don Kişot kılıklı İspanyol zevcesi idi. Hayatımı yaşıyorum demişti, ohh ne rahat; bu devirde  bilinçli gey oluceksin kardişim !

Andy, 85-100 kilo arasında gidip geliyor; arada kapılardan geçemiyorum diye açlık grevleri yapıyordu.

Son açlık grevinin sebebi çok somuttu: PARASIZLIK!

Yaramazlık yapmakta üstüne yoktu. Sürekli varoş geylerin takıldığı barlara gidiyor, oradan buradan kaldırdığı adamları nasıl yediğini bizlere ağzımızı sulandırarak anlatıyordu.

-Ayol adam hafız, ismi de Mevlüt. Ah bir güzel ilahi okuyor, nasıl güzel okuyor anlatamam.  Nefesine sağlık arada beni bir üflemesi var ki…

Boy fukarası Bücür sürekli olarak birileriyle çekişirdi; en çok da benimle. Görenler ikimizi ayrılmak üzere olan sevgililer olduğumuzu düşünüyorlardı. Bense onu  kocaman danua köpeğine kafa tutan karafatma kılıklı küçük ev köpeklerine benzetiyordum.

-Ayyyy, yeter artık demişti en son kavgamızda. Sıkıldım senin bu sürekli dengesizliklerinden.

Ona göre delinin biriydim.

-Bütün gün onun bunun piçinin derdini tasasını çek birde üstüne senin  dırdırını. Ayyyyyy!

Andy  ile tuhaf biçimde birbirlerini sevmişlerdi. Kız lisesindeki evde kalmış başöğretmen havalı hocanım ise geceleri elinde kırbaçla Cihangir sokaklarında laço peşinde koşup durmuştu. Etrafımızda ressamdan bol bişiy yoktu. Hocanımın eski sevgilisinin gerçek işi de  ressamlık olmasına karşın adam ressamlık  dışında yapmadığı iş kalmamış biriydi. En basit işi şarkı sözü yazmaktı. Klip yönetmenliği yapıyordu ha bşir de unutmadan sürekli iflas ediyordu ama bir batıp bir çıkma hadisesi biçiminde. En meşhur sözü bütün sevgililerine "En sevdiğim sevgilim sensin!" demesiymiş.  Eski sevgililer bir araya gelip konuştuklarında ortaya çıkmıştı. Eski sevgilisinden ayrılma nedeni de boynuzlanmaktı. Onu en son yeni yetme bir oğlanla basmış ve ikisini de eşek sudan gelinceye kadar dövmüştü.

-Manitanı anladım da, oğlanın  günahı neydi ? diye sorunca yanıtı anında hazırdı.
-Yeni yetme oğlanı da dövdüm çünkü belki dayak yiyince aklı başına gelir de benim itle beraber olmaz! 
- Peki aklı başına gelmiş mi dayak sonrası?
- I ıh, gelmemiş! Beraberler!

Bir ara hocanıma, şu senin eski sevgilinle bücürü tanıştırsak ya, demiştim. Bir an düşündükten sonra yanıtı hazırdı.
-Seni çok severim bacım ama bücüre de kıyılmaz be anam! Çocuğa yazık olur.

Hayallerim suya düşmüştü. Bücürün başına örebileceğim bir çorap bulamıyordum bir türlü. Jan, Victoria Secret'in son kreasyonundan aldığı baby doll ile oturmuş tırnaklarını törpülerken bir yandan da  beni incelemiş. Bana acıyarak bakmıştı:

- Koja göbüş, Bücür’ü yaşamından çıkartmalısın artık!
- Haklısın Jan!

Jan bebek haklıydı.  Lanet olsun dedim kendi kendime.

O sırada cep telefonum çaldı. Arayan boynuzsuz Tostos'tu.  Hayatı boyunca hiç bir biçimde aldatılmadığını söyleyerek yaşamını sürdürürdü. Kendini acındırır ardından ona yardım etmek isteyen ama gururu incinmesin diye hiç bir şeye benzemeyen resimlerini almaya kalkışanları  kazıklamaya çalışırdı. Kelimenin tam anlamıyla antipatik bir kabaydı.

-Bak resmin fiyatı 12 bin lira. ama sana 6,5!

Oysa bir önceki akşam aynı resim için üç-beş yüz lira verildiği olmuştu!  Açlık sınırında gezer ardından resmini satınca şişen egosuyla bizleri mahvederdi.

Sado mazo duygularımızı Tostos'la  rehabilite ediyorduk.







FERMUAR FABRİKATÖRÜ İLE SABIR TAŞI WEB SAYFACISI






Jan, kendime bir web sayfası yaptırtmam lazım diye ortalığı inletmeye başlamıştı.
- Cihat Salonbaşı  çekcek fotoğraflarımı yoksa soyunmam!
-Jan senin soyunmak için bahaneye gereksinimin yok ki!
-Ama  Koja  göbüşşş, yoksa Birijik Jan’ını sevmiyor musun artık?
Benden  ödünç para istiyordu ama dile getirmiyordu. Dert etme ben hallederim dememi bekliyordu. Tabii, istediği yanıtı asla alamayacaktı.
Kısa süre önce tanıştığı fermuar fabrikatörünü yemekle meşguldü. Adamın üç Ferrarisi ile iki jipi vardı. Jan’a üstü açık arabası nasıl olmaz deyince beni, cahillikle suçlamıştı.
Fermuarcı tek kelimeyle Jan’a   tapıyordu. Birkaç magazin dergisinin kapağına patlayan flaşlar eşliğinde çıkmışlardı.   Jan büyük bir hanımefendilikle fermuarcının kolunda beyaz elbisesi ile frikik vermeye özen göstererek arabalardan iniyor, elini tutanlara mersi diyordu.
Travestiliği benimsemişti.   Paparazzilerden biri onun travesti olduğunu yazınca flaşlar daha feci patlamaya başladı.
Pravakatör gazetenin Pazar ekindeki sarışın kadın Jan’la röportaj yapmak istiyordu. Biricik Can’ım düpedüz meşhur olmuştu.
Fermuarcı kesenin ağzını açtıkça Jan daha da güzelleşiyordu.
Fermuarcı  Jan’dan meme yaptırmasını istemiş; o da yatakta pipimi emerken aynı zamanda  bebeklerini de mi emzircem ben, olmaz,  kadın değilim diye kıyameti kopartmış. En son bana albüm yapacak dediğinde içtiğim  kahve salondaki halının üzerine saçılmıştı.
Nihat Salonbaşı Jan’ın fotoğraflarını çektikten sonra fermuarcı bir araba parasını da foto şipşak’a ödemişti. Sıra web sitesi yapmaya gelince bulunan adam işinin ehli bir ustaydı. Sabır taşı demişlerdi adam için ama Jan’a ne kadar dayanabileceği meçhuldü.
Jan, Yıldırım Mayruk  bile canından bezdirmiş; Barbaros bana bak küçük kaltak adamı öldüreceksin defol diyerek evlerinden kovmuştu.  Gelgelelim jan’ın gözü yüksekteydi.  Kovulmakla vaz geçmeyeceğini anlayınca Yıldırım Mayruk zarif birkaç elbise ile gardırobu yeniledi.  Snaırım Barbaros ‘ta birkaç pantolon ve ayakkabı işini halletti. Fermuarcının hatırı olmasa Jan dayağı yer bir daha değil Yıldırım Mayruk’un elbiseleri evinin önünden bile geçemezdi. Tabii işin ucunda Mayruk’un defilesine çıkmak fikrinin olduğunu hiç birimiz bilmiyorduk henüz. Fermuarcı sevgili feci biçimde yıldırım’ı razı edecekmiş; bunun yolunu çok iyi biliyormuş, o güçlü bir adammış.
Fermuarcıyı merak etmeye başlamıştım. Edebinle oturamayan Jan sonunda beni de baştan çıkartıp kendisine benzetmişti.







COMME DES GARCONS





Fermuarcının parfümü buymuş. İlk defa duymuştum.  Kaktüs’te kahvaltı ediyorduk.
-          Çok sıkı bir koku Koja göbüş, adam her şeyiyle kalite.
-          Bir ara taksi durağındakilerde kaliteliydi Jan.
-          Ayy geçmişi yüzüme vurma yaşlı moruk!

Hayat kimine güler. Tanrı’ya bu nedenle inanıyor ve onu ret ediyorum. Jan’a yürü ya kulum demesi ile Sertap Erener’ e verdiği gaz üç aşağı beş yukarı aynı idi. Jan Madonna ile tanışıjam ama önje Lady Gaga var diyordu.

-          Jan,  gerçeklik duygunu yitirmenden korkuyorum  kuzum.

Gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
-          Gerçeklik duygusu mu? Gerçeklik duygusu dediğin şey köprü altında beni beceren heriflerdi. Annem başka bir herifle düzüşürken ben aç bilaç sokağa salınıyordum. Gerçek babamın olmayışıydı.  Anladın mı ? Bana bir daha gerçeklikten söz etme Koja Göbüş.
-          Seni kırmak istemedim!
-          Seni bir yere kadar getiren insan daha fazla taşıyamazmış diye bir laf okudum geçenlerde. Koja göbüş biraz ara versek daha doğru olacak sanıyorum.

20 yaşındaki bir velet bana hayatı öğretiyordu. Hem de usturuplu biçimde. Lanet olsun diye geçirdim içimden. Lanet olsun.  Sanırım tansiyonum çıkmıştı.  Evimden taşınacak benden uzak kalacaktı. Bu bir felaketti benim için.   

Eve gittiğimde sabır taşı web sayfacısı işiyle meşguldü. Adam kendi halinde hatta silik sayılabilecek bir tipti.

Halimi görünce sanırım durumu anladı ve beni teselli etmek istedi.
Banyoya doğru yürürken bir ara sendeleyip düştüm. Başım dönmüştü. Sabır taşının koşup beni yerden kaldırması an meselesi olmuştu. Yatağa götürdü, uzandım. Ayakkabılarımı çıkardı. Kemerimi gevşetti. Su getirip iyi olup olmadığımı sordu.

-          Nasıl bu kadar sakin olabiliyorsunuz?
-          Başka şansım yok da ondan!
-           Jan’a tahammül etmek çok zor!
-          Seviştiğimiz sürece sorun yok!
-          Ne yani siz Jan’la.. .Sevişiyor musunuz? Şaka mı bu?
-          Hayır, şaka değil. Gerçeğin ta kendisi bayım. Ona nasıl tahammül  ettiğimi sordunuz ben de size söyledim.
-          Lanet olsun!
-          Olabilir, siz bilirsiniz!








HAYAT DERSİ İKİ: PLATİNUM EGOİSTE, CHANNEL


Hayatta şunu biliyorum diye sakın ısrarcı olayın.  Özellikle de yakınlarınızdakilerin seks yaşamı bildiklerinizin çok dışında olabilir. Karınız ya da kocanızın kendi cinsinden sevgilisi olmasının pek önemi yok,  daha önemlisi sevgilinin ona ne yaptığıdır. Zira ilişkinizi belirleyecek olan onun yaptıklarının ölçüsüdür. İyi bir orgazm söz konusu ise evliliğiniz bitmiş demektir. Boşanma avukatı aramaya başlayabilirsiniz.
Sabır taşı web sayfacısı ile Jan’ın seks yaptığını duyduğumda yatakta başım dönüyordu. Bir yandan adamı oracıkta pataklamak istiyordum diğer yandan ise tıpkı onun gibi sessiz kalmak. İkincisini seçtim.
Biricik Can, bütün gençliği ve hainliği ile gittikçe dişileşmişti. Önüne gelenle yatan bun küçük ibneye haddini bildirmenin zamanı gelmişti ama uyanık travesti benden önce davranıp, beni hayatından naşlamıştı!  Şimdi ise kendi evimde silik sanma yanılgısına düştüğüm web sayfacısı adamın bana verdiği ikinci hayat dersini yutmaya çalışıyordum.
Uyumuşum. Daha doğrusu sızmışım.  Kendime geldiğimde saatin kaç olduğunu günün hangi zaman diliminde olduğumu da bilmiyordum.  Banyoya giderken başım çatlayacak gibi ağrıyordu.
Salona döndüğümde bir tuhaflık sezinledim. Evde bir boşluk vardı sanki.
Bir anlık sersemlikten sonra can’ın odasına seğirttim.
Boşaltılmış çekmeceler ve dağınıklığı filmlerden anımsarsınız anlatmaya gerek yok. Tabii gene bu filmlere uygun yatak üstüne konulan notu da!
Gitmişti!
Koja Göbüş,
Jan artık başka biri. Onun için çok uğraştığını biliyorum. Mamafih gitmem gerekiyor. Yaptıklarının için sana müteşekkirim. Fermuarcım Les ottomans otelden oda kiraladı.  Oraya taşınıyorum.
Hoşça kal.
Jan

Mektup her şeyi açıklıyordu. Eski Osmanlıca kelimeler kullanmaya da başladığına göre Jan sanatınca ciddi bir noktaya ulaşmış demekti.  Canım içki istiyordu. Geberinceye kadar içmek! Sarhoş olmadan kendime gelemeyecektim.








BİRİJİK JAN’IN  MARİFETLERİ:


Brigitte Jones’un günlüğü gibi bizde Jan’ın marifetlerini yazıyoruz. Kendini avutma yöntemi olarak yazmayı seçmemin ne kadar mantıklı olabileceğini bana zaman gösterecek. Hayatımdaki pek çok ıvır zıvırı ve tıpkı attığım eski kıyafetler gibi insanları da çıkartma zamanımın geldiğini anlamıştım. İlk sırada yer alan Oğluş’la başlayacaktım.  Uzun zamandır esiri olduğu yalanı sürdürmesinden sıkılmıştım.
Oğluş’la bir gey sitesinde tanışmıştık.   Klasik mesajını göndermişti.
-Merhaba.
Cevap içimden şöyle geçmişti: “ Meraba anam!” demedim tabii ki.
Aradan zaman geçince, msn deki konuşmalar uzamaya başladı. Oğluş benden hoşlandığını söyledi. Umursamadım. Duymazdan geldim. Meğerse bu reddedilişin faturasını ödetmek için zaman kollayacakmış. Bücürün biriydi.
Evi çakma Mudo konsept misali ıvır zıvır ile doluydu. Yalnızlığını unutmak kendisine ait bir dünya kurmak için yanıp tutuşmuş olduğu belliydi. Zaman içinde kendimden daha çok hoş görü gösterdiğim birini sorsalar tartışmasız Oğluş’un adını veririm.   Her şeyi çok bildiğini sanan en çok yanılandır lafının doğruluğunu Oğluş’la devam eden arkadaşlığım sırasında almıştım. ,
Jan’la olan ilişkimiz bir yana Oğluş’un, Jan hakkındaki düşünceleri diğer yana. Olaylara bazen çok objektif bakabiliyordu. Bazense sinir hastası evde kalmış kız kuruları gibi nevrotik tepkiler veriyordu. Alışmıştım.
Oğluş’un sığındığı yalan başka bir blogun konusudur. Ona da belgeleriyle yanıt veririz olur biter. Mesele burada eğlenmek. Çünkü kıskançlık krizine girdiğini anladığım zaman aslında onun bir yanıyla insanlara tepeden baktığını anlamıştım. Doktorluk bilgisini arkadaşlıklarında kışkırtma amaçlı  kullanabiliyordu. Huysuzun huysuzu çirkin bir kadından farksız davranmıyordu. Eline fırsat geçse beni bir kaşık suda boğabilirdi. Sado-mazo bir ilişki biçimine dönüşen bu arkadaşlık makul sayılacak bir süre devam etti.  En sonunda bir gün onun sığındığı yalanın kullanılıcısı olmaktan sıkıldığımı dile getirdim. Ardına bakmamasını yoksa çıra gibi yakacağımı da söylemeyi ihmal etmeden hayatımdan naşladım. Sırada Oğluş, yönetmen Çıyan ve Ebru Gündeş kaşlı otçu bokçu Boncuk arasındaki sarkastik ilişkinin boyutlarını göz önüne sermekten başka bir şey kalmamıştı.
Cihangir’deki  artık tarihi gay bar olarak anılmayı hak eden Bar bahçe’nin sokağında iş tutan Ebru Gündeş kaşlı ot bok satıcısı çirkin ak gözlü Boncuk, Oğluş’un eski sevgilisi idi. Eski sevgili dediysem epey bir süre beraber takılmışlardı.   Boncuk ile de yönetmen eski arkadaştılar. Eski arkadaşlıkları sırasında düşüp kalkmış olup olmadıklarını bilmiyoruz. Rivayet odur ki yatmadılar. Diğer bir rivayete göre ise çıyan boncuk’u gagalıyordu. Boncuk’da Çıyan’ın işlerini yapıyordu.
Hizmetçi ruhlu boncuk  hekimbaşı çocuğuydu. Çalışmayan kardeşler babanın eline bakıyorlardı.
Oğluş’la beraber oldukları zaman hekimbaşının oğlu Boncuk sıkıntı yaratmaktan başka bir işe yaramadı. Kız çocukları gibi mızmızlanıp durdu. Et yemediğini söylüyordu. Yediği tek et penisti!
Ne var ki bir sorun vardı . Hem Oğluş hem de  Boncuk penisi arkadan yemeye bayılıyorlardı. Bunu bir türlü etraflarına söyleyemedikleri gibi kendilerine de söyleyemiyorlar, kendilerini gagalayacak birini bulmaktan korkuyorlardı. Zira vakti zamanında Oğluş’u gagalayan bir dümbelek parasını da ütülemişti. ( Oysa bu satırların yazarı da defalarca ütülenmiş biridir!)  Bücür oğluş bunu sindiremiyordu. Neden onu sevmiyorlardı. Yoksa onunla parası için mi beraber olunuyordu? Du du du!( ekolu bir Du!)
Oğluş ile Boncuk ayrıldılar. Ardından Oğluş, başka bir diş hekimine vermeye başladı.   Toros yaylalarından gelen bu yeni damadın kusurları ise bi acayipti: Sesi incenin incesiydi. Kız çocuğu gibi konuşuyordu. Şeffaf teninden damarları gözüküyordu. Evi Şanghay kerhanelerine benziyordu. Salonun duvarları morun tonlarında Zeki Müren renklerine boyanmıştı. İkide bir yurt dışına giderdi. Parası kendi cebinden çıkmıyordu tabii ki : Üniversiteye makine satmak için çırpınan  dallama tüccarların verdiği örtülü rüşvet paralarıyla gidiyordu yurt dışına! Kimseye faydası dokunmazdı bu nedenle adı yaralı parmağa çıkmıştı. Yaralı parmak ile bücür oğluş arasındaki ilişki uzun sürmedi bitti. Şimdi sıkı durun, yaralı parmak bücür oğluştan ayrılır ayrılmaz kiminle beraber oldu?
Boncuk’la!
İlk duyduğumda ben yok artık demiştim ama Jan’ın tepkisi her zamanki gibi “ nassı yaneeeeğğğ?” şeklindeydi.  Bücür oğluş  Jan’a dönerek Halida’nım teyze modundaki ses tonuyla, yaa demişti bende insanların bu kadar çokyüzlülüğüne şaşırdım!
Jan, yerinden kalıp sinirli biçimde sigarasını içiyordu. Dişlerini sıka sıka bak oğluş sen bu işe ses çıkartmazsan ben bu Boncuk denen herifi paralarım.
Sesini bütün zavallılığı ve kışkırtıcılığı ile kullanan Oğluş Jan’a dönerek, napabilirsin ki Jan’cım demişti.
-Ne yapılır bilmiyorum ama en azından senin gibi susup oturmayacağım muhakkak deyiverdi.
Bücür oğluş gittikten sonra  jan bana dönerek sordu:
-          Koja göbüş, bücür oğluşla beraber oldun mu sen?
-          Hayır Jan!
-          Peki!

Ertesi gün salondaki yemek masasının üzerinde bişr çift ameliyat eldiveni görmüştüm. Nassı yaneeğğ deme sırası bana gelmişti.
-          Fisting denemeyeceksin değil mi Jan?
-          Hayır bebişim, bunlar intikam eldiveni!

İlk kez duyuyordum ama etkisini ömür boyu unutmayacaktım. Öyle birinin evine girip hırsızlık yapacak ya da başka bir suç işleyecek biri değildi. Belli ki bir muziplik yatıyordu işin altında. Nitekim anlamak için iki günü beklemem yetti. Jan durmaksızın salata, hamburger yedi. İki de birde tuvalete gidiyor ve banyoda cinsel soğukluk oluşturacak biçimde koku bırakarak def-i hacet yapıyordu.  Sesimi çıkartamıyordum. Çünkü ne zaman konuşsam ya da sorsam cevabı ben gidiyorum oluyordu.

İki gün sonra işe giderken gördüğüm manzaranın failinin Jan olduğunu tahmin etmem için alim olmaya gerek yoktu.

Jan iki gün boyunca sıçmış ve biriktirdiği kakları bar bahçe’nin sokağındaki Boncuk’un ot bok sattığı dükkânının camlarına, demirlerine sürmüştü. Görüntü korkunçtu. Akşamüzeri geri dönerken dükkânın temizlenmiş olduğunu görmüştüm ama bir farkla. Demir kepenkler değişmişti. Jan, Bücür Oğluş’un intikamını almıştı. Tek kelimeyle Boncuk’un suratına sıçarak hem de!  




SAPLI SULTAN

Birijik Jan’ın,  özenle biriktirdiği dışkılarını Bücür Oğluş’un intikamı adına  Boncuk’un dükkanını bezemesi klasikler arasında yerini almıştı!
Birkaç gün sonra kapı zili çaldığında başıma geleceklerinden habersizdim. Gelen çiçekçiydi.
 Saplı Sultan

Senin yaptığını biliyorum, Görüşmek istiyorum.
Boncuk
Can kartı okuduktan sonra çiçekçi çocuğa bahşiş vermek bana düşmüştü.
Düşünceli idi.  Sinirli biçimde uzun ince sigaralarından içiyordu.
-          Nasıl öğrenmiş olabilir ki ?
-          Biri görmüş ve ardından da gammazlamış olmalı.
-          Peki neden çiçek gönderiyor, teşekkür eder gibi?
-          Onu bende anlamadım ama dostane olmasa da başka bir fenalık yapmamdan çekindiğini gösterir bu. En azından düşman olmak istemiyor.

Jan muhteşem bir akıl yürüttü ve hemencik telefona sarıldı. Bilgisayarda sürekli açık duran gey sitesinden Boncuk’un profilini buldu;
“  İki saat sonra kaktüs’te buluşalım !” şeklinde çektiği mesaja ok yanıtı gelmekte gecikmedi.

Duşa girdi, yıkandı, hafif bir makyaj yapıp, eflatun kapri pantolon  ile kırık beyaz bir  bluz geçirdi üzerine. Boynuna fermuarcısının aldığı inci kolyeyi takmıştı. Siyah gözlükleri ise Chanel’di. Eflatun pantolonu aynı renkte fötr şapka tamamlıyordu.  Elinde cüzdan yerine uzun ağızlığı vardı.  Cüzdan almayı gereksiz buluyordu. Gittiği yeri şereflendirdiği için üstüne para vermeleri gerektiğine inanıyordu.

Kaktüs’te olup olan biteni izlemek için can atıyordum ama bu ne yazık ki olası değildi. Çünkü bütün Cihangir’in bildiği tek gerçek Jan’ın bende kaldığıydı. Diğer ayrıntıları ben dahil kimse tahmin dahi edemiyordu. Aslına bakarsanız Jan’ında tahmin ettiğini düşünmedim hiçbir zaman . Çünkü her zaman aklına eseni yapan biriydi. Ama olayları bir tekl Jan’dan dinlemedim.  

Birijik jan evden çıktıktan sonra sağa sola selam vererek kaktüs’e yollanmış. O giderken geyefendi Jon Jon erkek kılığı ile bize geliyormuş. Jan2ı görünce durup selam vermiş, ama jan onu fark etmemiş bile.  Bunun üzerine de Jon jon , Jan ‘ı takibe almış.  Kaktüse Jan’ın kendisini göremeyeceği bir noktaya oturup sotaya yatmış!

Garsona beyaz şarap ısmarlamış ama bu sırada erkek halinde olduğu için bir tek jan değil başka birileri daha dikkatini çekmiş. Göz altına aldığı laçoya daha sonra cd olarak da rastlarım umuduyla bir yandan da dua ediyormuş.

Boncuk gelince Jan hafifçe elini uzatıp toka etmiş. Boncuk çok kötü görünüyordu diye anlatmıştı Jon Jon.

-          Çiçekler için teşekkür ederim Boncukl!
-           Rica ederim. Öğrenmek istediğim tek şey, bu olayın neden yaptığın Jan. Senin gibi bir hanımefendinin bu hareketi yapması için gerçekten çok kızmış olması gerekiyor.
-          Söylerim ama bir şartla. Sana bu haltı benim yaptığımı kim söyledi ?
-          Sokakta kamera var!
-          Kamera senin dükkanını görmüyor Boncuk bana martaval anlatma !

Garson’ a şampanya istediğini söyleyince Boncuk yutkunmuştu. Hesabı ödeyeceğini biliyordu ama yutkunmaktan başka çaresi de yoktu.
-          Peki, sana hasta olan taksi şoförü Piç Hasan  görmüş. Sokağa girdiğinde oda arabayı teslim etmiş evine geri dönüyormuş. Senin sağa sola bakınırken görünce bir halt yiyeceğini anlayıp erketeye yatmış.
-          Güzel! Peki neden bana bunu şantaj malzemesi yapmadı da sana söyledi.   
-          Çünkü bana borcu vardı! Onu sildim.
-          Uyanık piç! Koliledin mi onu sen hiç ?
-          Konumuz bu değil.
-          Anlaşıldı vermişsin. Vay piç vayyy!
-          Evet sıra sende. Neden yaptın bunu?

Jon jon Biricik can’ın fısır fısır anlattığını söylemişti. Gören devlet sırrı veriyor sanır diye de eklemişti. Jan’ın telefonu çalmış ve kırmızı Ferrarili fermuarcısı gelmiş. Bütün kaktüs jan’ı izlerken, boncuk hesabı ödeyip kıçına baka baka gitmiş.
Jonjon bana gelişmeler konusunda sorular sorup duruyordu.
-          Ayol bu hepimizi suya götürür susuz getirir derken boynunda yeşil postiş üzerinde takım elbise inanılma tezat görüntü veriyordu. Postişi taktığı anda ses tonu değişivermişti.














AYILANA GAZOZ BAYILANA LİMON


Banne Jon jon bana gelir gelmez üzerini değiştirir. Yorgunsa omuzlarına postişini alıp cd tavrına sığınmaya çalışır. Böylelikle bir süreliğine de olsa gündelik hayatın hay huyundan kurtulmuş olur.  Akşam evine gitmediği zamanlar yemekler Jon Jon yapardı. Önce hazırlanır, basma entarisini giyer üzerine önlüğünü geçirir ardından başına tülbent takardı.  İki peruğunun ikisi de fazla rüküştü. Ayrıca yemek kokmaması için tülbent zorunluydu. O yemek yaparken mutfağa girmek bizim için eğlenceli bir oyun halini almıştı. Annemiz gibi davranırdı.

-              Çık bakim dışarı,  kaka çocuk! Ayy gözün kör olmasın emi, akşam babanıza söylicim sizleri.

Yemekler sofraya gelirken de olmayan babamız için bahanesi hazırdı:
              -       Yavrularım babanız az önce aradı, geç kalıcekmiş, siz yiyin canlarım dedi. Hadi afiyet olsun kuzucuklarım.

Jon jon hiçbir zaman ameliyat olmayacaktı. Olmayı istemiyordu. Neden diye sorduğumda cevabı çok acıklıydı:

               -Çocuklarım var, koca göbüş!

               Dayak mağduru kadına kocasından neden boşanamadığını soran muhabire vereceği bir cevaptı bu ancak. İkimizde kahkahalarla gülmüştük.

               Jon jon, gece yarısına doğru klübe giderdi. Gittikleri kulüp Mehmet Murat Somer’in Hop Çiki yaya serisinde söz ettiği dedektif kılıklı travestinin işlettiği yerdi. Jon jon, bir ara oradaki kızlar gibi konuşmaya başlamıştı.  Cumsuz ayol demiyor (yani Ayolcum), kırk yıllık kapıcı  Ayhan’a ise  Eyhennn,     diye sesleniyordu.  Açık ağızlı kapıcı Eyhen ise yeni ismine kısa  zamanda adapte olmuş jon jon’a tapar gibi bakıyordu. Arada sebeplenmek isteyen evli erkeklerin klasik bakışıdır bu. Biz geyler travestilerden ayrı tutarız kendimizi, erkekler travestileri bize oranla daha çok sever. Ne de olsa erkekler erkekle yatmaktan hoşlanmazlar; siki sevmelerine karşın bunun kadın görünümlü birinden yemeyi tercih ederler.

               Tuhaf biçimde o gece içinde bir sıkıntı olduğunu söylemişti Jon jon. Madem içinde sıkıntı var gitme o zaman bu gecelik kulübe demiştim. O ise külliyen karşı çıkmış, görev bilinci içinde olmaz demişti. Sorumluluklarım var Koca göbüş: Aaa sende ayolcum bunu nasıl dersin bana.

               İnsanın içine kurt düşmeye görsün olmayacağı varsa da illa bir terslik olur, olmazsa da oldurulur. Nitekim Jon jon çıkarken aceleyle el çantasını almamıştı.  Telefon edip çantasının evde kaldığını düşündüğünü eğer evde değilse Piç Hasan’ın taksisini bulmamız gerektiğini söylüyordu. Evde olduğunu söyleyince rahatlamıştı.

-          İçinde kızıma getirilen altınlar var annesi onları bozdur diye bana verdiydi, bugün yetişememiştim, saklayıver bacım,  demeyi ihmal etmedi.   
-          Peki.

Gece yarısı çalan telefon acilen Tarlabaşı’ndaki karakola gelmem gerektiğini söylüyordu.  Aklıma gelen Biricik Can’ıma bişiy olduğuydu. Polis yeni mezun genç bir adamdı.
-          Beyefendi burada bi travesti var, kimliği sizdeymiş,  alıp gelirseniz işlem yapıcaz.

Bir bu eksikti.  En sonunda işimize  poliste karışmıştı. Hoş zaten karışmasa şaşardım.
Altı aydır Travesti kerhanesi gibi çalışıyordu.   
Karakola girdiğimde jonjon’u boynundaki yeşil renkli postişinden tanımıştım. Cennet   kuşları gibi evden çıkan Jon jon karakolda yolunmuş kazlara dönmüştü.
-          Jon jon ne bu hal?
-          İyiyim iyiyim, demişti bıkmış bir aldırışsızlıkla. Şu kimliği ver de işimizi bitirip çabucak gidelim şurdan sabah işim var gümrükte.

Eve geldiğimizde duşa girdi. Sonra olanları anlattı. Kulübe işyerinin müşterisi olan iki adam gelmişler; onlar yetmezmiş gibi bir de mahallelisi.   Allah demiş içinden ama aklına gelen de başına gelmiş. Jon jon’u tanımışlar ve kendileri yakalandıkları için bu defa onu paralamaya kalkışmışlar. Jon jon en çok karını kim sikiyor ulan lafına alınmış, onun üzerine de adamların gırtlağına saldırmış. Olanlar ondan sonra oldu işte, demişti kısacası.
Bir ara ağladı, sonra oturduğu yerde sızıp kaldı.  En fazla iki saat sonra uyanıp gitmesi gerekiyordu.  Oturduğu koltuktan kaldırmaya gerek duymadım. Üzerini hafifçe örtüp uyumasını izledim. Bebekler gibi masumca uyuyordu.



























GÖREVİMİZ TEHLİKE


                                               
                                                                               


Yaralı parmak ile Boncuk, Bücür’ün ardından sevgili olmuşlardı. Yaralı parmak bu olayların yaşadığı sırada henüz ülkeyi terk etmemiş Diş Hekimliği Fakültesi’nde hocalık yaparak yaşamını sürdürmekte idi. Kulağımıza ilk gelen çiçeği burnundaki âşıkların Londra’ya Madonna konserine gitmeleri olmuş. Belki gerçekten birbirlerini sevmiş bile olabilirler gelgelelim bunun düşük bir ihtimal olduğu varsayımlara daha uygun!  Her ikisi de Bücür’den nefret ediyorlar, öç almak istiyorlardı.  Neden öç almak istediklerinin de farkına varmıştım. Bücür, kısa boyunun ona verdiği ev köpeği kompleksinin oluşturduğu fesatlık çamuru içinde insanları manipüle ediyordu. İşin Türkçe tanımı ile: a) Kötü, b) çok kötü, c) acayip kötü sınıflandırmasında kesinlikle c )şıkkına girerdi.

-          Bence Yaralı parmak Bücür’ün  açığını yakalamak için Boncuk’la beraber oldu!
-          Mantıklı!
-          O zaman Yaralı Parmak da sonuçlarına katlansın. Ava çıkan avlanır.

Biricik Can’ımın oğlan çocuğu halini görmediğiniz için bilmezsiniz. Bazen banyodan çıkınca travesti halini unutup evin içinde dolaşırken yakalarım onu. Boksırı ile ulu orta dolanır, balgam çıkartır ya da klazöt kapağını kaldırmaksızın ayakta işer.  Evin temizliği ve benim sağlığım açısından onun özellikle evde travesti Jan ruhuyla dolaşması daha doğruydu.  O sabah ne olduğunu anlayamamıştım ama kimi zaman annesine giderken yaptığı gibi  normal sosyal durumuna dönmüştü.

Eve döndüğünde vakit ikindiyi gösteriyordu.
-           Ayy, erkek olmak çok feci bir şey,  çok sıkıldım; bütün gün itiş kakış, ne o öyle, ayolll!
-          Bütün gün nerelerdeydin?
-          Koja göbüş açımmmm!

Dudaklarını büzerek yaklaşıp sarıldığında eridiğimi biliyordu. Bunu yapması için fırsat kolladığımı da. Ağzıma bir parmak bal çalar ardından kaçıp giderdi.

-          Yemek ısmarlayalım Koja Göbüş bende banyoya girjem.
-          Dün akşam Jon jon un yaptığı dolma var. Isıt onu ye.
-          I ıhhh.
-          Sen bilirsin!
-          a) Şıkkı, Kötü adam!
-          Evet öyleyim.

Can olarak yaptıklarını anlatmadıkça benden pastı! Jan olması bu defa yetmemişti.

-          Tamam, peki anlaticimm fakat doğru bi’şiy yaptığımı düşünüyorum.
-          Ne yaptın?
-          Bugün Diş Hekimliği Fakültesine gittim.

Anlattıkları korkunçtu. Bir ara kulaklarım uğuldar gibi olmuştu.  Karşımda duran kız kılıklı oğlan çocuğu aslında iblisin önde giden soyuydu. 10 derste insan hayatı nasıl mahvedilir konusunda kitap yazabilirdi.  Ne ara aradıysa bütün yasaklamama karşın Piç Hasan’ı arayıp kendini Çapa’ya götürtmüş.  Başka ne gibi vaatlerde bulunduğunu bilmiyorum ama ameliyat olacağını söyleyerek, kadın olduktan sonra bekâretini Piç Hasan’a vereceğine yemin etmiş.  Bunun üzerine ona kadın olmak isteyip istemediğimi sormuştum:  Kısa bir nutuk attı.  Aptal olmadığını, bu toplumda kadın olmanın bir halta yaramadığını asıl gücün peniste olduğunu, ama arkadan veren penisli bir kadının her zaman çok daha şanslı olacağına inandığını, bu nedenle de suret-i katiyetle ( abartmıyorum aynen bu sözcükleri kullandı )  kadın olmayı düşünmediğini söylemişti.  Piç’e anlattığı hikâyeyi ise kafa geçmek için o an uyduruverdiğini söylediyse de yutmadım. Oradaki numara belliydi. Bekâretini teslim edecek havalarda kendini bedavaya taşıttıracaktı.  Tabii bu arada onu Boncuk’a gammazlaması nedeniyle geri planda kalan öç duygusunu da bir gün ortaya çıkartacaktı.
Diş Hekimliği ciddiye alınacak bir fakülte gibi değildir. Daha ziyade şehir hatları vapurunun birinci sınıf salonu gibi bir yerdir. Süslüler, beyaz Türkler, kokoşlar; girerler, otururular ve çıkarlar.  Dikkat çekmek için dişlerinizin güzel olması hiç yeterli değildir. Marka değil çok feci marka giyinmeniz gerekir! Başka türlü kimse sizi adam yerine koymaz.
Jan, Can rolü ile gittiği yere uyum sağlamakta zorlanacak biri değildir.  Sahneye ilk çıktığı geceyi hatırlıyorum da birkaç amatör hatasını bile kaş göz oynatarak halledivermişti.  Fakültedeki ilk işi yaralı parmağı gizlice bulmak olmuş.  Derviş dervişi Tekkede, hacı hacıyı Mekke de ibne ibneyi dakkada bulur önermesinin doğruluğunu tartışmıyoruz. Bu blog kesinlikle böyle bir şuursuzluk içine girmemeyi ilke kararı edinmiştir.  Can iki hemcinsimizi bulmakta gecikmemiş. Kısaca olayı anlatmış. Onlarda Yaralı parmağa gıcık oldukları için anında yardıma hazır olduklarını söylemişler.   
-Onlara herhangi bir vaatte bulundun mu? Yüzüne tam da gözlerinin içine bakmıştım. Yalan söylemesine izin yoktu!
-Ayyy, sıkıştırma, ben gencim güzelim, yaklaşanı üzerim!  Tamam tamam peki doğruyu söyliyjem! İlişki yaşıyorlarmış, ama yatak hayatları biraz rutinleşmiş, beni bir gece misafir edecekler. Hepi topu bu!
Gençleri anlamak çok zor oluyor bazen. Sıra dışı bir ahlak anlayışları var. Hoş benim gibi kartlaşmaya yüz tutmuş eşcinsellerin sıra içi ahlak anlayışı nasıl oluyorsa işte yadırgamakta üzerime yoktu. Asıl sorun Jan’ı kıskanmamaya çalışmaktan ibaretti. Beceremiyordum. Elimde olmaksızın yapamıyordum bunu. İçten içe ona aşık olmuş bile olabilirdim. Her neyse özel duygularımla sizi sıkmaya hakkım yok, afedersiniz, anlatmaya devam etmeliyim.
Can, kendisine o gün için suç ortaklığı yapacak iki oğlanla birlikte fakültenin beşinci katına çıkmışlar. Yaralı parmak ince sesiyle öğrencilere bir şeyler anlatıyormuş.  Hasta üzerinde uygulamalı oral seks gibi bir şey. Allem güllem hesabı  can sonuçta yaralı parmağının hasta koltuğuna oturmuş.
-          Neniz var genç adam?
-          Genç bayan demek istiyorsunuz sanırım!
-          Peki genç bayan neniz var?
-          Ne yok ki?

Bir mağara gibi ağzını sonuna kadar açmış. Sessizce derin gırtlağını göstermiş. Bücürden aldığı tüyolara göre yaralı parmak ağza vermeye bayılıyormuş. Can’ın iştahlı gırtlağını görünce de pipisi hafifçe kıpırdanmış.
-          Papatya gibisiniz genç bayan!
-          Mersi.

Bu cilveleşme sırasında Can elini yaralı parmağın beyaz önlüğünden içeri sokmuş. Kaş göz derken küçük orospumuz Yaralı parmağı tuzağa düşürmüş.  Yaralı parmak bir an için boş bulunup Can'ın kendisini okşamasına izin vermiş. Ve klinikte olanlar olmuş.

-          Seni ahlaksız adam seni…  Parmak kadar çocuğa neler yapıyor.
-          Ben gördüm hastaya sürtündü.
-          Ben de gördüm hastayı okşadı!
Can iki arada bir derede yaralı parmağın yüzünü tırmıklamış. Utanmaz, pis ibne!
Yaralı parmak’ın hayatının utancını yaşadığını anlatmama gerek yok sanıyorum. Birkaç gün fakülteye gelmemiş; ardından da yazılı istifasını göndermiş.  En son İsveç’e giderken görülmüş. Çok üzgün görünüyormuş. 
Bunları bücür’e anlattıktan sonra önce inanmadı ardından fakülteden gerçekleri kontrol ettirmiş. Emin olduktan sonra hediye olarak Can’a siyah deri kayışlı bir saat almıştı. Can, bu ne ayol böyle dedi ama bücür’e belli etmedi. Bir daha da kimsenin işine karışmamaya yemin etti.
Kabul edilmesi gereken tek şey vardı: Zafer Bücür’ündü. Yaralı parmak sonsuza kadar olmasa bile uzun zaman ülkeye geri dönemezdi. Boncuk’un dükkânı sıçıp sıvanmıştı. Bücür parmağını bile kımıldatmaksızın tam bir mafya anası misali manipülasyonla öcünü almıştı. Dudaklarını büzerek benden alacağı intikamın planını yaptığından adım gibi emindim!    

























TİFFANY'DE KAHVALTI



Seviyorum Sevmiyorum

Can, Birijik Jan isimli travestiye dönüşmezden önceki görüntülerinin Nil Karaibrahimgil’in “Seviyorum-Sevmiyorum” klibinde  yer aldığını Sabır taşının yaptığı web sayfasında okuyunca öğrenmiştim.
20 yaşındaki erkek cadalozun biyografisi de olabiliyormuş demek ki. Hem de pek bir kalabalıktı.
Sevdiğim bir klipti. şarkıcıyı da seviyordum klipte hoşuma gitmişti. Özelikle de takıldığım bir mekanda çekilmiş olması kliple aramda yakınlık doğmasına vesile olmuştu. Sabır taşı web tasarımcısı özenli biçimde klibi web sayfasına yerleştirmekle meşguldü. Adamın sabrına hayran kaldığımı söylemeliyim. Erkek cadı sabır taşına kök söktürüyordu. Sabır taşı ise sessizce tebessüm etmekle yetiniyor, Jan’ı anladığını belli eder biçimde başını sallıyordu. Uzaktan bakan onları Hacıvat’la Karagöz sanabilirdi.  
-O zamanlar henüz 15-16 yaşındaydım. Ama Nil bana bayılmıştı. İki de birde bana  “gel buraya kötü kedi,” diye çağırıp öpüyordu. Bütün oğlanları baştan çıkartmaya hazır zımba gibi bişiydim. Ne olduğumu bilmiyordum ama en azından erkek olmadığımı biliyordum. Birkaç sürtük bu nedenle bana diş bilemekte gecikmedi.
Klibi izliyorduk. Ve o talihsiz soruyu somak gafletinde bulundum:
-          Peki sen burada neredesin?
-          Nası yaneeeğğğ?
-          Nası yaneeğğ’si mi var bu işin? Biyografini çıkartıyorsun,  insanlar bakacaklar ve Jan nerede diye soracaklar! O zaman ne cevap vereceksin?
-          Ayyy! Çok bilen moruk! Bunu sen düşüneydin daha önce. Kalkmış ban sorduğu soruya bak! İzleyin bulun derim, başka ne diycem.  Ben duşa gircem. Çekilin. Üfff!
Yememişti. Atmıyordu ama Jan o sıralarda şarkıcının arkasında kalça sallayan üç kızdan biri de değildi.  Olmak ister miydi orası da şaibeli. Böylesi bir egoya sahip olan erkek cadalozun oradaki kızları ve Nil Karaibrahimgil’i ezip geçmek için her şeyi yapabileceğini düşünmek zor olmasa gerekti. 
        Sabır taşı ile birbirimize baktık. Sabır taşı, ben bir sigara içiyim en iyisi, sonra biraz dolaşıcam, deyip kendini evden dışarı atmıştı. Bense temizlikçi Fadima’nım olarak vazifemi yapmalıydım. Yoksa Üçüncü Tekil Şahıs’çı Bilal gibi havuçlu kek yapardım ancak!
        Biyografi hatırı sayılır biçimde idi ne var ki sayılanların içinde Jan’ı görmek olanağı yoktu!
        Banyo’nun kapısına  dayandım:
-          Ajda Pekkan’la birlikte  ne zaman şarkı söyledin sen? Hem de düet yaptık, yazmışsınız ?
-          Ara Ajda Pekkan'ı sor? Madem bana inanmıyorsun?

Sinirlenmiştim. Banyonun kapısını açtım. Sudan çıkmış kurulanıyordu. 
-          Ayyy diye bir çığlık attı. Pipimi görüceksin çık dışarıya c) şıkkı adam!
-          Jan bu bir oyun değil. İnsanları kandıramazsın! Adın yalancıya çıkar!

Poposunu dönerek, hafifçe eğilip  iki şaplak attı.
-          Bu göt çalıştığı sürece hiçbir şey olmaz! Anladın mı yaşlı moruk?
        
               Dönüp toparlandı. Yavru ağzı renli bornozunu giydi. Başına havluyu sarıp bana yaklaştı.

-        Jan!
-        Efendim, Koja göbüş!
-       Çok tehlikeli sularda geziyorsun! Kötü kedi Şerafettin gibi karton bir kahraman değilsin.
-       Sakin sularda gezip hiç bişey olamamaktansa karanlık sularda boğulurum daha iyi! Ayrıca,   ayrıca beni sen yarattın ve şimdi benim karton bir kahraman olmadığımı söylüyorsun. Evet artık karton kahraman değilim, bundan sonrada senin yazdıklarınla var olmaya hiç niyetim   yok! Madonna ile aynı sahnede oynatmanı bekliyorum!
-    Jan böyle bir düşüncem yoktu, olmamıştı. Sen sadece "Tifany'de Kahvaltı" filmindeki Audrey'in bir karikatürü olacaktın. 
-    Demek ki artık değilim Koja göbüş. Bana o kadar çok pislik yaptırdın ki artık şöhret olmama sen bile engel olmazsın! Sarıl bana!  

     Doğru söylüyordu. onca kötülük aklımdan geçip sayfalara yansımasa Can bunların hiç birini yapmayacaktı. en azından salt kötülüklerini yazıp durmuştum. Bir an derin düşüncelere daldım. Jan ise usulca sokulup sarılmıştı. Mis gibi sabun kokan küçük bir bebek gibi sevgiyle onu içime çektim.


                                                                              










SANATIN VAROŞLA İMTİHANI








1.TOPHANE KUŞATMASI  



Andy, Tos tos ve Mürebbiyanım hep beraber resim sergisi açılışına davet edilmiştik. Tophane semtindeki resim galerileri aynı gün açılış yapma kararı almışlardı.  Bedava içki peşindekiler başta olmak üzere millet görmek ve görülmek için sergi açılışlarına gidiyordu. Bu arada hemcinslerimiz olan geyler sanat camiasında mafya gibi örgütlenmeye başlamışlardı. Aslına bakarsanız dünyanın her yerinde bir gey mafyası vardır.  Agresif, sinirli, edepsiz geyler bir biçimde  şahane hareketler yaparak örgütlenirler. Moda dünyası geylerin elindedir. Aktörler geylerden çıkar; aktrislerin lezbiyenliği pek konuşulmasa da bilinir.  Sanatçı olmak için gey olmak neredeyse ön koşuldur.  

O akşam da gey bir ressam günümüzün en meşhur Drag Quin’i Rupaul  hakkında bir enstalasyon hazırlamış! Herkes bunu merak ediyordu. Ertesi sabah konuşulacak konuların yanında o gece yatağımızı ısıtacak bir erkek bulma hayali de ayrı bir beklentiydi.

 Jan’ a Tophane’deki sergi açılışına gelip gelmeyeceğini sorduğumda,  ilgilenmiyorum demişti. Israr etmiştim.
-          Ama efsanevi draq quin Rupaul var Jan, senin için önemli bir örnek olacaktır.
-           Ne onunla ne de Huysuz Virjin’le. İkisi de önemsiz kavramlar benim için!

 Ağzım açık kalmıştı.  Bu erkek cadaloz inanılmaz biçimde küstah bir cehalet sergiliyordu. Eğer aklını başına toplamazsa yeraltındaki barlardan birinde çürüyüp gidecek, en iyi ihtimalle seks işçiliği yapacaktı. Falçata taşıyacak, biber gazı bulunduracak!  

-          Hayır, bunların hiç biri benim için geçerli değil. Belki yazmak için çok kitap okumak gerekebilir ama sanatçı olmak doğuştan gelen bir yetenektir Koja göbüş. Hem sen  git sergine keyfim olursa daha sonra gelir size katılırım.

O gece olacaklardan herkes gibi ben de habersizdim.   

Sergi alanı panayır yeri gibiydi. Kırk yıllık kani olur mu yani, havasında aranıp duruyorduk. Herkes bir tanıdığına rastlıyor ama kimse işe yarar bir erkek  göremiyordu. En çabuk kaybolan Andy oldu. Yedi düvelle barışık olduğu için birileri onu elimizden kaptı. İkinci kaybolan mürebbiyanımdı. O da sanat amaçlı çekilmiş erkek nü fotoğraflarını incelemeye gitmişti. Tostos’la ben elimizde içkilerle kalmıştık. Tostos her zaman ki kıllığı içinde laf sokuşturup duruyordu.

-          Napıyo o küçük orospu?
-          Kimden söz ettiğini anlamıyorum Tostos!
-          Tabii canım, anlamazsın tabii!

O sırada karşımızda uzun boylu sakallı, gözlüklü, sigara içen muhteşem yaratığı görmüştüm. Göz göze geldiğimiz an içimin sıkıştığını hissettim.  Yukarıdan aşağıya doğru süzdüğümde Allah dedirten cinstendi.  Bir ara Tostos’la birbirlerine kadeh kaldırdılar.  
-          Tostosss! Nerden tanıyorsun bu yavruyu?
-          Ressam ayol!
-          Modellik yaparım ona!
-          Hıı, zaten o da senin gibi koja göbüşleri çizmek için yanıp tutuşuyordu.

O an gecenin ilk mucizesi gerçekleşti. Uzun boylu gözlüklü yanımıza seğirtti.   Tostos’la öpüştüler. Anında elimi uzattım.
-          Dur ayol, dedi Tostos ben tanıştırırım sizleri.  
-          Alper ben,
-          Memnun oldum.
-          Ben de.
İkimizde elimizi bırakmak konusunda istekli değildik. Göz göze bakıyorduk. Sevimli, sıcak, flörtüz bakışlar…
Kan gövdeyi götürüyordu. 15 dakikaya yakın resim hakkında konuştuktan sonra birbirimize iyice yakınlaşmıştık. İnsanlar bir galeriden diğerine geçiyordu. Sigara yasağı da işe yaramış sokaklarda içmek için bahane oluşturmuştu. Tophane caddesi ciddi biçimde sergi mekânı olmuştu. Bir ara nerden geldiğini anlamadığımız bir uğultu koptu, ardındansa olanlar oldu.  Ellerinde sopa, biber gazı, taş olan 20-30 kişilik kalabalık sergiye gelenlerin üstüne doğru yürümeye başlamışlardı. Neye uğradığımızı şaşırmıştık. Alper gel benimle diyerek hemen elimden tutup bir yere sürükledi. O an onunla sonsuza kadar gidebileceğimizi düşündüm.  Nereye gittiğimizi bile sormadan onu takip ettim. Biz kaçarken arbede başlamıştı. Arabası yakındaymış; atladığımız gibi oradan uzaklaştık. İlk trafik ışıklarında da dudaklarımız birleşmişti.   




                                                                            


















GAY'S AND THE CİHANGİR




Kaktüs’te  branch

Hoşlandığınız biriyle beraber olduğunuz da zaman kavramı önemini yitirir. Alper’le birlikteyken başımıza gelen buydu. Üç gün kadar ortadan kaybolduktan sona Pazar günü kahvaltı için Kaktüs’e gitmeye karar verdik.

-          Önce eve uğramalıyım,  üzerimi değiştirmem gerekiyor.
-          Benim kıyafetlerimi kullanabilirsin. Çamaşırlarımı giymen hoşuma gider.

        O kadar tatlıydı ki Pazar sabahına ilk kahvaltımı Alper'i yiyerek başlamıştım.

        Kaktüs’e gittiğimizde, Cihangir Cumhuriyetinin parlomento  üyeleri hep beraber kafalarını döndürüp bize baktılar. Alper’in gözde bir bekar olduğu benimse nam salmış bir eşcinsel olduğumu hesaba katacak olursak bakıuşların çok da anormal olmadığı söylenebilir.  Bizi inceleyen muhtelif kafalar tekrar gazetelerine döndüler. o sırada dönnen kafaların ağız birliği etmişçesine dedikodu yaptıklarından adım gibi emindim. Alper uzun zaman New York’ta yaşamış, sonuçta soluğu İstanbul’da almıştı. Çok zengin bir ailenin çocuğuydu; gey olması bile kadınların onunla ilgilenmesinin önünü kesmiyordu.  Can sıkıcı olan konu ise benimle beraber olmasıydı.  Orta yaşa girmiş, saçları dökülmeye başlamış, gıdığı sarkmış, göbekli, işsiz bir eşcinseldim. Kısacası Cihangir’de benim gibisinden tonlarcası bulunabilirdi.  

     Tostos bizi görür görmez yanımıza seğirtti. Beraber olmamıza vesile olan kişi olarak teşekkür bekliyordu. Muhtemelen Pazar gününü yanımızda,  bize ekşiyerek geçirmeyi planlıyordu. 

        Az sonra Andy’de burada olacak dediğinde, birden Alper’in heyecanlanacağı tuttu!
-          Vaww! Onun resimlerine bayılıyorum. Çok cool!

        İnsan en yakın arkadaşlarını bile kıskanabilir. Bende  daha masaya bile gelmeden Andy’i kıskanmaya başlamıştım. 
-          Aşkım kahvaltını nasıl alırsın?, dediğinde kendime güvenim biraz daha pekişmişti.Klasik Kaktüs kahvaltısı alacağımı söyledim.  Tabii Tostos yüzünü ekşiltmekte gecikmedi.
-          Hemen aşkım maşkım noluyo ayol? Dün bir bugün iki.

        Tostos gene laf sokmaya başlamıştı. Daha fenası beni iğnelemek için elinden geleni yapardı. Sonrada, “ama ben naptımkiğğğ” nağmeleriyle koca kıçını sallayarak giderdi.

               Andy geldiğinde masadaki hareketlenme oldukça dikkat çekiciydi. Kıçına çivi batmış gibi rahatsız biçimde sallanıyordum. Tostos düşünceli biçimde bana bakıyordu. Göz kırptım, o da bana kafasıyla içeri gel gibilerinden işaret etti. Hayır anlamında başımı salladım.  Diğer yanda  Andy ile Alper beş dakika içinde kanka olmuşlardı bile. Alper, Andy’nin atölyesine gitmek için delirdiğini söyledikçe ben kıskançlıktan masanın altına giriyordum.  O sırada omzuma dokunan el olmasa çığlık atmaya başlayabilirdim.

-          Jan!
-          Koja Göbüşşş!

Jan, üç gün boyunca benden haber alamamanın sıkıntısı içinde olduğunu söylemişti. Karakolu arayacağı sırada Jon jon engel olmuş. Koca adam ayol, başının çaresine bakar bırak şunu rahat etsin, demiş.

Hepimiz kendimize benzeyen insanları buluyor ve onlarla beraber oluyoruz. Jan da beni kıskanmıştı.
-          Koja göbüş’ümüzü elimizden alan siz misiniz ? sorusu , eyvah , Alper mahvoldu şeklinde tepkilere gebeydi. Oysa Alper’in umuru bile olmadı. Andy ile derin bir resim   sohbetine girişmişlerdi.

Dikkat çekmek ve Jan’la biraz olsun baş başa kalabilmek için izin istedim. Masadan ayrılırken  bana aidiyetini göstermek içinde Alper’i dudaklarından öptüm. Tatlı bir ıslaklıktı.

-          Aşkım buradayız, işini bitince ara!
-          Hı hı!

    Nerden buldun bu züppeyi, sorunun cevabını vermezden önce Jan’a hal hatır sordum.

-          Merak eden arardı, dedi.
-          Merak edemedim Can.
-          Can değil JAN!
-          Peki JAN!


-          Andy, Alper’e asılacak mı sence?
-          Sanmam! Ama Alper’e ne kadar güvenilir onu bilemem.

        İçime kurt düşmüştü. Eskiden kıskançlık krizine girdiğimde istemediğim şeyler yapardım.  Sonuçta 45 yaşındaydım ve artık dayanma gücüm yitmiş gibiydi.  Savaşamayabilirdim.  Jan’a kalırsa telefonumu fırlatıp atmalı, eve kapanmalıydım. Ardından bir süre  kimseyle görüşmemeliydim. Ki en başta da Alper’den uzak kalmalıydım.

       Jan’la konuşurken Tostos eve geldi.  Yüzündeki sevimsizin sevimsizi bir iafede vardı. her zaman ki Tostos'tan farklı bir sevimsizlikti bu! 

      Alper’le Andy’nin beraberce çıkıp gittiklerini söyleyecekti sanırım. Söyle uğursuz, demek istedim ama sustum.
-          Aceleyle geldim, diye sır veren biri gibi fısıldayarak konuşuyordu.  Umarım korunmuşsunuzdur.

        Cevabı ben değil, sana ne bundan, diyen Jan verdi.

        Jan’la Tostos birbirlerinden hoşlanmazlardı.
        Tostos,  Jan’ı azarlayarak, konuştu:
-          Ayyy, küçük orospu. Delik dondan çıkar gibi bulaşma! Koja göbüş sana soruyorum, korundunuz mu?
      Tostos’un ciddiyetini anlayıncaya kadar, cevap vermekle vermemek arasında karar verememişti. Kekeleyerek evet dedim. Korunduk!
-          İyi bari. Alper, sana AİDS  hastası olduğunu söylemedi, değil mi?

       Başım dönüyordu. Bir bardak suya ihtiyacım vardı. Gene kulaklarım uğuldamaya başlamıştı.  Allak bullak olmuştum. Bu ne iğrenç bir dünya diye düşünüyordum. Tam hayatımın aşkını bulduğumu sandığım anda onun AİDS hastası olduğunu öğreniyordum. Bu bana hayatın yaptığı madilikten başka bir şey değildi. Hem de en alasından bir kötülüktü.
Jan, bu C) şıkkından da öte bişey deyin yüzünü ekşiltti.
Kendimi toparlamaya çalışıyordum. Biraz nefes aldıktan sonra telaşım yer değiştirmişti.
-          Andy’e söylemeliyiz, dedim.  Tostos soğukkanlılıkla konuşmaya devam etti. 
-          Meraklanma! Andy, her şeyi biliyor. Zaten sizi gördükten sonra Andy’nin Kaktüs’e gelmesi için onu ben aradım. Sırf seni bir biçimde uyarabilmek için böyle davrandık.  Jan'da ilk kez işe yaradı! Bir test yaptırsan iyi olur, tedbirli olmakta yarar var!
-     ....
-     Ben gidiyorum. Alper  ararsa oyala gitsin!
-     ....

           Tostos gittikten sonra, Jan omuzuma sarıldı.
-     Gerçekten korundun, değil mi?  
  
     Yıkılmış bir şekilde gene aynı yanıtı vermiştim. Evet anlamında Hııı, demiştim. 

AİDS olmak belki çok kötü idi ama asıl kötü olan bizim AİDS hastalarına karşı takındığımız tavırdı. Alper'in bunu bana söylememesi ise affedilir gibi değil.  Gey olmanın dezavantajı her zaman böyle bir hastalığa açık kapı halinde tehlike içinde yaşamaktı. Büyük piyango her an birimize vurabilirdi.  Üç yıl içinde belki de otuz kez teste girip  çıkmama karşın sonuç Tanrı'ya şükür ki negatif'ti.

   O pazar sabahından sonra Alper'i bir daha görmedim. Aradan geçen üç yıl içinde ara sıra hep onu düşündüm. Bir kaç gün önce gazetedeki ölüm ilanı herkes gibi beni de üzmüştü. Bir yandan da hayatta kaldığım için gizliden gizliye şükrediyordum. 

   For give me, Alper!

                                                                               



                                                                                   



ATİNA

Alper vakasından sonra Jan birkaç gün evden dışarıya çıkmadı. Bakkala gitmek için bile bahane kullanmıyordu. Oysa onun gece olduktan sonra tırnaklarını boyayıp piyasaya salınmasını neredeyse radyoaktif saldırı bile engelleyemez ya da düşman işgaline uğrasak kıçından çıkarttığı beyaz donu barış bayrağı ayaklarında sallar, abazan askerlerden birini ağını düşürmeye çalışırdı.  Demek beni gerçekten seviyordu. Handiyse gözlerim yaşarmıştı.

Olayları duyan Jon jon’ın ise şeytan kulağına kurşun diyerek evde tıklatmadığı yer kalmadı. Andy daha ileri giderek benim mutlak surette falcısına görünmem gerektiğini söylüyordu. Tostos aslında bir kurşun döktürsek mi ki sana, deyince,  bir an dayanamayıp hepiniz defolun yalnız kalmak istiyorum demek istedim. Olmuyordu. İşsizlik iyiden iyiye canımı sıkmaya başlamıştı.  Jan ile aynı evde kukumav kuşları gibi oturmaktan başka yaptığım bir şey yoktu. Sabır taşı web sitecisi işini bitirmiş olmasına karşın o da bizim eve yerleşenler arasında yerini almıştı. Tabii puzzle’ın eksik parçası olarak fermuarcımızda akşamları oturmaya geliyordu. Allahtan gönlü gibi eli de bol bir adamdı. Şişe şişe viskiler, burbonlar… Kızlar hallerinden memnundu. Jan ise hepimizin yanında şişiniyordu. İşe yaramaz balamozlar sizi diyordu fermuarcısı gittikten sonra.

Andy her zmanki gibi şıklık yaparak falcısını benim eve getirdi. Kadını görünce gözümün onu bir yerden ısırdığını anımsadım. Tanıştık mı sizinle diye sorunca kaş göz eden Andy’nin patlamış gözleri ile karşılaştım. Meğerse kadın meşhurmuş. Medyumcular furyası sırasında en çok adı geçenlerden biriymiş. Hatta bu yüzden içeri bile alınmış.  Medyum Semiş gibi olmasın da demiştim.

Hep birlikte nası yaneeeğğğ, çekmişlerdi! Medyum Semiş, düzenbazın biriydi. Uzun saçları ile Anadolu rock yapan biri sanabilirdiniz. Homoseksüel olduğunu red ediyordu ama askerlikten yırtmak için rapor alacağı zaman kadın kılığında fotoğraflar çektirmişti. Bir de Teko vardı ki evlere şenlikti. Teko cin çarpmışın tekiydi, kelin merhemi olsa kendine sürer misali, konuşmaktan bile aciz bu zalime millet para yediriyordu.  Bir dönem takıldığım sevgilim de medyumlara takmıştı. Sebebi benim ona olan aşkımın bitmesiydi. Aşkım hiç başlamamıştı ve bunu ona bir türlü anlatamamıştım. Bana kedi köpek kılı karıştırılmış yemekler yedirmeler, tütsüler yakmalar, anlatılır gibi değildi. İşten eve döndüğüm bir gün kapıdan içeri girer girmez mutfaktan gelen duman üzerine, yangın var telaşına kapılmıştım. Mutfağa girdiğimde tavanın üzerinde yanan çörek otu buğday susam gibi ıvır zıvırla karşılaşmıştım. Tavayı evyeye fırlatırken ellerimin yanmasından söylenip duruyordum. Elerlimi yıkamak için banyoya giderken açık kapısından yatak odasındaki yatağımın üzerinde Bakire Meryem’i gördüğümü sandım bir an! Serap görüyor olmalıydım! Ya da bayağı bir hallisünasyon! Ama değildi. Benim kafadan çatlak manitam kadınlık rolünü o kadar benimsemişti ki, kafasına  attığı baş örtüsü ile ellerini havaya kaldırmış dua ediyordu!

Mesele çabucak anlaşıldı: Medyum Semiş’e gitmiş! O da susam çörek otu ıvır zıvırını verip evin içinde tütsü yapmasını buyurmuş. Böylelikle aşkımız bitmeyecek, üzerimizdeki büyüler bozulacakmış!

Kaç para kaptırdığını sormuştum. 300 dolar lafını duyunca neye uğradığımı şaşırmıştım. Daha beteri bu parayı kredi kartından çekmişti, hem de lazım olur diye evde bıraktığım bana ait karttan! Medyum Semiş’e olan garezim buradan kaynaklanıyordu. Bir de falcı çekemezdim. 

- Tanrıya inanmayan biri fala inanır mı sizce ?
- Sen inanmıyorsun, biz inanıyoruz. Cin vardır!
- Ayy deme. Üç harfli de. Çağırma şunları.

Kısacası hepsi bana çok teessüf ettiler. En çok da Jan!

Şahsen Hanım Jan’ın kahve falına bakmıştı. Fala göre Jan’ın geleceği müthişti.     Albüm yapacağını, üstüne üstlük bir de film çevireceğini söylüyordu. Çok yakında diyordu hem de!. Çok klas bir adam yardım edecekmiş!. 1.80 boylarındaki bu adam kumralmış, kirli sakalı varmış, sosyetik bir tipmiş acayip şık falan giyinen bir tipmiş… sözü edilen tip fermuarcıdan başkası değildi. O da Jan’a sarılmış biçimde şişinerek dinliyordu. Jan’ın fermuarcının yanağından öpüşünü görseniz şefkatinden gözünüz yaşarırdı.

Şahsen Hanım benim falıma baktığında ise sonu aydınlığa çıkan bir karartısı gördüğünü söylemişti.  Bir para gelecekmiş bir yerlerden, bir de Can isimli birinden yardım göreceğimi. Ama bu Can, orta yaşlıymış! Hepimiz rahat bir nefes almıştık. Tabii ki Jan ‘da.  Bir de seyahat dedi. Kısa zamanda seyahate gideceksiniz!

Evet tam bunu demişti ve o akşam bir arkadaşım arayarak her şey dahil bir haftalık Atina seyahatinin olduğunu ne var ki gidemeyeceğini bu nedenle dilersem onun yerine gidebileceğimi söylediğinde şaşıp kalmıştım. Pes yani Şahsen Hanım demiştim içimden!

Tabii sonradan bu Atina seyahatinin Jan’ın ısrarı ile fermuarcı tarafından organize edildiğini arkadaşımın da fermuarcının fabrikasında çalıştığından haberim yoktu!   

                                                                                 


                                                                                     







CİHANGİR VE ANTİDEPRESANLAR



Mürebbiyanım ve teyzesi:

Kadınlar değişiklik yapmak istedikleri zaman soluğu kuaförde alırlar. Peki ya erkek eşcinseller ?
Mürebbiyanım keltoşlaşmaya başlamıştı.  Sonuçta soluğu meşhur bir estetik cerrahta aldı. ve kaybettiği en kıymetli uzantıları olan saçlarına kısmen de olsa yeniden kavuştu. Saçlarını ektirdikten sonra sürekli olarak kafasını sağa sola savurarak yürüyen mürebbiyanım uzun süre elinde kırbaçla Cihangir sokaklarında dolaşmıştı. Bir ara eski manitasını eşek sudan gelinceye kadar dövdüğünü de ski bölümlerde anlatmış idik. Şimdi yeni bir manitası var- Ki o muhtelif tarihler vererek ilişkisinin uzunluğunu belirtmeye çalışıyor. Bana kalırsa ajan pravokatör olan Spaniş men  Goya’nın tablolarındaki beyazlara benziyor.   Ona çeşitli zamanlar ajan olduğunu söylediğimde ret etti ve bana cevap olarak, sen öyle olmamı istiyorsun demekle yetindi. Zaman ikimizden birini haklı çıkartacak!
Mürebbiyanım, Tostos, Andy ve ben kare ası olarak cihangir’in yıllanmış geyleri idik. Özellikle de ben yıllanmış bir Petrus gibi olmak için can atıyordum. Gelgelelim onların bütün çabaların akarşın bulunan iki kısmette beni beğenmemişti. Artık reddedilen bir adamdım. Belki de travesti olma sırası bana da gelmiş ya da Birijik Jan’ın menajerliğinden başka bir şey yapmamalıydım.  Çöpçü balıkları gibi arada onun artıklarından sebeplenebilirdim. Arada Alper gibi bir geyefendi çıkabilir ya da beyaz atlı prensim – ki artık bu çok zordu!- her an karşıma çıkabilirdi. Belki de Alper’le her şeye rağmen beraber olmalı ve sonuna kadar gitmeliydim diye düşündüğüm zamanlarda olmadı değil.  İnsan ölüm haberlerine alışıyor. Daha doğrusu kanıksıyoruz. Berbat olan New York’taki brezilyalı room mate’iminde HIV + olduğunu duyunca onun ölümünü beklemek canımı sıkmıştı. Can sıkıntılı zamanlar geçmek bilmiyordu. Du du – ekolu du! Ki o sırada mürebbiyanımın teyzesi geldi.
Çakma sarışın, yumuk gözlü oyuncak bebek Çatoş! Taksilerin ön koltuğuna oturmaya teşne olan bir kadındı. Muhteşem bir cilve, ona uygun kocaman kalçalar ve günde almak zorunda olduğu beş tane anti depresan ile aramıza hoş gelmişti. Tabii Cihangir kısa zamanda Çatoş’u bünyesine kabul etti. İsterse kabul etmesin. İki kez ekmek aldırmak için bakkala gönderdiği kapıcıya şıklı olsun diye mürebbiyanımın evinde kahve ikram edince, bu şıklığın karşılığında Cumartesi günü kapıcı tarafından Emirgan Parkına götürülme teklifi aldı!
Kocam duyarsa ne olur, tartışmasına girmedi ama bari emekli albay apartman yöneticisi olaydı diye hayıflanmadı değil.  Bize ise konu çıkmıştı. En çok da mürebbiyanım söyleniyordu. Spaniş men ise evde rahatlıkla def-i hacet yapmasından rahatsız olduğunu söylemekten çekinmiyor biz ise ısrarla sanki kraliyet ailesinden geldin de çamur atıyorsun diye Çatoş’u savunuyorduk.

Kaktüs’te  Son suskun’la birlikte laflarken kapıdan giren genç adam dikkatimizi çekti.  Yakışıklıca ama daha çok bebek yüzlü olan bu elemanın ne olduğunu çözmemiz gerekiyordu. Cihangire taşınmış üstüne üstlük Kaktüs’e gelip giden birinin cinsel yönelimini tespit etmek en doğal hakkımızdı hem de.
Çatoş son derece bilgisiz olduğu için onun fikrini almaya karar verdik. O ise ilaç aldım rakı içsem mi diye düşünürken bişiy olmaz iç önermesi Son suskun’dan geldi. Kadın dayanışması böyle bir şey olsa gerek ya da kadınların bir birinin gözünü çıkartması böyle bir şey olabilir.
-          Çatoş, şu dikilen gey mi, değil mi?

Şöyle bir baktı, düşündü dudaklarını yamulup düzeltti.  
-          Yeğenimden sonra her erkeğe şüpheyle bakar oldum.
-          Konu yeğenin değil ama, dikilen eleman!
-          Ayy anladım onu da, yani ne desem elin adamı için şimdi.
-          Ben olmadığını söylüyorum ama Koja Göbüş ısrarla gey diyor, diye Son suskun Çatoş’u manipüle etmeye çalışıyordu.
-          Bence gey, baksanıza kaçları yuvarlak, saçları yumurta kesim, düz lepiska; yüzü de çok güzel ayrıca. Kadınlarla da gezmiyor. Eee  buraya neden taşındı peki?
-          Koja göbüş Cihangir’de yaşayanların hepsi gey mi yani?  Bu soru Son suskun’un bana bir tür sokuşturmasından başka bir şey değildi.
-          Hayır tabii ki değil. Sadece dörtte üçü gey hayatım.  En azında bu masada azınlığım. Sen ve Çatoş doğuştan vajinalı ve heterosunuz!  Gelgelelim yan masayı hesaba katarsak siz azınlık durumundasınız.
-          Ay bunlar sakallı makallı adamlar Koja Göbüş diyerek Çatoş büyük bir şaşkınlık içinde yüzünü ekşiltti.
-          Onlara bear diyorlar yani ayı!
-          Vay bee, ibnelere bak, ayıları bile var!

Çatoş’un çığlığı andıran bu yakınması barda handiyse yankılandı ve kafalar bizim masamıza döndü.  Tabii ki oralı olmadık.
-          Şimdi ben bir şey anlamak istiyorum. Bunu yeğenime sordum ama o senin aklın o kadarına çalışmasın diye bana cevap vermiyor, sen söylersin Koja Göbüş. Yani bu ayılarda pasif oluyorlar mı ?

O sırada Andy’nin  ağına düşürdüğü kamyon şoförü ile ilgili anısını anlatmak istedim. Durdum düşündüm acaba fazla mı kaçar diye hesap etmeye çalışıyordum ama  Çatoş’a  yalan söylemekte istemiyordum.   Kamyon şoförü, sırtını dönüp bacaklarını açmış ve  Andy’ye şöyle demiş Çatoş:  Kanırta kanırta becer beni!  
Yuh deyip yutkundu. Rakısından bir yudum aldı. Sonra yutkundu gözleri döne döne, bunlar benden daha çatlaklar yahu demekle yetindi.  
Son suskun ise  gülümseyerek evet anlamında kafa sallıyordu.


                                                                            







BAMBAŞKA BİRİ 




İnsan birkaç gün ortalıktan yok olmaya görsün hakkında bir dolu dedikodu üretilmekte gecikmez.
Jan ile fermuarcı  uzak doğuya tatile gitti; Jan bronzlaşmam lazım diye ortalığı ayağa kaldırmıştı. Ne de olsa yapacağı albüme hazırlık amaçlı ilk klip çekilecekti.  Fermuarcı  hatırı sayılır bir para ile Jan’a albüm yaptırtıyordu. Besteciler, şarkılar , stüdyo, of of of. Muhteşemdi kısacası. İlk şarkı Ajda Pekkan’ın Bambaşka Biri isimli şarkısının coverlanmış haliyle promosyon olarak piyasaya sürülecekti. Gerekli telif izinleri alındıktan ve ödendikten sonra şarkının klibi çekilmeye başlandı. İşe bakın ki klibi çekecek kişi Mürebbiyanımın eski sevgilisi idi.
Uzak doğudan dönen tazelenmiş çift ayaklarının tozuyla stüdyoya girdi. Fermuarcı konsolos köpekleri gibi şişinip duruyordu. Jan ise inanılmaz bir disiplin içinde çalışıyordu. Hayran kalmıştım. Bir gram yağ almamak için sabah akşam sadece marul yiyordu.
-          Jan öleceksin, yemek yemelisin.
-          Geceleri fermuarcımı yiyorum ya o et değil mi? Hem sıvısını da protein niyetine alıyorum!
Vücudunda bir gram yağ kalmamıştı. Çağla Şikel'le aynı renkteydi. Sonucunun nereye varacağını belki biz bilmiyorduk ama o her şeyi hesaplıyor, ona göre hareket ediyordu.
Şimdi sıkı durun: Klip çekiminde kaç elbise değişti?  Ve klip kaç günde çekildi?
Aksesuarlar hariç tam 72 kıyafet ve 5 gün!
Madonna’nın ki bu kadar sürüyor mu, bilemem!
Klip TV’lere gönderildi. Halkla ilişkileri ayarlayan firmanın yetkilisi bağyan Jan’ı arayarak klibin ilk kez hangi kanalda ve kaçta döneceğini haber verdikten sonra hep birlikte benim evde toplanamaya ve parti yapmaya karar verdik!
15 Şarkıda bir klip tekrar dönecekti. Klibin yayına gireceği ekranda alt yazı ile duyurulacaktı. Radyolarda yılın hiti olarak lanse edilecek ardından TV’lerde klip yayınlandıkça yayınlanacak  albümün reklamı yapılacaktı.
İçimde gizliden gizliye bir fiyasko yaşanmasından korkuyordum.  Kendi aramızda vereceğimiz parti sonrasında dışarı çıkıp geceye devam edecektik. Jan, sabaha kadar verijem diyordu. Fermuarjıma helal olsun!
Jon Jon yaprak sarması yaptı; Tostos ile mürebbiyanımın teyzesi Çatoş diğer mezeleri hazırladı. Son suskun ben hosteslikten gelmeyim ancak servis yapmaktan anlarım deyip garsonluk işini üstlendi. Andy, Jan’ı izleyip iç dünyasını resmedicim diyerek o güne özel bir tablo yapmaya başladı. Bunu duyan Tostos ben de yaparım diyerek o da başka bir tablo yapmaya karar verdi. Mürebbiyanım, teyzesi Çatoş’un yapacaklarına finansör olacağını elinden de başka bir şey gelemeyeceğini bildirdi.
Ve beklenen gün geldi çattı.
Evi temizletmiştim. Hizmetçi kadına yarın da gel deyince, olmaz doluyum Pazartesi gelirim ancak dediğinden kalpten gidecek gibi oldum. Jon jon dert etme hallederim ben diyerek olayı çözdü.
                Jan, kuaföre gidiyorum diye evden çıktı gitti.
                Hazırlıklarla meşguldük!

Cihangir sokakları sessizdir. Taksim’in kalabalığının, İstiklal caddesinin curcunasının tamamen dışında kaldığınız bu bölge sessizliği ile insanı şaşırtabilir.  Daracık sokakları, birbirine yapışık evleri, perdeleri sıkı sıkıya kapatan ya da perdesiz yaşayan ev sahipleri! Cihangir'de hayat başkadır; sadece yaşanır hem de inadına yaşayanların yaşadığı marjinal tek semttir. 
                Evdeki harala güreliyi kesen ses fermuarcının Ferrarisi’nin anormal ötesi gürültüsü olmuştu! Gürültücü seyircilerin bol olduğu Çarşı karşılaşmalarından bile daha az ses çıkabilirdi. İnsan tarafından duyulamayan sesleri duyan köpekler gibi, arabasıyla  Dolmabahçe sarayının oradan geçen fermuarcının eve yaklaştığını söyleyip Jan anında hazırlanmaya başlardı. Her defasında şaşardım. Gelgelelim bu defa benzeri tepkiyi veren ben olmuştum. Kızlar, bu algılamanın nedeni olarak fermuarcıya duyumsadığım beğeni sonucunda ortaya çıkan algıda seçicilik durumu olduğunu belirttiler.
     Sustum!
                Tostos bütün sakinliği içinde, ayol ne alakası var, Koja Göbüş sadece ses duyduğunu söyledi, yaşlılarda olur böyle şeyler diyerek gene laf sokmak konusunda üstatlığını göstermişti.
                Son Suskun, elinde tabaklarla gelirken ben de mutfağa yönelmiştim. 

               Çarpıştık! 
                Gümmmm! Şangırrrrr!
-          Afedersin! Hatalıyım Son suskun!
-          Yorum yok!
-          Özür dilerim.
-          Bişiy demedim ki sadece yorum yapmadım!
-          Tavır koyuyor gibisin!
-          Yorumsuzluğun yorumunu yapabilirsin ama yapacağın bu yorum seni ilgilendirir, düşüncelerimin o yorum olduğu anlamına gelmez!

Andy, Ayyyy diye çığlık atarak işaret ettiğinde bütün gözler televizyona çevrildi. Ekranda akan alt yazıya baktık: 

“ Yılın müzik olayı : Birijik Jan’ın yorumladığı 'Bambaşka Biri' videosu hakkında yorum yapan ünlüler az sonra!”  
-          Ayyy hadi hayırlısı gacılar.
-          Jan nerde?
-          Bilmem telefon edimmm.
-          Fermuarcı arabayı park ediyor. Onunla beraber gelmiştir, aramayın şu küçük orospuyu iyice kıçı kalktı zaten.
-          Ayyy çok heyecanlıyım ama.
-          Yorum yok!

Kapı zili çalınca Andy, cilveli bir sesle diyafona konuştu :
-          KİM Ooooo?
Gelen tabii ki fermuarcıydı. Otomatiğin sesi apartman merdiven boşluğunda yayılırken fermuarcının ayak sesleri duyuluyordu.
-          Hoş geldin cicim.
-          Hoş bulduk!
-          Jan nerde?
-          Bilmem evde değil mi?
-          Kuaföre gitmişti gelir birazdan!
-          Arıyım o zaman.
-          Aradığınız numaraya şu an ulaşılamıyor. Lütfen, daha sonra tekrar deneyiniz!

Gecenin yıldızı olmakla gerçekten star olmak farklı kavramlardır. Bir insanın sahnenin önünde olabilmesi için rakiplerini acımasızca ezip geçmesi gerekir. En tepeye çıkabilmek içinde kimseye acımamak!
Jan tam bir star olacağa benziyordu. 
Video klip yayınlanmazdan üzere en az yüz defa araya reklam girdi. 
Andy, Jan’ın gecenin starı olmak için sürpriz hazırladığını düşündüğünü söylüyordu. Tostos fermuarcıya karşın küçük orospu ondan her şey beklenir demekle yetindi. Sos suskun akşamdan beridir yorum yok’una devam etti!
Fermuarcı düşünceliydi. Bir ara yanına seğirttim.
-          N’oldu kuzum, nen var ?
-          Sanırım Jan beni terk etti, burada olmamasının başka bir anlamı olamaz Koja Göbüş!
-          Ne alakası var cicimu? Jan seni ağzından düşürmüyor. Albümden dolayı sana müteşekkir.
-          Bende zaten bundan endişeliyim ya Koja göbüş! Albüm için bütün ödemeleri yaptım. Video klip’te tamam, Jan kendi kanatlarıyla uçabilir artık.  Nasıl bu kadar aptalca davranabildim.
-          Kuzum  ne diyorsunuz? Bu düşüncelerinizden utanacağınızdan eminim. Jan kuaföre gitti. Ben de endişeliyim ama benimki sizinkinden çok farklı. Başarısız olacağını düşünüp  bir yerlerde gizlenip kaldı ya da batakhanelerden birinde alkolden sızdı ve başına bir şey geldi gelecek!

İnsanların yaşama bakışları olayları yorumlayış biçimlerini de beraberinde getiriyor.  Fermuarcı yaşamı da ticaret gibi algılayıp ona göre düşünüp yaşıyordu.  Yüzündeki pişmanlık görüntüsü hata yaptığına dair düşüncesini destekliyordu. Rakılar, viskiler biralar ve kızların gürültüsü muhteşemdi. Televizyonda video klip dönmeye başladığında hepimiz sus pus olmuştuk.
Kelimenin tam anlamıyla muhteşem bir şov izliyorduk!

Jan, Madonna’ya taş çıkartamazdı ama kulvarının en iyisi olacağını gösteriyordu!

Pembeler, maviler, sarılar… Gökkuşağının bütün renkleri ekranı boyamış, şarkıyı söylerken de dans ettiği sırada da besbelli ki eğleniyordu. Video klibin yönetmenliğini yapan Mürebbiyanımın eski sevgilisi inanılmaz bir iş çıkartmıştı. Tabii keseyi açan fermuarcı da. Kıyafetler olağanüstüydü. Rio karnavalı gibi görüntüler birbirini izliyordu. Durumu tek kelimeyle özetleyebilirdik: ŞAHANE!

Jan’ı sürekli iteleyip kakalayan Tostos bile helal olsun kıza yaa, dediğini size aktarırsam sanırım onun çıkardığı işin büyüklüğünü anlamış olursunuz!

Klip bittiğinde  evde alkış kopmuştu. Herkes birbirine sarılmış Jan’ın başarısını kutluyordu. Tek farkla aramızda Jan yoktu!  Klibin ardından Taç televizyonundaki görüntüler ekrana getirildi. İnsanlardaki eğlence hali ve alkışlar gösteriliyordu. Kameramanlar, ışıkçılar, makyözler, set çalışanları. Kırmızılar içindeki Jan’ı o arada gördük. Herkes hep bir ağızdan AAAA    çekti. Kamera Jan’a yaklaşırken Jan’ın yanındaki kalantor dikkatlerden kaçmamıştı. İki de bir de Jan’ın elini öpen bu adam kanalın sahibinden başkası değildi.

O sırada sokak kapısının kapanmasını duymadık bile. Pür dikkat ekrana kilitlenmiş biçimde bakakalmıştık.  Andy vay bee, Tostos , vay küçük orospu vay, Çatoş, Helal olsun derken Son Suskun yorumsuz demekle yetindi.

Sokaktan gelen Ferrari’nin gürültüsü olmasa fermuarcı kimsenin aklına bile gelmeyecekti. Nitekim onunla beraberlik sayfasını kapatan Jan   yepyeni bir ilişkiye yelken açmıştı. Ne ara olduğunu ise onun kaba etlerini çimdirerek soracaktım.


                                                                                  





















I WİLL SURVİVE


İnsanlar vefasızdır. Star olmak isteyenler ise vefasız olmak zorundadır.
            Biricik Can, o geceden itibaren Birijik Jan olarak tescillenmişti. Fermuarcıya bye çekmiş, kocaların kocası bir göbüşe sahip kanal sahibi ile beraber olmaya başlamıştı.
            O gece hepimiz kendimizi dışarı atmaya karar verdik.
Andy, evine gidip rahat bir şeyler giyeceğini söylemişti. Onun rahat bir şeyleri papatya desenli mini penye elbise idi. İçine giydiği tanga külot erkeklik organını olduğundan daha büyük gösteriyor, penye elbisenin içinden fırlayacak gibi duruyordu. Kalçalarını Tülay Kaşar şeklinde dik durarak her an vermeye hazır poziyonda olduğunu belli ediyordu. Bir ara yok ben veremiyorum diye yeis yaptı; bulduğu çözüm ise kısa sürede onu kendine getirdi.  Çektiği popers ile rahat rahat corkkk diye yiyorum, isterse 20 santimlik bir penis olsun diyordu.
            Tostos dışarıda kesinlikle maço gözüken biriydi. Ne var ki içi hiç öyle değilmiş: mahallede birilerini ufalamış sonrada gittiği karakoldaki komiserle tanış çıkmışlar.Ama iş taşşaklı bir herife rastlayıca Tostos bir kaç günlüğüne de olsa içeri alınmıştı. Çamaşır almak için evine gittiğimizde dolabından çıkan dansöz kıyafetini Andy üzerine tuttuğunda bu dansöz kıyafeti Tostos’tan başkasının olamaz demişti. Mavi tül ve payetlerle süslenmiş altlığın üstünü merak etmiştik: İki adet yıldızda meme uçlarına yerleştiriyor olmalıydı. Ve ve ve en fecisi, peçe idi! Bizim Tostos erkek arkadaşlarına şov yaparken mezdeke grubu kızları gibi peçe takıyordu. 
            Mürebbiyanım siyah file çoraplarını giymişti. Mini deri etek, siyah bluzla süper aristokrat takılıyordu.
           Mürebiyanımın sevgilisi Don Kişot kılıklı kaşsız Spaniş men ise aynanın karşısında ciddi zaman geçirmişe benziyordu. Ebru Gündeş biçimli kaş çizmiş, platin renkli peruğuyla uyum sağlayacak biçimde gece mavisi dar uzun ve sırt dekolteli bir elbise giymişti. Dirseklerini kapatan eldivenleri ile Gilda filmindeki Rita Haywort'a taş çıkartacak kertede seksi duruyordu. Bozuk Türkçesi ile nasilimmm, diye sorduğunda aklınıza gelen tek cevap yavrummm yerim seni oluyordunuz. Erkekleri geçtim geyleri bile baştan çıkartıyordu. Gözlerini boyar, fondotön sürer ama  asla ruj sürmezdi. Sedefli parlatıcı onun için yeterliydi.  İspanyol dudaklarını şişirerek konuşurdu: Canimmm, nasilsinnn! Hafifçe eğilerek iz bırakmamak için havayı öper sonrada gözlerini kırpıştırarak gülümserdi.
 Kızlar böyleydi. Hayat bir biçimde eğlenmek için geçiyordu. Bir farkla  biz eğleniyorduk; Jan ise şöhret için cinselliğini kullanmaya başlamıştı.