I Will Survive
YASTIĞIMDAKİ
ERKEK KOKUSU
Sabahları
uyandığımda yastığımda erkek kokusu yok! Ah, ne yazık.!
Havalar
soğumaya başladı. Ekim ayı ile birlikte soğuklar iyice bastırdı.
Geycikler barlara doluşmaya başlarlar.
Bar bahçe'den kaldırdıkları laçoyu ödünç yaşamlarına sokarlar. Sabahları
yataklarındaki sevişme sonrası kokuları ile uyanırlar.
Durun o da ne?
Geylerin şaşırma zamanları çabuk
gelir; bu nedenle bir süre sonra her şeyi kanıksamaya başlarlar.
Dün gece haldur huldur soyunulan
giysiler ters yüz edilmiş, cüzdanlar da fora! Çalınmış olan yalnızca cüzdan
değildir; kapalı çarşıda 20 liraya satılan çakma lui viton cüzdana
acınmaz, dün geceki heyecan dalgasının ardından keyif sigarası bile
tüttürülemez. can sıkıntısıyla oflanıp puflanır!
Kıçlarının arasına giren kotları, dik
başlı memelerini örten tişörtler genellikle Zara'nın ucuzluk döneminden
alınmıştır.
Sıkıcıdırlar.
Çok önemli insanların bir arada
bulunduğu bir kokteylde en hanımefendi halleri ile pipeti oral seks
anındaki penise uzanan dilleri ile yoğururlar.
O sırada onları izlemeye bayılırım.
Gerçek adının Can olduğunu öğrenmemin
yaklaşık üç dakika sürdüğü Biricik Jan'la böyle bir anda tanışmıştım.
Çok gergindi. Hatta sürekli gergin
olduğunu düşündürten bir yanı vardı.
—Sinirliyim, varma üstüme!
—Neden, n'oldu kuzum?
- Ayol bir haftadır elime
erkek eli değmedi de ondan !
Kaşları Sezen Aksu modeli alınmıştı. Islak,
biçimli dudaklarına geceleri parlatıcı sürdüğü de olurmuş, öyle söylemişti.
Onun gece nasıl görünebileceğini düşünemiyordum. Biz bunları Cihangir'deki
Kaktüs Bar'da konuşurken etraftan bana balamoz ibne genç oğlanı götürüyor
gözüyle bakışları fırlatılıyordu. Hoş, Jan'ı götüren tek ben olsam,
gene iyi. YT, MÇ gibi medyatik ünlülerin elinden çoktan geçmişti.
-Lütfennn, bi yerlerde karşıma ş(ç)ıkma,
konuşmayalım, görüşmeyelim n'olursun, şarkısını mırıldanıyordu.
—Yeni bir aşka yelken açtın
sanırım!
—Hayır Koja Göbüş, bebişin son aşkını
terk etti. Ahh!
Biricik Jan'ıma şöyle bir baktım.
Onu, Bar Bahçe'nin göt içi kadar salonunda etrafı umursamaz hallerinde kafasını
sallarken düşündüm. O en romantik biçiminde bile felfecir okuyan bakışlarıyla
salınırdı.
Lütfeeennnnn! Konuşmayalım, görüşmeyelim
n'olursun!
Islak dudaklarının pipeti emişindeki
enteresanlık insanın aklına tuhaf şeyler getiriyordu.
Yeni yetme geylerin ortak özelliği de bu
olsa gerek. Bebeklerin dünyayı tanımak için her şeylerini ağızlarına
götürmeleri gibi Biricik Jan'ım da her şeyi ağzıyla tanıyordu!
-Eee? Anlatmayacak mısın?
Omuz silkip sağa sola bakındı. Siyah dar
kumaş pantolon üzerine beyaz önlük takmış garsonun açıkta kalan bölümünden
gözüken dik kalçalarını dikizliyordu. I- ıhhh diye bir ses çıkardı.
—Borç verijen mi?
—Anlatmazsan vermem!
Geyler duygusal şantaja boyun eğerler.
Bu nedenle de para her zaman önemlidir.
Kısaca anlatıverdi. geceyi kurtarmak
için Bar bahçe de bulduğu varoş laçoyu Arda'nın evine götürmüşler, sabah uyandıklarında
da cüzdanlar fora!
- Yastığımdaki erkek kokusu hariç hiç
bir şey kalmamıştı, derken küskünlükle dudaklarını büzmüştü.
Çulsuz olduğu için ona istediği parayı
vermekten başka yapacak bir şeyim yoktu.
KADİR İNANIR' A KİM İNANIR
Geyler
arasında tuhaf bir iletişim vardır: Toplumdaki erkeklerin pek
çoğunun gey olduğunu düşünür ve buna cani gönülden inanırlar. "Kadir
İnanır'a kim inanır?" tekerlemesi gibi seçici algıdaki bozukluk halinin
bir göstergesidir.
Perşembeyi Cumaya bağlayan gece Birijik
Jan benim eve geldi. Heyecanlı biçimde yeni bir kariyer planı olduğunu
anlatıyordu.
Yeni bir iş, yeni bir hayat, bana
yeni bir ben lazım, şeklinde çok bilmiş Sertap Erener taklidi yapıyordu.
Amacı başkaymış!
-Annemin evinde süslenemem Koja Göbüş, o
nedenle sana geldim. Bu gece drag şov yapıcam , hayatımda
ilk defa sahneye çıkıyorum. Makyaj iki saate yakın sürüyor; klupte yapamam
, yetişmez çünkü; senin evde kulübe 30 metre zaten. Ver bi alt
dudak Jan'ına.
Yeni bir sektör oluşmuştu: Gey sektörü.
Ceylan Çaplı' 14 isimli gey barı ilk açtığı zaman yer yerinden oynamıştı;
şimdi ise adım başı gey bar kaynıyordu. Varoşlardan kopup gelen yırtmak isteyen
genç adamlar yaşlı balamoz geylere peşkeş çekiliyordu. Devir değişmişti.
Can'ın makyajı gerçekten iki saat sürdü.
Cep telefonu sumak bilmedi. Işığa söylendi; rimel kalemini bulamadığı
için sinir krizi geçirdi, bir kez de takma kirpikleri nedeniyle ayılıp bayıldı.
Banyodan gelen parfüm kokusu feciydi. Çünkü eski sevgilimin paraya kıyıp
aldığı pahalı parfümün üçte ikisini vücuduna boşaltmıştı.
Banyodan çıktığında gözlerime
inanamadım.
Benim Biricik Can'ım muhteşemdi.
My fair lady, Tiffany'de Kahvaltı,
Audrey Hepburn...
Yok, yok yetmez. Çok daha feci bir
şeydi.
Hemen oracıkta onu becermek
istedim.
Büyük bir hanım efendilikle tebessüm
etti.
-Sen şimdi Jan olmuşsun gerçekten!
-Ben zaten Jan'ım, janım. Beni
izlemeye gelecek misin?
Bir birimize baktık. usulca
dudağıma bir öpücük kondurdu. Ardından süzülerek evimden çıktı.
Kesif parfüm kokusu, çıngırdaklı ışıldaklı makyajıyla sahne için
yaratılmış bir aktristi.
Cihangirin kedi sidiği, köpek boku dolu
sokaklarında pislikler bile bu gerçeği saklayamıyordu.
KOYU MOR
Biricik Can'ı ilk gecesinde kulüpte
yalnız bırakmak istemedim. Sergileyeceği performanstan emin değildim. O benim
Can'ım olmasına karşın diğer insanların Jan'ı olmak istiyordu. Bir drag
quen olacaktı.
Profesyonel dansçılar getirerek hem
geylere hem de alternatif eğlence arayanlara hitap etmeye çalışan bir anlayışla
açılmıştı yeni kulüp. Kocaman, eski sinema salonundan bozma ortasında cami
avizesi sarkan manasız üstü bir yer... Daha önce açılmış ama yeterli rüşveti
vermediğinden olsa gerek kısa süre içinde kapatılmıştı. O zaman eski
sevgilimle bir kaç kez gitmişliğimiz olmuş, kuytu köşe aramaksızın
kimsenin cesaret edemeyeceği zamanlarda aşk sarhoşu iki erkek olarak ulu orta
öpüşmüştük.
Aslında karton kahramanlarımla birlikte
gitmeyi adet edindiğim tek kulüp Mehmet Murat Somer'in Hop Çiki Ya Ya
serisindeki Burçak’ın yeridir. Sonuçta Birijik Jan'da karton bir kahramandı ne
var ki hem Jan'ın hatırına hem de Burçak'ın yerini anımsamadığım
için bildiğim yer üzerinden yazmayı tercih ediyordum.
Bir dolu erkek/gey/biseksüel dansçı
vardı. Hepsinin erotizmi buram buramdı. Bir tanesi oldukça tanıdıktı! Bir
ara takıldığımız erkek güzellik yarışmasında dereceye girememiş jigolo
bozuntusu... Benden borç para almış tabii ki geriye ödememişti. Biricik
Can'ın bunca katakullicinin içinde işi zor olacaktı. Sonuçta karton
kahraman dahi olsa askerlik yaşı gelmiş genç bir adamı daha doğrusu
yaşıtları askere giden geç bir eşcinseli anlatacaktım ki, bu gece travestiliğe
soyunacaktı.
Millet içiyordu. Kulübün işletmecisi en
yavşak haliyle herkese yalakalık ediyordu. En azından göbeği benden
büyüktü. Garsonlar kolsuz tişörtler giymişti. Lezbiyenler bir köşede
takılıyor, ortalık hareketlenmek için bahane arıyordu. Sigara yasağı
geldiğinden beridir nefes almak daha kolay olmuştu.
Müzik gittikçe hızlanmaya başladı.
*****
Ortadaki, dans pistinin üzerine genç bir
laço çıktı. Dar bir şort ve bacaklarına sarılmış deri aksesuarlar dışında
çıplaktı. Kaslarını göstermek için yanıp tutuşuyordu. Müziğe uygun ritim tutup
19 mayıs gösterilerindekine kıyasla erotik hareketler sergiliyordu.
Bir kaç kişinin onu izlediğinden emin
olunca keyfi yerine geldi. Etrafa bakarken gözüme ilişen görüntü irkilmeme
neden oldu. Eskinin eskisi sevgilim bir köşede genç bir adamla öpüşüyordu.
Kalbim hoplayıp zıplar gibi oldu. Gitmek istedim ama Biricik Can çıkacağı için
gidemezdim. Hem zaten bitmiş gitmiş bir ilişkiydi. aşırı tepki göstermenin
anlamı olmazdı. Orta yaşa girmenin en güzel taraflarından biri de bu olsa
gerek. İnsan her şeye olgun bir gerçekçilikle bakıyor. Bakılmanın verdiği
rahatsızlık içinde eskinin eskisi tiyatrocu manitam oynak, şımarık hareketler
yaparken göz göze geldik. O şımarak hali gidip bana yılan
soğukluğuyla baktı. Sonra da orospu kahkahasını salladı.
Cıstık cıstık cıstık cıstık...
Müzik yavaş yavaş değişti; dans
eden kaslı laço sergi sarayından inerken bu defa kulübün sahne
kısmında bir hareketlenme oldu. Biricik Can'ın çıkacağını düşünerek dikkatimi
oraya yönlendirdim. Hafif striptiz kokulu bir dans şov yapıldı.
Bu sırada bütün dikkatler sahnede olduğu
için arkadaki hazırlığı göremedik. Sahnedeki biterken dans pistinin
ortasındaki yükseltinin üzerinde üç travesti çoktan
yerlerini almıştı; onlardan birinin Biricik Can olduğunu anlamak için epey
bir çabalamam gerekecekti.
Göz göze geldiğimiz de heyecanlı
olduğunu anlamıştım ama göz kırptığında Madonna'ya taş çıkartacak kadar rahat
davranabileceğini fark ettim. Apartman topuklu lame çizmeleri içinde, kısacık
bir şortun üstü çıplaktı. Vücudunu Parlak pullarla kaplamışlardı. Kafasına Rio
karnaval kıyafetlerinin tamamlayıcısı tavus kuşu bir başlık takılmıştı.
Can tam bir drag Quen olmuştu: Heyecanı
gözlerinden okunuyordu. Ve yavaş yavaş müzik başladı.
Kimi geceler
uzundur. Sabah bir türlü olmak bilmez. Farklı heyecanlar farklı duygular farklı
insanlar uykunuzu kaçırabilir. Benim o gece yaşadıklarım gibi.
Biricik Can, şovunu tamamlamıştı. Bir
kaç amatör hatası, diğer oynak travestiler tarafından örtbas edildi. Buradan
anladım ki travestiler arasında yardımlaşma geçerliydi. Bir türlü kadın dayanışması
diyelim. Gösteri bittikten sonra adetten olduğu üzere drag quinler izleyiciler
arasına karışıp gecenin ritmini artırmakla yükümlüydüler. Konsomasyonun değişik
versiyonu. Can yanıma gelerek yanağını uzattı. Gene en Audrey haliyle. Bu defa
üzerinde azcık Holy Golty havası vardı. Kadınlaşıyor muydu? Sanmam. Gey
life'ın gençlik heyecanı sayılıp sayılmayacağı konusunda balamoz bir eşcinselle
tartışmaya girmiştik. Can yeni jenerasyonun önde gelen temsilcisi
olarak Madonna şovlarında hissediyordu kendisini.
—Paris’e gidicem janım. Dans
ederken içime doğdu.
-Lido'da travesti
çalıştırmıyorlar bildiğim kadarıyla!
—Travesti değilim, janım.
—Gece gelicek misin?
Yanıtı kısa ve netti: Yanağını uzatıp
oyalan bununla öpücüğü. Gelmeyecekti. Bu gecenin popüler kızı olduğu için
birileri tarafından götürülecekti.
—Dikkat et başına bişiy gelmesin.
Uyuşturucudan uzak dur, Jan!
Bunu dediğim sırada geriye dönüp bir göz
kırptı. Kalabalığa karışmıştı bile. Pipetinden içkisini yudumluyordu.
Yanımda beliren dallama ise sarhoştu,
ikide bir aynı espriyi yapıyordu:
—Kadir İnanır'a kim inanır?
—Ne konuda, deme ahmaklığını bende başka
kimse yapmazdı. Amacı asılıp geceyi kurtarmak olan bu kırıtık, fütursuzca
uzattığı eliyle önce göbüşümü okşadı. Arsız eli aşağıya doğru inecekken,
yanından uzaklaştım.
Kulüpten çıktıktan sonra İstiklal
caddesinin soğuk havası iyi gelmişti. Serin havayı içime çekip eve doğru
yollandım.
Can artık benim içinde Jan olmuştu. Jan
Paris'te. Jan New York'ta. Gençlik böyle bir şeydi. Gerçekleşemeyecek
hayallere inanmak.
Kim bilir belki de hiçbirimizin cesaret
edemediğini o başarabilirdi. Hayatın kime ne getireceği belli olmuyordu ne de
olsa.
GEYEFENDİ JON JON
Jon Jon 35 yaşında evli ve ikincisi bir
hafta önce doğan iki çocuklu bir babaydı.
Jan'la ben ona BANNE diyorduk.
Baba kelimesinin "B" si
"anne" yi de ekleyince BANNE oluyordu JON JON.
Jon jon dememizi tercih ediyordu.
Geceleri travesti barına gidip orada cd takılıyordu. Bacaklarındaki tüylerinin
ağdasını karısı yapıyormuş.
-Nası yaneee? diye irkilmiş bir halde
sormuştu Jan, banne Jon jon' a .
- Ay sus küçük orospu, ağzını yaya yaya
" nassı yaneeeymiş!" Sana ne ?
- Jonjoncuğum, Jan haklı,
gerçekten şu işi bir anlatsana bize.
Jonjon'un cilvesi meşhurdu.
Kibar adamdı. Ağzından küfür çıkmazdı.
CD olduğu zamanlarda ise her şeyi ile değişir inanılmaz bir mahalle karısına
dönüşerek etrafa çemkirirdi. Erkek hali ise, ince parlak kravatlar takan,
Zeki Müren'inkileri andıran siyah ve erguvan renklerden müteşekkil takımları
ile gümrükçüde çalışan bir geyefendi idi.
-Karım beni çakozladı ama sesini
çıkartmıyor. Çok kibarsın, bana da iyi davranıyorsun, yakın çevremizden kimse
bilmesin yeter benim için, n'olur bey, dikkat et, deyip, ağdamı yapıyor.
Ne var bunda?
Jan'la birbrimize bakmıştık. Jon jon
yalan söylemeyi bilemeyecek kadar saf bir geyefendi idi.
Jan inanamadım gibilerinden
dudaklarını büzüp ham hum diye ses çıkarttı.
-Koca göbek, sen söyle bakalım, bu küçük
orospuyu seviyor musun?
Bunu soprarken Jan'ın vereceği tepkiyi
engellemek için ona çimdik attı.
Jan da kızlığına yaraşır biçimde AYYY
nidasını ağdalı biçimde salona fırlattı.
Halının üzerinde çimdik ve ayy niğdaları
raks ediyordu.
Hazırlıksız yakalanmıştım. Çimdik, bana
atılmalıydı. Böylelikle rüyadan uyanabilirdim. Bankadaki param azalıyor ve ben
iş aramaya başlamayı düşünmüyordum.
-Jan'ı sevmemek mümkün mü?
-Benim sorduğum bu değil Koca göbek!
Biz iki kart birbirimize manalı biçimde
bakarken Jan olanca gençliği ile çareyi buldu:
-Acıktımmm!
Bambi cafeden dilli kaşarlı, döner dürüm
ve ayranla karnımız doyurduk. Eve servis getiren oğlanı içeri alıp yatağa
bağlayarak grup yapmamamıza hayıflanıyorduk.
Jon jon, geceleri takıldığı barda
sahne alması için Jan'a telkinde bulunuyordu. Bunda jan'ın kısa sürede sükse
yapmasının nedeni büyüktü. Jan ise iyiden iyiye benim eve taşınmış kazandıkları
ilke victoria Secret'ten iç çamaşırları alıp duruyordu.
-Bir de ev kirası veremem Koja Göbüş.
Çamaşırlar iflahımı kesiyor. Makyaj malzemeleri ise korkunççç!
Jan'ın lükse düşkünlüğü inanılmaz
boyutta idi. Flörtünün üstü açık arabasının olmaması onun ayrılması için temel
nedendi. 20 yaşıdaki bu genç travesti gece âleminin stariçesi olup çıkmıştı.
Jon jon içeride süslenmeye başlamıştı.
Boynunda postişi makyajını yapmış bir halde üzerindeki bokserı ile
salona gelince Jan beklenen tepkiyi sergiledi:
-Koja göbüş, Jon jon erkekken de
kadınken de halalara benziyor!
Evin içinde koşturmaca başlamıştı. Jon
jon, tutarsa aralarında eşcinsel ilişki olacağına dair Jan'a hatırı sayılır
küfürler ediyordu.
MAÇA KIZI
Grubumuz iskambil kâğıtları gibiydi.
Kolayca karışıp dağılıyor aynı hızla da toparlanabiliyorduk.
Bücür isimli bir çocuk doktorumuz,
yeni Andy Warhol olarak tanınan bir ressamımız, Fransız Kız Kolejinde çalışan
bir mürebbiyemiz, göbeği benden çok daha büyük resim satamayan bir ressam
müsveddemiz daha vardı. Arada girenler ve çıkanlar oluyordu. Sayının bir
artıp bir eksilmesindeki neden klasik sürtüşmelerin yanında hep birilerinin
sevgilisinin olması sonrada ayrılmaları idi. Uzun zamandır sevgilisiz olan bana
birilerini yamamaya çalışıyorlardı ama karşıma çıkan iki talipte beni
beğenmemişti. Kimsenin küsmediği ve kimseye de küsmeyen iki kişi Jan ve
Andy idi. Mürebbiye ise zaten küsülmez ve küsmez bir konumda uhrevi bir hayat
sürdürme kararı almıştı. Tabii bundaki en büyük etken Don Kişot kılıklı
İspanyol zevcesi idi. Hayatımı yaşıyorum demişti, ohh ne rahat; bu devirde
bilinçli gey oluceksin kardişim !
Andy, 85-100 kilo arasında gidip
geliyor; arada kapılardan geçemiyorum diye açlık grevleri yapıyordu.
Son açlık grevinin sebebi çok
somuttu: PARASIZLIK!
Yaramazlık yapmakta üstüne yoktu.
Sürekli varoş geylerin takıldığı barlara gidiyor, oradan buradan kaldırdığı
adamları nasıl yediğini bizlere ağzımızı sulandırarak anlatıyordu.
-Ayol adam hafız, ismi de Mevlüt. Ah bir
güzel ilahi okuyor, nasıl güzel okuyor anlatamam. Nefesine sağlık arada
beni bir üflemesi var ki…
Boy fukarası Bücür sürekli olarak
birileriyle çekişirdi; en çok da benimle. Görenler ikimizi ayrılmak üzere olan
sevgililer olduğumuzu düşünüyorlardı. Bense onu kocaman danua köpeğine
kafa tutan karafatma kılıklı küçük ev köpeklerine benzetiyordum.
-Ayyyy, yeter artık demişti en son
kavgamızda. Sıkıldım senin bu sürekli dengesizliklerinden.
Ona göre delinin biriydim.
-Bütün gün onun bunun piçinin derdini
tasasını çek birde üstüne senin dırdırını. Ayyyyyy!
Andy ile tuhaf biçimde
birbirlerini sevmişlerdi. Kız lisesindeki evde kalmış başöğretmen havalı
hocanım ise geceleri elinde kırbaçla Cihangir sokaklarında laço peşinde koşup
durmuştu. Etrafımızda ressamdan bol bişiy yoktu. Hocanımın eski sevgilisinin
gerçek işi de ressamlık olmasına karşın adam ressamlık dışında
yapmadığı iş kalmamış biriydi. En basit işi şarkı sözü yazmaktı. Klip
yönetmenliği yapıyordu ha bşir de unutmadan sürekli iflas ediyordu ama bir
batıp bir çıkma hadisesi biçiminde. En meşhur sözü bütün sevgililerine "En
sevdiğim sevgilim sensin!" demesiymiş. Eski sevgililer bir araya
gelip konuştuklarında ortaya çıkmıştı. Eski sevgilisinden ayrılma nedeni de
boynuzlanmaktı. Onu en son yeni yetme bir oğlanla basmış ve ikisini de eşek
sudan gelinceye kadar dövmüştü.
-Manitanı anladım da, oğlanın
günahı neydi ? diye sorunca yanıtı anında hazırdı.
-Yeni yetme oğlanı da dövdüm çünkü belki
dayak yiyince aklı başına gelir de benim itle beraber olmaz!
- Peki aklı başına gelmiş mi dayak
sonrası?
- I ıh, gelmemiş! Beraberler!
Bir ara hocanıma, şu senin eski
sevgilinle bücürü tanıştırsak ya, demiştim. Bir an düşündükten sonra yanıtı
hazırdı.
-Seni çok severim bacım ama bücüre de
kıyılmaz be anam! Çocuğa yazık olur.
Hayallerim suya düşmüştü. Bücürün başına
örebileceğim bir çorap bulamıyordum bir türlü. Jan, Victoria Secret'in son
kreasyonundan aldığı baby doll ile oturmuş tırnaklarını törpülerken bir yandan
da beni incelemiş. Bana acıyarak bakmıştı:
- Koja göbüş, Bücür’ü yaşamından
çıkartmalısın artık!
- Haklısın Jan!
Jan bebek haklıydı. Lanet olsun
dedim kendi kendime.
O sırada cep telefonum çaldı. Arayan boynuzsuz
Tostos'tu. Hayatı boyunca hiç bir biçimde aldatılmadığını söyleyerek
yaşamını sürdürürdü. Kendini acındırır ardından ona yardım etmek isteyen
ama gururu incinmesin diye hiç bir şeye benzemeyen resimlerini almaya
kalkışanları kazıklamaya çalışırdı. Kelimenin tam anlamıyla antipatik bir
kabaydı.
-Bak resmin fiyatı 12 bin lira. ama sana
6,5!
Oysa bir önceki akşam aynı resim için
üç-beş yüz lira verildiği olmuştu! Açlık sınırında gezer ardından resmini
satınca şişen egosuyla bizleri mahvederdi.
Sado mazo duygularımızı Tostos'la
rehabilite ediyorduk.
FERMUAR
FABRİKATÖRÜ İLE SABIR TAŞI WEB SAYFACISI
Jan, kendime bir web sayfası yaptırtmam
lazım diye ortalığı inletmeye başlamıştı.
- Cihat Salonbaşı çekcek
fotoğraflarımı yoksa soyunmam!
-Jan senin soyunmak için bahaneye
gereksinimin yok ki!
-Ama Koja göbüşşş, yoksa
Birijik Jan’ını sevmiyor musun artık?
Benden ödünç para istiyordu ama
dile getirmiyordu. Dert etme ben hallederim dememi bekliyordu. Tabii, istediği
yanıtı asla alamayacaktı.
Kısa süre önce tanıştığı fermuar
fabrikatörünü yemekle meşguldü. Adamın üç Ferrarisi ile iki jipi vardı. Jan’a
üstü açık arabası nasıl olmaz deyince beni, cahillikle suçlamıştı.
Fermuarcı tek kelimeyle
Jan’a tapıyordu. Birkaç magazin dergisinin kapağına patlayan
flaşlar eşliğinde çıkmışlardı. Jan büyük bir hanımefendilikle
fermuarcının kolunda beyaz elbisesi ile frikik vermeye özen göstererek
arabalardan iniyor, elini tutanlara mersi diyordu.
Travestiliği benimsemişti.
Paparazzilerden biri onun travesti olduğunu yazınca flaşlar daha
feci patlamaya başladı.
Pravakatör gazetenin Pazar ekindeki
sarışın kadın Jan’la röportaj yapmak istiyordu. Biricik Can’ım düpedüz meşhur
olmuştu.
Fermuarcı kesenin ağzını açtıkça Jan
daha da güzelleşiyordu.
Fermuarcı Jan’dan meme
yaptırmasını istemiş; o da yatakta pipimi emerken aynı zamanda
bebeklerini de mi emzircem ben, olmaz, kadın değilim diye kıyameti
kopartmış. En son bana albüm yapacak dediğinde içtiğim kahve salondaki
halının üzerine saçılmıştı.
Nihat Salonbaşı Jan’ın fotoğraflarını
çektikten sonra fermuarcı bir araba parasını da foto şipşak’a ödemişti. Sıra
web sitesi yapmaya gelince bulunan adam işinin ehli bir ustaydı. Sabır taşı
demişlerdi adam için ama Jan’a ne kadar dayanabileceği meçhuldü.
Jan, Yıldırım Mayruk bile canından
bezdirmiş; Barbaros bana bak küçük kaltak adamı öldüreceksin defol diyerek
evlerinden kovmuştu. Gelgelelim jan’ın gözü yüksekteydi. Kovulmakla
vaz geçmeyeceğini anlayınca Yıldırım Mayruk zarif birkaç elbise ile gardırobu
yeniledi. Snaırım Barbaros ‘ta birkaç pantolon ve ayakkabı işini
halletti. Fermuarcının hatırı olmasa Jan dayağı yer bir daha değil Yıldırım
Mayruk’un elbiseleri evinin önünden bile geçemezdi. Tabii işin ucunda Mayruk’un
defilesine çıkmak fikrinin olduğunu hiç birimiz bilmiyorduk henüz. Fermuarcı
sevgili feci biçimde yıldırım’ı razı edecekmiş; bunun yolunu çok iyi
biliyormuş, o güçlü bir adammış.
Fermuarcıyı merak etmeye başlamıştım.
Edebinle oturamayan Jan sonunda beni de baştan çıkartıp kendisine benzetmişti.
Fermuarcının parfümü buymuş. İlk defa
duymuştum. Kaktüs’te kahvaltı ediyorduk.
- Çok sıkı bir koku Koja göbüş, adam her şeyiyle kalite.
- Bir ara taksi durağındakilerde kaliteliydi Jan.
- Ayy geçmişi yüzüme vurma yaşlı moruk!
Hayat kimine güler. Tanrı’ya bu nedenle
inanıyor ve onu ret ediyorum. Jan’a yürü ya kulum demesi ile Sertap Erener’ e
verdiği gaz üç aşağı beş yukarı aynı idi. Jan Madonna ile tanışıjam ama önje
Lady Gaga var diyordu.
- Jan, gerçeklik duygunu yitirmenden korkuyorum
kuzum.
Gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
- Gerçeklik duygusu mu? Gerçeklik duygusu dediğin şey
köprü altında beni beceren heriflerdi. Annem başka bir herifle düzüşürken ben
aç bilaç sokağa salınıyordum. Gerçek babamın olmayışıydı. Anladın mı ?
Bana bir daha gerçeklikten söz etme Koja Göbüş.
- Seni kırmak istemedim!
- Seni bir yere kadar getiren insan daha fazla
taşıyamazmış diye bir laf okudum geçenlerde. Koja göbüş biraz ara versek daha
doğru olacak sanıyorum.
20 yaşındaki bir velet bana hayatı
öğretiyordu. Hem de usturuplu biçimde. Lanet olsun diye geçirdim içimden. Lanet
olsun. Sanırım tansiyonum çıkmıştı. Evimden taşınacak benden uzak
kalacaktı. Bu bir felaketti benim için.
Eve gittiğimde sabır taşı web sayfacısı
işiyle meşguldü. Adam kendi halinde hatta silik sayılabilecek bir tipti.
Halimi görünce sanırım durumu anladı ve
beni teselli etmek istedi.
Banyoya doğru yürürken bir ara
sendeleyip düştüm. Başım dönmüştü. Sabır taşının koşup beni yerden kaldırması
an meselesi olmuştu. Yatağa götürdü, uzandım. Ayakkabılarımı çıkardı. Kemerimi
gevşetti. Su getirip iyi olup olmadığımı sordu.
- Nasıl bu kadar sakin olabiliyorsunuz?
- Başka şansım yok da ondan!
- Jan’a tahammül etmek çok zor!
- Seviştiğimiz sürece sorun yok!
- Ne yani siz Jan’la.. .Sevişiyor musunuz? Şaka mı bu?
- Hayır, şaka değil. Gerçeğin ta kendisi bayım. Ona
nasıl tahammül ettiğimi sordunuz ben de size söyledim.
- Lanet olsun!
- Olabilir, siz bilirsiniz!
HAYAT
DERSİ İKİ: PLATİNUM EGOİSTE, CHANNEL
Hayatta şunu biliyorum diye sakın
ısrarcı olayın. Özellikle de yakınlarınızdakilerin seks yaşamı
bildiklerinizin çok dışında olabilir. Karınız ya da kocanızın kendi cinsinden
sevgilisi olmasının pek önemi yok, daha önemlisi sevgilinin ona ne
yaptığıdır. Zira ilişkinizi belirleyecek olan onun yaptıklarının ölçüsüdür. İyi
bir orgazm söz konusu ise evliliğiniz bitmiş demektir. Boşanma avukatı aramaya
başlayabilirsiniz.
Sabır taşı web sayfacısı ile Jan’ın seks
yaptığını duyduğumda yatakta başım dönüyordu. Bir yandan adamı oracıkta
pataklamak istiyordum diğer yandan ise tıpkı onun gibi sessiz kalmak.
İkincisini seçtim.
Biricik Can, bütün gençliği ve hainliği
ile gittikçe dişileşmişti. Önüne gelenle yatan bun küçük ibneye haddini
bildirmenin zamanı gelmişti ama uyanık travesti benden önce davranıp, beni
hayatından naşlamıştı! Şimdi ise kendi evimde silik sanma yanılgısına
düştüğüm web sayfacısı adamın bana verdiği ikinci hayat dersini yutmaya
çalışıyordum.
Uyumuşum. Daha doğrusu sızmışım.
Kendime geldiğimde saatin kaç olduğunu günün hangi zaman diliminde
olduğumu da bilmiyordum. Banyoya giderken başım çatlayacak gibi
ağrıyordu.
Salona döndüğümde bir tuhaflık
sezinledim. Evde bir boşluk vardı sanki.
Bir anlık sersemlikten sonra can’ın
odasına seğirttim.
Boşaltılmış çekmeceler ve dağınıklığı
filmlerden anımsarsınız anlatmaya gerek yok. Tabii gene bu filmlere uygun yatak
üstüne konulan notu da!
Gitmişti!
Koja Göbüş,
Jan artık başka biri. Onun için çok
uğraştığını biliyorum. Mamafih gitmem gerekiyor. Yaptıklarının için sana
müteşekkirim. Fermuarcım Les ottomans otelden oda kiraladı. Oraya
taşınıyorum.
Hoşça kal.
Jan
Mektup her şeyi açıklıyordu. Eski
Osmanlıca kelimeler kullanmaya da başladığına göre Jan sanatınca ciddi bir
noktaya ulaşmış demekti. Canım içki istiyordu. Geberinceye kadar içmek!
Sarhoş olmadan kendime gelemeyecektim.
BİRİJİK JAN’IN MARİFETLERİ:
Brigitte Jones’un günlüğü gibi bizde Jan’ın
marifetlerini yazıyoruz. Kendini avutma yöntemi olarak yazmayı seçmemin ne
kadar mantıklı olabileceğini bana zaman gösterecek. Hayatımdaki pek çok ıvır
zıvırı ve tıpkı attığım eski kıyafetler gibi insanları da çıkartma zamanımın
geldiğini anlamıştım. İlk sırada yer alan Oğluş’la başlayacaktım. Uzun
zamandır esiri olduğu yalanı sürdürmesinden sıkılmıştım.
Oğluş’la bir gey sitesinde tanışmıştık.
Klasik mesajını göndermişti.
-Merhaba.
Cevap içimden şöyle geçmişti: “ Meraba
anam!” demedim tabii ki.
Aradan zaman geçince, msn deki
konuşmalar uzamaya başladı. Oğluş benden hoşlandığını söyledi. Umursamadım.
Duymazdan geldim. Meğerse bu reddedilişin faturasını ödetmek için zaman
kollayacakmış. Bücürün biriydi.
Evi çakma Mudo konsept misali ıvır zıvır
ile doluydu. Yalnızlığını unutmak kendisine ait bir dünya kurmak için yanıp
tutuşmuş olduğu belliydi. Zaman içinde kendimden daha çok hoş görü gösterdiğim
birini sorsalar tartışmasız Oğluş’un adını veririm. Her şeyi çok
bildiğini sanan en çok yanılandır lafının doğruluğunu Oğluş’la devam eden
arkadaşlığım sırasında almıştım. ,
Jan’la olan ilişkimiz bir yana Oğluş’un,
Jan hakkındaki düşünceleri diğer yana. Olaylara bazen çok objektif
bakabiliyordu. Bazense sinir hastası evde kalmış kız kuruları gibi nevrotik
tepkiler veriyordu. Alışmıştım.
Oğluş’un sığındığı yalan başka bir
blogun konusudur. Ona da belgeleriyle yanıt veririz olur biter. Mesele burada
eğlenmek. Çünkü kıskançlık krizine girdiğini anladığım zaman aslında onun bir
yanıyla insanlara tepeden baktığını anlamıştım. Doktorluk bilgisini
arkadaşlıklarında kışkırtma amaçlı kullanabiliyordu. Huysuzun huysuzu
çirkin bir kadından farksız davranmıyordu. Eline fırsat geçse beni bir kaşık
suda boğabilirdi. Sado-mazo bir ilişki biçimine dönüşen bu arkadaşlık makul sayılacak
bir süre devam etti. En sonunda bir gün onun sığındığı yalanın
kullanılıcısı olmaktan sıkıldığımı dile getirdim. Ardına bakmamasını yoksa çıra
gibi yakacağımı da söylemeyi ihmal etmeden hayatımdan naşladım. Sırada Oğluş,
yönetmen Çıyan ve Ebru Gündeş kaşlı otçu bokçu Boncuk arasındaki sarkastik
ilişkinin boyutlarını göz önüne sermekten başka bir şey kalmamıştı.
Cihangir’deki artık tarihi gay bar
olarak anılmayı hak eden Bar bahçe’nin sokağında iş tutan Ebru Gündeş kaşlı ot
bok satıcısı çirkin ak gözlü Boncuk, Oğluş’un eski sevgilisi idi. Eski sevgili
dediysem epey bir süre beraber takılmışlardı. Boncuk ile de
yönetmen eski arkadaştılar. Eski arkadaşlıkları sırasında düşüp kalkmış olup
olmadıklarını bilmiyoruz. Rivayet odur ki yatmadılar. Diğer bir rivayete göre
ise çıyan boncuk’u gagalıyordu. Boncuk’da Çıyan’ın işlerini yapıyordu.
Hizmetçi ruhlu boncuk hekimbaşı
çocuğuydu. Çalışmayan kardeşler babanın eline bakıyorlardı.
Oğluş’la beraber oldukları zaman
hekimbaşının oğlu Boncuk sıkıntı yaratmaktan başka bir işe yaramadı. Kız
çocukları gibi mızmızlanıp durdu. Et yemediğini söylüyordu. Yediği tek et
penisti!
Ne var ki bir sorun vardı . Hem Oğluş
hem de Boncuk penisi arkadan yemeye bayılıyorlardı. Bunu bir türlü
etraflarına söyleyemedikleri gibi kendilerine de söyleyemiyorlar, kendilerini
gagalayacak birini bulmaktan korkuyorlardı. Zira vakti zamanında Oğluş’u
gagalayan bir dümbelek parasını da ütülemişti. ( Oysa bu satırların yazarı da
defalarca ütülenmiş biridir!) Bücür oğluş bunu sindiremiyordu. Neden onu
sevmiyorlardı. Yoksa onunla parası için mi beraber olunuyordu? Du du du!( ekolu
bir Du!)
Oğluş ile Boncuk ayrıldılar. Ardından
Oğluş, başka bir diş hekimine vermeye başladı. Toros yaylalarından
gelen bu yeni damadın kusurları ise bi acayipti: Sesi incenin incesiydi. Kız
çocuğu gibi konuşuyordu. Şeffaf teninden damarları gözüküyordu. Evi Şanghay
kerhanelerine benziyordu. Salonun duvarları morun tonlarında Zeki Müren
renklerine boyanmıştı. İkide bir yurt dışına giderdi. Parası kendi cebinden çıkmıyordu
tabii ki : Üniversiteye makine satmak için çırpınan dallama tüccarların
verdiği örtülü rüşvet paralarıyla gidiyordu yurt dışına! Kimseye faydası
dokunmazdı bu nedenle adı yaralı parmağa çıkmıştı. Yaralı parmak ile bücür
oğluş arasındaki ilişki uzun sürmedi bitti. Şimdi sıkı durun, yaralı parmak
bücür oğluştan ayrılır ayrılmaz kiminle beraber oldu?
Boncuk’la!
İlk duyduğumda ben yok artık demiştim
ama Jan’ın tepkisi her zamanki gibi “ nassı yaneeeeğğğ?” şeklindeydi.
Bücür oğluş Jan’a dönerek Halida’nım teyze modundaki ses tonuyla,
yaa demişti bende insanların bu kadar çokyüzlülüğüne şaşırdım!
Jan, yerinden kalıp sinirli biçimde
sigarasını içiyordu. Dişlerini sıka sıka bak oğluş sen bu işe ses çıkartmazsan
ben bu Boncuk denen herifi paralarım.
Sesini bütün zavallılığı ve
kışkırtıcılığı ile kullanan Oğluş Jan’a dönerek, napabilirsin ki Jan’cım
demişti.
-Ne yapılır bilmiyorum ama en azından
senin gibi susup oturmayacağım muhakkak deyiverdi.
Bücür oğluş gittikten sonra jan
bana dönerek sordu:
- Koja göbüş, bücür oğluşla beraber oldun mu sen?
- Hayır Jan!
- Peki!
Ertesi gün salondaki yemek masasının
üzerinde bişr çift ameliyat eldiveni görmüştüm. Nassı yaneeğğ deme sırası bana
gelmişti.
- Fisting denemeyeceksin değil mi Jan?
- Hayır bebişim, bunlar intikam eldiveni!
İlk kez duyuyordum ama etkisini ömür
boyu unutmayacaktım. Öyle birinin evine girip hırsızlık yapacak ya da başka bir
suç işleyecek biri değildi. Belli ki bir muziplik yatıyordu işin altında.
Nitekim anlamak için iki günü beklemem yetti. Jan durmaksızın salata, hamburger
yedi. İki de birde tuvalete gidiyor ve banyoda cinsel soğukluk oluşturacak
biçimde koku bırakarak def-i hacet yapıyordu. Sesimi çıkartamıyordum.
Çünkü ne zaman konuşsam ya da sorsam cevabı ben gidiyorum oluyordu.
İki gün sonra işe giderken gördüğüm
manzaranın failinin Jan olduğunu tahmin etmem için alim olmaya gerek yoktu.
Jan iki gün boyunca sıçmış ve
biriktirdiği kakları bar bahçe’nin sokağındaki Boncuk’un ot bok sattığı
dükkânının camlarına, demirlerine sürmüştü. Görüntü korkunçtu. Akşamüzeri geri
dönerken dükkânın temizlenmiş olduğunu görmüştüm ama bir farkla. Demir
kepenkler değişmişti. Jan, Bücür Oğluş’un intikamını almıştı. Tek kelimeyle
Boncuk’un suratına sıçarak hem de!
SAPLI
SULTAN
Birijik Jan’ın, özenle
biriktirdiği dışkılarını Bücür Oğluş’un intikamı adına Boncuk’un
dükkanını bezemesi klasikler arasında yerini almıştı!
Birkaç gün sonra kapı zili çaldığında
başıma geleceklerinden habersizdim. Gelen çiçekçiydi.
Saplı Sultan
Senin yaptığını biliyorum, Görüşmek
istiyorum.
Boncuk
Can kartı okuduktan sonra çiçekçi çocuğa
bahşiş vermek bana düşmüştü.
Düşünceli idi. Sinirli biçimde
uzun ince sigaralarından içiyordu.
- Nasıl öğrenmiş olabilir ki ?
- Biri görmüş ve ardından da gammazlamış olmalı.
- Peki neden çiçek gönderiyor, teşekkür eder gibi?
- Onu bende anlamadım ama dostane olmasa da başka bir
fenalık yapmamdan çekindiğini gösterir bu. En azından düşman olmak istemiyor.
Jan muhteşem bir akıl yürüttü ve
hemencik telefona sarıldı. Bilgisayarda sürekli açık duran gey sitesinden
Boncuk’un profilini buldu;
“ İki saat sonra kaktüs’te
buluşalım !” şeklinde çektiği mesaja ok yanıtı gelmekte gecikmedi.
Duşa girdi, yıkandı, hafif bir makyaj
yapıp, eflatun kapri pantolon ile kırık beyaz bir bluz geçirdi
üzerine. Boynuna fermuarcısının aldığı inci kolyeyi takmıştı. Siyah gözlükleri
ise Chanel’di. Eflatun pantolonu aynı renkte fötr şapka tamamlıyordu.
Elinde cüzdan yerine uzun ağızlığı vardı. Cüzdan almayı gereksiz
buluyordu. Gittiği yeri şereflendirdiği için üstüne para vermeleri gerektiğine
inanıyordu.
Kaktüs’te olup olan biteni izlemek için
can atıyordum ama bu ne yazık ki olası değildi. Çünkü bütün Cihangir’in bildiği
tek gerçek Jan’ın bende kaldığıydı. Diğer ayrıntıları ben dahil kimse tahmin
dahi edemiyordu. Aslına bakarsanız Jan’ında tahmin ettiğini düşünmedim hiçbir
zaman . Çünkü her zaman aklına eseni yapan biriydi. Ama olayları bir tekl
Jan’dan dinlemedim.
Birijik jan evden çıktıktan sonra sağa
sola selam vererek kaktüs’e yollanmış. O giderken geyefendi Jon Jon erkek
kılığı ile bize geliyormuş. Jan2ı görünce durup selam vermiş, ama jan onu fark
etmemiş bile. Bunun üzerine de Jon jon , Jan ‘ı takibe almış.
Kaktüse Jan’ın kendisini göremeyeceği bir noktaya oturup sotaya yatmış!
Garsona beyaz şarap ısmarlamış ama bu
sırada erkek halinde olduğu için bir tek jan değil başka birileri daha
dikkatini çekmiş. Göz altına aldığı laçoya daha sonra cd olarak da rastlarım
umuduyla bir yandan da dua ediyormuş.
Boncuk gelince Jan hafifçe elini uzatıp
toka etmiş. Boncuk çok kötü görünüyordu diye anlatmıştı Jon Jon.
- Çiçekler için teşekkür ederim Boncukl!
- Rica ederim. Öğrenmek istediğim tek şey, bu
olayın neden yaptığın Jan. Senin gibi bir hanımefendinin bu hareketi yapması
için gerçekten çok kızmış olması gerekiyor.
- Söylerim ama bir şartla. Sana bu haltı benim yaptığımı
kim söyledi ?
- Sokakta kamera var!
- Kamera senin dükkanını görmüyor Boncuk bana martaval
anlatma !
Garson’ a şampanya istediğini söyleyince
Boncuk yutkunmuştu. Hesabı ödeyeceğini biliyordu ama yutkunmaktan başka çaresi
de yoktu.
- Peki, sana hasta olan taksi şoförü Piç Hasan
görmüş. Sokağa girdiğinde oda arabayı teslim etmiş evine geri dönüyormuş.
Senin sağa sola bakınırken görünce bir halt yiyeceğini anlayıp erketeye yatmış.
- Güzel! Peki neden bana bunu şantaj malzemesi yapmadı
da sana söyledi.
- Çünkü bana borcu vardı! Onu sildim.
- Uyanık piç! Koliledin mi onu sen hiç ?
- Konumuz bu değil.
- Anlaşıldı vermişsin. Vay piç vayyy!
- Evet sıra sende. Neden yaptın bunu?
Jon jon Biricik can’ın fısır fısır
anlattığını söylemişti. Gören devlet sırrı veriyor sanır diye de eklemişti.
Jan’ın telefonu çalmış ve kırmızı Ferrarili fermuarcısı gelmiş. Bütün kaktüs
jan’ı izlerken, boncuk hesabı ödeyip kıçına baka baka gitmiş.
Jonjon bana gelişmeler konusunda sorular
sorup duruyordu.
- Ayol bu hepimizi suya götürür susuz getirir derken
boynunda yeşil postiş üzerinde takım elbise inanılma tezat görüntü veriyordu.
Postişi taktığı anda ses tonu değişivermişti.
AYILANA GAZOZ BAYILANA LİMON
Banne
Jon jon bana gelir gelmez üzerini değiştirir. Yorgunsa omuzlarına postişini
alıp cd tavrına sığınmaya çalışır. Böylelikle bir süreliğine de olsa gündelik
hayatın hay huyundan kurtulmuş olur. Akşam evine gitmediği zamanlar
yemekler Jon Jon yapardı. Önce hazırlanır, basma entarisini giyer üzerine
önlüğünü geçirir ardından başına tülbent takardı. İki peruğunun ikisi de
fazla rüküştü. Ayrıca yemek kokmaması için tülbent zorunluydu. O yemek yaparken
mutfağa girmek bizim için eğlenceli bir oyun halini almıştı. Annemiz gibi
davranırdı.
-
Çık bakim dışarı, kaka çocuk! Ayy gözün kör olmasın emi, akşam babanıza
söylicim sizleri.
Yemekler
sofraya gelirken de olmayan babamız için bahanesi hazırdı:
- Yavrularım babanız az önce aradı, geç
kalıcekmiş, siz yiyin canlarım dedi. Hadi afiyet olsun kuzucuklarım.
Jon jon hiçbir zaman ameliyat
olmayacaktı. Olmayı istemiyordu. Neden diye sorduğumda cevabı çok acıklıydı:
-Çocuklarım var, koca göbüş!
Dayak mağduru kadına kocasından neden boşanamadığını soran muhabire vereceği
bir cevaptı bu ancak. İkimizde kahkahalarla gülmüştük.
Jon jon, gece yarısına doğru klübe giderdi. Gittikleri kulüp Mehmet Murat
Somer’in Hop Çiki yaya serisinde söz ettiği dedektif kılıklı travestinin
işlettiği yerdi. Jon jon, bir ara oradaki kızlar gibi konuşmaya başlamıştı.
Cumsuz ayol demiyor (yani Ayolcum), kırk yıllık kapıcı Ayhan’a ise
Eyhennn, diye sesleniyordu. Açık ağızlı
kapıcı Eyhen ise yeni ismine kısa zamanda adapte olmuş jon jon’a tapar
gibi bakıyordu. Arada sebeplenmek isteyen evli erkeklerin klasik bakışıdır bu.
Biz geyler travestilerden ayrı tutarız kendimizi, erkekler travestileri bize
oranla daha çok sever. Ne de olsa erkekler erkekle yatmaktan hoşlanmazlar; siki
sevmelerine karşın bunun kadın görünümlü birinden yemeyi tercih ederler.
Tuhaf biçimde o gece içinde bir sıkıntı olduğunu söylemişti Jon jon. Madem
içinde sıkıntı var gitme o zaman bu gecelik kulübe demiştim. O ise külliyen
karşı çıkmış, görev bilinci içinde olmaz demişti. Sorumluluklarım var Koca
göbüş: Aaa sende ayolcum bunu nasıl dersin bana.
İnsanın içine kurt düşmeye görsün olmayacağı varsa da illa bir terslik olur,
olmazsa da oldurulur. Nitekim Jon jon çıkarken aceleyle el çantasını
almamıştı. Telefon edip çantasının evde kaldığını düşündüğünü eğer evde
değilse Piç Hasan’ın taksisini bulmamız gerektiğini söylüyordu. Evde olduğunu
söyleyince rahatlamıştı.
- İçinde kızıma getirilen altınlar var annesi onları
bozdur diye bana verdiydi, bugün yetişememiştim, saklayıver bacım, demeyi
ihmal etmedi.
- Peki.
Gece
yarısı çalan telefon acilen Tarlabaşı’ndaki karakola gelmem gerektiğini
söylüyordu. Aklıma gelen Biricik Can’ıma bişiy olduğuydu. Polis yeni
mezun genç bir adamdı.
- Beyefendi burada bi travesti var, kimliği sizdeymiş,
alıp gelirseniz işlem yapıcaz.
Bir bu eksikti. En sonunda işimize
poliste karışmıştı. Hoş zaten karışmasa şaşardım.
Altı
aydır Travesti kerhanesi gibi çalışıyordu.
Karakola
girdiğimde jonjon’u boynundaki yeşil renkli postişinden tanımıştım. Cennet
kuşları gibi evden çıkan Jon jon karakolda yolunmuş kazlara
dönmüştü.
- Jon jon ne bu hal?
- İyiyim iyiyim, demişti bıkmış bir aldırışsızlıkla. Şu
kimliği ver de işimizi bitirip çabucak gidelim şurdan sabah işim var gümrükte.
Eve
geldiğimizde duşa girdi. Sonra olanları anlattı. Kulübe işyerinin müşterisi
olan iki adam gelmişler; onlar yetmezmiş gibi bir de mahallelisi.
Allah demiş içinden ama aklına gelen de başına gelmiş. Jon jon’u
tanımışlar ve kendileri yakalandıkları için bu defa onu paralamaya
kalkışmışlar. Jon jon en çok karını kim sikiyor ulan lafına alınmış, onun
üzerine de adamların gırtlağına saldırmış. Olanlar ondan sonra oldu işte,
demişti kısacası.
Bir
ara ağladı, sonra oturduğu yerde sızıp kaldı. En fazla iki saat sonra
uyanıp gitmesi gerekiyordu. Oturduğu koltuktan kaldırmaya gerek duymadım.
Üzerini hafifçe örtüp uyumasını izledim. Bebekler gibi masumca uyuyordu.
GÖREVİMİZ
TEHLİKE
Yaralı
parmak ile Boncuk, Bücür’ün ardından sevgili olmuşlardı. Yaralı parmak bu
olayların yaşadığı sırada henüz ülkeyi terk etmemiş Diş Hekimliği Fakültesi’nde
hocalık yaparak yaşamını sürdürmekte idi. Kulağımıza ilk gelen çiçeği
burnundaki âşıkların Londra’ya Madonna konserine gitmeleri olmuş. Belki
gerçekten birbirlerini sevmiş bile olabilirler gelgelelim bunun düşük bir
ihtimal olduğu varsayımlara daha uygun! Her ikisi de Bücür’den nefret
ediyorlar, öç almak istiyorlardı. Neden öç almak istediklerinin de
farkına varmıştım. Bücür, kısa boyunun ona verdiği ev köpeği kompleksinin
oluşturduğu fesatlık çamuru içinde insanları manipüle ediyordu. İşin Türkçe
tanımı ile: a) Kötü, b) çok kötü, c) acayip kötü sınıflandırmasında kesinlikle
c )şıkkına girerdi.
- Bence Yaralı parmak Bücür’ün açığını yakalamak
için Boncuk’la beraber oldu!
- Mantıklı!
- O zaman Yaralı Parmak da sonuçlarına katlansın. Ava
çıkan avlanır.
Biricik Can’ımın oğlan çocuğu halini
görmediğiniz için bilmezsiniz. Bazen banyodan çıkınca travesti halini unutup
evin içinde dolaşırken yakalarım onu. Boksırı ile ulu orta dolanır, balgam
çıkartır ya da klazöt kapağını kaldırmaksızın ayakta işer. Evin temizliği
ve benim sağlığım açısından onun özellikle evde travesti Jan ruhuyla dolaşması
daha doğruydu. O sabah ne olduğunu anlayamamıştım ama kimi zaman annesine
giderken yaptığı gibi normal sosyal durumuna dönmüştü.
Eve döndüğünde vakit ikindiyi
gösteriyordu.
- Ayy, erkek olmak çok feci bir şey, çok
sıkıldım; bütün gün itiş kakış, ne o öyle, ayolll!
- Bütün gün nerelerdeydin?
- Koja göbüş açımmmm!
Dudaklarını
büzerek yaklaşıp sarıldığında eridiğimi biliyordu. Bunu yapması için fırsat
kolladığımı da. Ağzıma bir parmak bal çalar ardından kaçıp giderdi.
- Yemek ısmarlayalım Koja Göbüş bende banyoya girjem.
- Dün akşam Jon jon un yaptığı dolma var. Isıt onu ye.
- I ıhhh.
- Sen bilirsin!
- a) Şıkkı, Kötü adam!
- Evet öyleyim.
Can olarak yaptıklarını anlatmadıkça
benden pastı! Jan olması bu defa yetmemişti.
- Tamam, peki anlaticimm fakat doğru bi’şiy yaptığımı
düşünüyorum.
- Ne yaptın?
- Bugün Diş Hekimliği Fakültesine gittim.
Anlattıkları
korkunçtu. Bir ara kulaklarım uğuldar gibi olmuştu. Karşımda duran kız
kılıklı oğlan çocuğu aslında iblisin önde giden soyuydu. 10 derste insan hayatı
nasıl mahvedilir konusunda kitap yazabilirdi. Ne ara aradıysa bütün
yasaklamama karşın Piç Hasan’ı arayıp kendini Çapa’ya götürtmüş. Başka ne
gibi vaatlerde bulunduğunu bilmiyorum ama ameliyat olacağını söyleyerek, kadın
olduktan sonra bekâretini Piç Hasan’a vereceğine yemin etmiş. Bunun
üzerine ona kadın olmak isteyip istemediğimi sormuştum: Kısa bir nutuk
attı. Aptal olmadığını, bu toplumda kadın olmanın bir halta yaramadığını
asıl gücün peniste olduğunu, ama arkadan veren penisli bir kadının her zaman
çok daha şanslı olacağına inandığını, bu nedenle de suret-i katiyetle (
abartmıyorum aynen bu sözcükleri kullandı ) kadın olmayı düşünmediğini
söylemişti. Piç’e anlattığı hikâyeyi ise kafa geçmek için o an
uyduruverdiğini söylediyse de yutmadım. Oradaki numara belliydi. Bekâretini
teslim edecek havalarda kendini bedavaya taşıttıracaktı. Tabii bu arada
onu Boncuk’a gammazlaması nedeniyle geri planda kalan öç duygusunu da bir gün
ortaya çıkartacaktı.
Diş
Hekimliği ciddiye alınacak bir fakülte gibi değildir. Daha ziyade şehir hatları
vapurunun birinci sınıf salonu gibi bir yerdir. Süslüler, beyaz Türkler,
kokoşlar; girerler, otururular ve çıkarlar. Dikkat çekmek için
dişlerinizin güzel olması hiç yeterli değildir. Marka değil çok feci marka
giyinmeniz gerekir! Başka türlü kimse sizi adam yerine koymaz.
Jan,
Can rolü ile gittiği yere uyum sağlamakta zorlanacak biri değildir.
Sahneye ilk çıktığı geceyi hatırlıyorum da birkaç amatör hatasını bile kaş göz
oynatarak halledivermişti. Fakültedeki ilk işi yaralı parmağı gizlice
bulmak olmuş. Derviş dervişi Tekkede, hacı hacıyı Mekke de ibne ibneyi
dakkada bulur önermesinin doğruluğunu tartışmıyoruz. Bu blog kesinlikle böyle
bir şuursuzluk içine girmemeyi ilke kararı edinmiştir. Can iki
hemcinsimizi bulmakta gecikmemiş. Kısaca olayı anlatmış. Onlarda Yaralı parmağa
gıcık oldukları için anında yardıma hazır olduklarını söylemişler.
-Onlara
herhangi bir vaatte bulundun mu? Yüzüne tam da gözlerinin içine bakmıştım.
Yalan söylemesine izin yoktu!
-Ayyy,
sıkıştırma, ben gencim güzelim, yaklaşanı üzerim! Tamam tamam peki
doğruyu söyliyjem! İlişki yaşıyorlarmış, ama yatak hayatları biraz rutinleşmiş,
beni bir gece misafir edecekler. Hepi topu bu!
Gençleri
anlamak çok zor oluyor bazen. Sıra dışı bir ahlak anlayışları var. Hoş benim
gibi kartlaşmaya yüz tutmuş eşcinsellerin sıra içi ahlak anlayışı nasıl
oluyorsa işte yadırgamakta üzerime yoktu. Asıl sorun Jan’ı kıskanmamaya çalışmaktan
ibaretti. Beceremiyordum. Elimde olmaksızın yapamıyordum bunu. İçten içe ona
aşık olmuş bile olabilirdim. Her neyse özel duygularımla sizi sıkmaya hakkım
yok, afedersiniz, anlatmaya devam etmeliyim.
Can,
kendisine o gün için suç ortaklığı yapacak iki oğlanla birlikte fakültenin
beşinci katına çıkmışlar. Yaralı parmak ince sesiyle öğrencilere bir şeyler
anlatıyormuş. Hasta üzerinde uygulamalı oral seks gibi bir şey. Allem
güllem hesabı can sonuçta yaralı parmağının hasta koltuğuna oturmuş.
- Neniz var genç adam?
- Genç bayan demek istiyorsunuz sanırım!
- Peki genç bayan neniz var?
- Ne yok ki?
Bir
mağara gibi ağzını sonuna kadar açmış. Sessizce derin gırtlağını göstermiş.
Bücürden aldığı tüyolara göre yaralı parmak ağza vermeye bayılıyormuş. Can’ın
iştahlı gırtlağını görünce de pipisi hafifçe kıpırdanmış.
- Papatya gibisiniz genç bayan!
- Mersi.
Bu cilveleşme sırasında Can elini yaralı
parmağın beyaz önlüğünden içeri sokmuş. Kaş göz derken küçük
orospumuz Yaralı parmağı tuzağa düşürmüş. Yaralı parmak bir an
için boş bulunup Can'ın kendisini okşamasına izin vermiş. Ve klinikte
olanlar olmuş.
- Seni ahlaksız adam seni… Parmak kadar çocuğa
neler yapıyor.
- Ben gördüm hastaya sürtündü.
- Ben de gördüm hastayı okşadı!
Can
iki arada bir derede yaralı parmağın yüzünü tırmıklamış. Utanmaz, pis ibne!
Yaralı
parmak’ın hayatının utancını yaşadığını anlatmama gerek yok sanıyorum. Birkaç
gün fakülteye gelmemiş; ardından da yazılı istifasını göndermiş. En son
İsveç’e giderken görülmüş. Çok üzgün görünüyormuş.
Bunları
bücür’e anlattıktan sonra önce inanmadı ardından fakülteden gerçekleri kontrol
ettirmiş. Emin olduktan sonra hediye olarak Can’a siyah deri kayışlı bir saat
almıştı. Can, bu ne ayol böyle dedi ama bücür’e belli etmedi. Bir daha da
kimsenin işine karışmamaya yemin etti.
Kabul
edilmesi gereken tek şey vardı: Zafer Bücür’ündü. Yaralı parmak sonsuza kadar
olmasa bile uzun zaman ülkeye geri dönemezdi. Boncuk’un dükkânı sıçıp
sıvanmıştı. Bücür parmağını bile kımıldatmaksızın tam bir mafya anası misali
manipülasyonla öcünü almıştı. Dudaklarını büzerek benden alacağı intikamın
planını yaptığından adım gibi emindim!
TİFFANY'DE KAHVALTI
Seviyorum
Sevmiyorum
Can,
Birijik Jan isimli travestiye dönüşmezden önceki görüntülerinin Nil
Karaibrahimgil’in “Seviyorum-Sevmiyorum” klibinde yer aldığını Sabır
taşının yaptığı web sayfasında okuyunca öğrenmiştim.
20
yaşındaki erkek cadalozun biyografisi de olabiliyormuş demek ki. Hem de pek bir
kalabalıktı.
Sevdiğim
bir klipti. şarkıcıyı da seviyordum klipte hoşuma gitmişti. Özelikle de
takıldığım bir mekanda çekilmiş olması kliple aramda yakınlık doğmasına vesile
olmuştu. Sabır taşı web tasarımcısı özenli biçimde klibi web sayfasına
yerleştirmekle meşguldü. Adamın sabrına hayran kaldığımı söylemeliyim. Erkek
cadı sabır taşına kök söktürüyordu. Sabır taşı ise sessizce tebessüm etmekle
yetiniyor, Jan’ı anladığını belli eder biçimde başını sallıyordu. Uzaktan bakan
onları Hacıvat’la Karagöz sanabilirdi.
-O zamanlar henüz 15-16 yaşındaydım. Ama
Nil bana bayılmıştı. İki de birde bana “gel buraya kötü kedi,” diye
çağırıp öpüyordu. Bütün oğlanları baştan çıkartmaya hazır zımba gibi bişiydim.
Ne olduğumu bilmiyordum ama en azından erkek olmadığımı biliyordum. Birkaç
sürtük bu nedenle bana diş bilemekte gecikmedi.
Klibi izliyorduk. Ve o talihsiz soruyu
somak gafletinde bulundum:
- Peki sen burada neredesin?
- Nası yaneeeğğğ?
- Nası yaneeğğ’si mi var bu işin? Biyografini
çıkartıyorsun, insanlar bakacaklar ve Jan nerede diye soracaklar! O zaman
ne cevap vereceksin?
- Ayyy! Çok bilen moruk! Bunu sen düşüneydin daha önce.
Kalkmış ban sorduğu soruya bak! İzleyin bulun derim, başka ne diycem. Ben
duşa gircem. Çekilin. Üfff!
Yememişti. Atmıyordu ama Jan o sıralarda
şarkıcının arkasında kalça sallayan üç kızdan biri de değildi. Olmak
ister miydi orası da şaibeli. Böylesi bir egoya sahip olan erkek cadalozun
oradaki kızları ve Nil Karaibrahimgil’i ezip geçmek için her şeyi
yapabileceğini düşünmek zor olmasa gerekti.
Sabır taşı ile birbirimize baktık. Sabır taşı, ben bir sigara içiyim en iyisi,
sonra biraz dolaşıcam, deyip kendini evden dışarı atmıştı. Bense
temizlikçi Fadima’nım olarak vazifemi yapmalıydım. Yoksa Üçüncü Tekil Şahıs’çı
Bilal gibi havuçlu kek yapardım ancak!
Biyografi hatırı sayılır biçimde idi ne var ki sayılanların içinde Jan’ı görmek
olanağı yoktu!
Banyo’nun kapısına dayandım:
- Ajda Pekkan’la birlikte ne zaman şarkı söyledin
sen? Hem de düet yaptık, yazmışsınız ?
- Ara Ajda Pekkan'ı sor? Madem bana inanmıyorsun?
Sinirlenmiştim. Banyonun kapısını açtım.
Sudan çıkmış kurulanıyordu.
- Ayyy diye bir çığlık attı. Pipimi görüceksin çık
dışarıya c) şıkkı adam!
- Jan bu bir oyun değil. İnsanları kandıramazsın! Adın
yalancıya çıkar!
Poposunu dönerek, hafifçe eğilip
iki şaplak attı.
- Bu göt çalıştığı sürece hiçbir şey olmaz! Anladın mı
yaşlı moruk?
Dönüp
toparlandı. Yavru ağzı renli bornozunu giydi. Başına havluyu sarıp bana
yaklaştı.
-
Jan!
- Efendim, Koja göbüş!
- Çok tehlikeli sularda geziyorsun! Kötü kedi Şerafettin
gibi karton bir kahraman değilsin.
-
Sakin sularda gezip hiç bişey
olamamaktansa karanlık sularda boğulurum daha iyi! Ayrıca, ayrıca
beni sen yarattın ve şimdi benim karton bir kahraman olmadığımı söylüyorsun.
Evet artık karton kahraman değilim, bundan sonrada senin yazdıklarınla var
olmaya hiç niyetim yok! Madonna ile aynı sahnede oynatmanı
bekliyorum!
- Jan
böyle bir düşüncem yoktu, olmamıştı. Sen sadece "Tifany'de Kahvaltı"
filmindeki Audrey'in bir karikatürü olacaktın.
- Demek
ki artık değilim Koja göbüş. Bana o kadar çok pislik yaptırdın ki artık şöhret
olmama sen bile engel olmazsın! Sarıl bana!
Doğru
söylüyordu. onca kötülük aklımdan geçip sayfalara yansımasa Can bunların hiç
birini yapmayacaktı. en azından salt kötülüklerini yazıp durmuştum. Bir
an derin düşüncelere daldım. Jan ise usulca sokulup sarılmıştı. Mis
gibi sabun kokan küçük bir bebek gibi sevgiyle onu içime çektim.
SANATIN VAROŞLA İMTİHANI
1.TOPHANE KUŞATMASI
Andy, Tos tos ve Mürebbiyanım hep
beraber resim sergisi açılışına davet edilmiştik. Tophane semtindeki resim
galerileri aynı gün açılış yapma kararı almışlardı. Bedava içki
peşindekiler başta olmak üzere millet görmek ve görülmek için sergi
açılışlarına gidiyordu. Bu arada hemcinslerimiz olan geyler sanat camiasında
mafya gibi örgütlenmeye başlamışlardı. Aslına bakarsanız dünyanın her yerinde
bir gey mafyası vardır. Agresif, sinirli, edepsiz geyler bir biçimde
şahane hareketler yaparak örgütlenirler. Moda dünyası geylerin elindedir.
Aktörler geylerden çıkar; aktrislerin lezbiyenliği pek konuşulmasa da
bilinir. Sanatçı olmak için gey olmak neredeyse ön koşuldur.
O akşam da gey bir ressam günümüzün en
meşhur Drag Quin’i Rupaul hakkında bir enstalasyon hazırlamış! Herkes
bunu merak ediyordu. Ertesi sabah konuşulacak konuların yanında o gece
yatağımızı ısıtacak bir erkek bulma hayali de ayrı bir beklentiydi.
Jan’ a Tophane’deki sergi
açılışına gelip gelmeyeceğini sorduğumda, ilgilenmiyorum demişti. Israr
etmiştim.
- Ama efsanevi draq quin Rupaul var Jan, senin için
önemli bir örnek olacaktır.
- Ne onunla ne de Huysuz Virjin’le. İkisi de
önemsiz kavramlar benim için!
Ağzım açık kalmıştı. Bu
erkek cadaloz inanılmaz biçimde küstah bir cehalet sergiliyordu. Eğer aklını
başına toplamazsa yeraltındaki barlardan birinde çürüyüp gidecek, en iyi
ihtimalle seks işçiliği yapacaktı. Falçata taşıyacak, biber gazı bulunduracak!
- Hayır, bunların hiç biri benim için geçerli değil.
Belki yazmak için çok kitap okumak gerekebilir ama sanatçı olmak doğuştan gelen
bir yetenektir Koja göbüş. Hem sen git sergine keyfim olursa daha sonra
gelir size katılırım.
O gece olacaklardan herkes gibi ben de
habersizdim.
Sergi alanı panayır yeri gibiydi. Kırk
yıllık kani olur mu yani, havasında aranıp duruyorduk. Herkes bir tanıdığına
rastlıyor ama kimse işe yarar bir erkek göremiyordu. En çabuk kaybolan
Andy oldu. Yedi düvelle barışık olduğu için birileri onu elimizden kaptı.
İkinci kaybolan mürebbiyanımdı. O da sanat amaçlı çekilmiş erkek nü
fotoğraflarını incelemeye gitmişti. Tostos’la ben elimizde içkilerle kalmıştık.
Tostos her zaman ki kıllığı içinde laf sokuşturup duruyordu.
- Napıyo o küçük orospu?
- Kimden söz ettiğini anlamıyorum Tostos!
- Tabii canım, anlamazsın tabii!
O sırada karşımızda uzun boylu sakallı,
gözlüklü, sigara içen muhteşem yaratığı görmüştüm. Göz göze geldiğimiz an
içimin sıkıştığını hissettim. Yukarıdan aşağıya doğru süzdüğümde Allah
dedirten cinstendi. Bir ara Tostos’la birbirlerine kadeh kaldırdılar.
- Tostosss! Nerden tanıyorsun bu yavruyu?
- Ressam ayol!
- Modellik yaparım ona!
- Hıı, zaten o da senin gibi koja göbüşleri çizmek için
yanıp tutuşuyordu.
O an gecenin ilk mucizesi gerçekleşti.
Uzun boylu gözlüklü yanımıza seğirtti. Tostos’la öpüştüler. Anında
elimi uzattım.
- Dur ayol, dedi Tostos ben tanıştırırım sizleri.
- Alper ben,
- Memnun oldum.
- Ben de.
İkimizde elimizi bırakmak konusunda
istekli değildik. Göz göze bakıyorduk. Sevimli, sıcak, flörtüz bakışlar…
Kan gövdeyi götürüyordu. 15 dakikaya
yakın resim hakkında konuştuktan sonra birbirimize iyice yakınlaşmıştık.
İnsanlar bir galeriden diğerine geçiyordu. Sigara yasağı da işe yaramış
sokaklarda içmek için bahane oluşturmuştu. Tophane caddesi ciddi biçimde sergi
mekânı olmuştu. Bir ara nerden geldiğini anlamadığımız bir uğultu koptu,
ardındansa olanlar oldu. Ellerinde sopa, biber gazı, taş olan 20-30
kişilik kalabalık sergiye gelenlerin üstüne doğru yürümeye başlamışlardı. Neye
uğradığımızı şaşırmıştık. Alper gel benimle diyerek hemen elimden tutup bir
yere sürükledi. O an onunla sonsuza kadar gidebileceğimizi düşündüm.
Nereye gittiğimizi bile sormadan onu takip ettim. Biz kaçarken arbede
başlamıştı. Arabası yakındaymış; atladığımız gibi oradan uzaklaştık. İlk trafik
ışıklarında da dudaklarımız birleşmişti.
GAY'S AND THE CİHANGİR
Kaktüs’te branch
Hoşlandığınız biriyle beraber olduğunuz
da zaman kavramı önemini yitirir. Alper’le birlikteyken başımıza gelen buydu. Üç
gün kadar ortadan kaybolduktan sona Pazar günü kahvaltı için Kaktüs’e gitmeye
karar verdik.
- Önce eve uğramalıyım, üzerimi değiştirmem
gerekiyor.
- Benim kıyafetlerimi kullanabilirsin. Çamaşırlarımı
giymen hoşuma gider.
O kadar tatlıydı ki Pazar sabahına ilk kahvaltımı Alper'i yiyerek başlamıştım.
Kaktüs’e gittiğimizde, Cihangir Cumhuriyetinin parlomento üyeleri hep
beraber kafalarını döndürüp bize baktılar. Alper’in gözde bir bekar olduğu
benimse nam salmış bir eşcinsel olduğumu hesaba katacak olursak bakıuşların çok
da anormal olmadığı söylenebilir. Bizi inceleyen muhtelif kafalar
tekrar gazetelerine döndüler. o sırada dönnen kafaların ağız birliği
etmişçesine dedikodu yaptıklarından adım gibi emindim. Alper uzun zaman New
York’ta yaşamış, sonuçta soluğu İstanbul’da almıştı. Çok zengin bir
ailenin çocuğuydu; gey olması bile kadınların onunla ilgilenmesinin önünü
kesmiyordu. Can sıkıcı olan konu ise benimle beraber olmasıydı.
Orta yaşa girmiş, saçları dökülmeye başlamış, gıdığı sarkmış, göbekli, işsiz
bir eşcinseldim. Kısacası Cihangir’de benim gibisinden
tonlarcası bulunabilirdi.
Tostos bizi
görür görmez yanımıza seğirtti. Beraber olmamıza vesile olan kişi olarak
teşekkür bekliyordu. Muhtemelen Pazar gününü yanımızda, bize ekşiyerek
geçirmeyi planlıyordu.
Az sonra Andy’de burada olacak dediğinde, birden Alper’in heyecanlanacağı
tuttu!
- Vaww! Onun resimlerine bayılıyorum. Çok cool!
İnsan en yakın arkadaşlarını bile kıskanabilir. Bende daha masaya bile
gelmeden Andy’i kıskanmaya başlamıştım.
- Aşkım kahvaltını nasıl alırsın?, dediğinde kendime
güvenim biraz daha pekişmişti.Klasik Kaktüs kahvaltısı alacağımı
söyledim. Tabii Tostos yüzünü ekşiltmekte gecikmedi.
- Hemen aşkım maşkım noluyo ayol? Dün bir bugün iki.
Tostos gene laf sokmaya başlamıştı. Daha fenası beni iğnelemek için elinden
geleni yapardı. Sonrada, “ama ben naptımkiğğğ” nağmeleriyle koca kıçını
sallayarak giderdi.
Andy geldiğinde masadaki hareketlenme oldukça dikkat çekiciydi. Kıçına çivi
batmış gibi rahatsız biçimde sallanıyordum. Tostos düşünceli biçimde bana
bakıyordu. Göz kırptım, o da bana kafasıyla içeri gel gibilerinden işaret etti.
Hayır anlamında başımı salladım. Diğer yanda Andy ile Alper beş
dakika içinde kanka olmuşlardı bile. Alper, Andy’nin atölyesine gitmek için
delirdiğini söyledikçe ben kıskançlıktan masanın altına giriyordum. O
sırada omzuma dokunan el olmasa çığlık atmaya başlayabilirdim.
- Jan!
- Koja Göbüşşş!
Jan, üç gün boyunca benden haber
alamamanın sıkıntısı içinde olduğunu söylemişti. Karakolu arayacağı sırada Jon
jon engel olmuş. Koca adam ayol, başının çaresine bakar bırak şunu rahat etsin,
demiş.
Hepimiz kendimize benzeyen insanları
buluyor ve onlarla beraber oluyoruz. Jan da beni kıskanmıştı.
- Koja göbüş’ümüzü elimizden alan siz misiniz ? sorusu ,
eyvah , Alper mahvoldu şeklinde tepkilere gebeydi. Oysa Alper’in umuru bile
olmadı. Andy ile derin bir resim sohbetine girişmişlerdi.
Dikkat çekmek ve Jan’la biraz olsun baş
başa kalabilmek için izin istedim. Masadan ayrılırken bana aidiyetini
göstermek içinde Alper’i dudaklarından öptüm. Tatlı bir ıslaklıktı.
- Aşkım buradayız, işini bitince ara!
- Hı hı!
Nerden buldun bu
züppeyi, sorunun cevabını vermezden önce Jan’a hal hatır sordum.
- Merak eden arardı, dedi.
- Merak edemedim Can.
- Can değil JAN!
- Peki JAN!
…
- Andy, Alper’e asılacak mı sence?
- Sanmam! Ama Alper’e ne kadar güvenilir onu bilemem.
İçime kurt düşmüştü. Eskiden kıskançlık krizine girdiğimde istemediğim şeyler
yapardım. Sonuçta 45 yaşındaydım ve artık dayanma gücüm yitmiş
gibiydi. Savaşamayabilirdim. Jan’a kalırsa telefonumu fırlatıp
atmalı, eve kapanmalıydım. Ardından bir süre kimseyle
görüşmemeliydim. Ki en başta da Alper’den uzak kalmalıydım.
Jan’la konuşurken Tostos eve geldi. Yüzündeki sevimsizin sevimsizi bir
iafede vardı. her zaman ki Tostos'tan farklı bir sevimsizlikti bu!
Alper’le
Andy’nin beraberce çıkıp gittiklerini söyleyecekti sanırım. Söyle uğursuz,
demek istedim ama sustum.
- Aceleyle geldim, diye sır veren biri gibi fısıldayarak
konuşuyordu. Umarım korunmuşsunuzdur.
Cevabı ben değil, sana ne bundan, diyen Jan verdi.
Jan’la Tostos birbirlerinden hoşlanmazlardı.
Tostos, Jan’ı azarlayarak, konuştu:
- Ayyy, küçük orospu. Delik dondan çıkar gibi bulaşma!
Koja göbüş sana soruyorum, korundunuz mu?
Tostos’un
ciddiyetini anlayıncaya kadar, cevap vermekle vermemek arasında karar
verememişti. Kekeleyerek evet dedim. Korunduk!
- İyi bari. Alper, sana AİDS hastası olduğunu
söylemedi, değil mi?
Başım
dönüyordu. Bir bardak suya ihtiyacım vardı. Gene kulaklarım uğuldamaya
başlamıştı. Allak bullak olmuştum. Bu ne iğrenç bir dünya diye
düşünüyordum. Tam hayatımın aşkını bulduğumu sandığım anda onun AİDS hastası
olduğunu öğreniyordum. Bu bana hayatın yaptığı madilikten başka bir şey
değildi. Hem de en alasından bir kötülüktü.
Jan, bu C) şıkkından da öte bişey deyin
yüzünü ekşiltti.
Kendimi toparlamaya çalışıyordum. Biraz
nefes aldıktan sonra telaşım yer değiştirmişti.
- Andy’e söylemeliyiz, dedim. Tostos
soğukkanlılıkla konuşmaya devam etti.
- Meraklanma! Andy, her şeyi biliyor. Zaten sizi
gördükten sonra Andy’nin Kaktüs’e gelmesi için onu ben aradım. Sırf seni
bir biçimde uyarabilmek için böyle davrandık. Jan'da ilk kez işe
yaradı! Bir test yaptırsan iyi olur, tedbirli olmakta yarar var!
-
....
-
Ben gidiyorum. Alper ararsa oyala gitsin!
- ....
Tostos gittikten sonra, Jan omuzuma sarıldı.
- Gerçekten
korundun, değil mi?
Yıkılmış bir şekilde gene aynı yanıtı vermiştim. Evet anlamında Hııı,
demiştim.
AİDS olmak belki çok kötü idi ama asıl
kötü olan bizim AİDS hastalarına karşı takındığımız tavırdı. Alper'in bunu bana
söylememesi ise affedilir gibi değil. Gey olmanın dezavantajı her zaman
böyle bir hastalığa açık kapı halinde tehlike içinde yaşamaktı. Büyük piyango
her an birimize vurabilirdi. Üç yıl içinde belki de otuz kez teste
girip çıkmama karşın sonuç Tanrı'ya şükür ki negatif'ti.
O pazar sabahından sonra
Alper'i bir daha görmedim. Aradan geçen üç yıl içinde ara sıra hep onu
düşündüm. Bir kaç gün önce gazetedeki ölüm ilanı herkes gibi beni de üzmüştü.
Bir yandan da hayatta kaldığım için gizliden gizliye şükrediyordum.
For give me, Alper!
ATİNA
Alper vakasından sonra Jan birkaç gün
evden dışarıya çıkmadı. Bakkala gitmek için bile bahane kullanmıyordu. Oysa
onun gece olduktan sonra tırnaklarını boyayıp piyasaya salınmasını neredeyse
radyoaktif saldırı bile engelleyemez ya da düşman işgaline uğrasak kıçından
çıkarttığı beyaz donu barış bayrağı ayaklarında sallar, abazan askerlerden
birini ağını düşürmeye çalışırdı. Demek beni gerçekten seviyordu.
Handiyse gözlerim yaşarmıştı.
Olayları duyan Jon jon’ın ise şeytan
kulağına kurşun diyerek evde tıklatmadığı yer kalmadı. Andy daha ileri giderek
benim mutlak surette falcısına görünmem gerektiğini söylüyordu. Tostos aslında
bir kurşun döktürsek mi ki sana, deyince, bir an dayanamayıp hepiniz
defolun yalnız kalmak istiyorum demek istedim. Olmuyordu. İşsizlik iyiden iyiye
canımı sıkmaya başlamıştı. Jan ile aynı evde kukumav kuşları gibi
oturmaktan başka yaptığım bir şey yoktu. Sabır taşı web sitecisi işini bitirmiş
olmasına karşın o da bizim eve yerleşenler arasında yerini almıştı. Tabii
puzzle’ın eksik parçası olarak fermuarcımızda akşamları oturmaya geliyordu. Allahtan
gönlü gibi eli de bol bir adamdı. Şişe şişe viskiler, burbonlar… Kızlar
hallerinden memnundu. Jan ise hepimizin yanında şişiniyordu. İşe yaramaz
balamozlar sizi diyordu fermuarcısı gittikten sonra.
Andy her zmanki gibi şıklık yaparak
falcısını benim eve getirdi. Kadını görünce gözümün onu bir yerden ısırdığını
anımsadım. Tanıştık mı sizinle diye sorunca kaş göz eden Andy’nin patlamış
gözleri ile karşılaştım. Meğerse kadın meşhurmuş. Medyumcular furyası sırasında
en çok adı geçenlerden biriymiş. Hatta bu yüzden içeri bile alınmış.
Medyum Semiş gibi olmasın da demiştim.
Hep birlikte nası yaneeeğğğ,
çekmişlerdi! Medyum Semiş, düzenbazın biriydi. Uzun saçları ile Anadolu rock
yapan biri sanabilirdiniz. Homoseksüel olduğunu red ediyordu ama askerlikten
yırtmak için rapor alacağı zaman kadın kılığında fotoğraflar çektirmişti. Bir
de Teko vardı ki evlere şenlikti. Teko cin çarpmışın tekiydi, kelin merhemi
olsa kendine sürer misali, konuşmaktan bile aciz bu zalime millet para
yediriyordu. Bir dönem takıldığım sevgilim de medyumlara takmıştı. Sebebi
benim ona olan aşkımın bitmesiydi. Aşkım hiç başlamamıştı ve bunu ona bir türlü
anlatamamıştım. Bana kedi köpek kılı karıştırılmış yemekler yedirmeler,
tütsüler yakmalar, anlatılır gibi değildi. İşten eve döndüğüm bir gün kapıdan
içeri girer girmez mutfaktan gelen duman üzerine, yangın var telaşına
kapılmıştım. Mutfağa girdiğimde tavanın üzerinde yanan çörek otu buğday susam
gibi ıvır zıvırla karşılaşmıştım. Tavayı evyeye fırlatırken ellerimin
yanmasından söylenip duruyordum. Elerlimi yıkamak için banyoya giderken açık
kapısından yatak odasındaki yatağımın üzerinde Bakire Meryem’i gördüğümü sandım
bir an! Serap görüyor olmalıydım! Ya da bayağı bir hallisünasyon! Ama değildi.
Benim kafadan çatlak manitam kadınlık rolünü o kadar benimsemişti ki,
kafasına attığı baş örtüsü ile ellerini havaya kaldırmış dua ediyordu!
Mesele çabucak anlaşıldı: Medyum Semiş’e
gitmiş! O da susam çörek otu ıvır zıvırını verip evin içinde tütsü yapmasını
buyurmuş. Böylelikle aşkımız bitmeyecek, üzerimizdeki büyüler bozulacakmış!
Kaç para kaptırdığını sormuştum. 300
dolar lafını duyunca neye uğradığımı şaşırmıştım. Daha beteri bu parayı kredi
kartından çekmişti, hem de lazım olur diye evde bıraktığım bana
ait karttan! Medyum Semiş’e olan garezim buradan kaynaklanıyordu. Bir de
falcı çekemezdim.
- Tanrıya inanmayan biri fala inanır mı
sizce ?
- Sen inanmıyorsun, biz inanıyoruz. Cin
vardır!
- Ayy deme. Üç harfli de. Çağırma
şunları.
Kısacası hepsi bana çok teessüf ettiler.
En çok da Jan!
Şahsen Hanım Jan’ın kahve falına
bakmıştı. Fala göre Jan’ın geleceği müthişti. Albüm
yapacağını, üstüne üstlük bir de film çevireceğini söylüyordu. Çok yakında
diyordu hem de!. Çok klas bir adam yardım edecekmiş!. 1.80 boylarındaki bu adam
kumralmış, kirli sakalı varmış, sosyetik bir tipmiş acayip şık falan giyinen
bir tipmiş… sözü edilen tip fermuarcıdan başkası değildi. O da Jan’a sarılmış
biçimde şişinerek dinliyordu. Jan’ın fermuarcının yanağından öpüşünü görseniz
şefkatinden gözünüz yaşarırdı.
Şahsen Hanım benim falıma baktığında ise
sonu aydınlığa çıkan bir karartısı gördüğünü söylemişti. Bir para
gelecekmiş bir yerlerden, bir de Can isimli birinden yardım göreceğimi. Ama bu
Can, orta yaşlıymış! Hepimiz rahat bir nefes almıştık. Tabii ki Jan ‘da.
Bir de seyahat dedi. Kısa zamanda seyahate gideceksiniz!
Evet tam bunu demişti ve o akşam bir
arkadaşım arayarak her şey dahil bir haftalık Atina seyahatinin olduğunu ne var
ki gidemeyeceğini bu nedenle dilersem onun yerine gidebileceğimi söylediğinde
şaşıp kalmıştım. Pes yani Şahsen Hanım demiştim içimden!
Tabii sonradan bu Atina seyahatinin
Jan’ın ısrarı ile fermuarcı tarafından organize edildiğini arkadaşımın da
fermuarcının fabrikasında çalıştığından haberim yoktu!
CİHANGİR
VE ANTİDEPRESANLAR
Mürebbiyanım ve teyzesi:
Kadınlar değişiklik yapmak istedikleri
zaman soluğu kuaförde alırlar. Peki ya erkek eşcinseller ?
Mürebbiyanım keltoşlaşmaya başlamıştı.
Sonuçta soluğu meşhur bir estetik cerrahta aldı. ve kaybettiği en
kıymetli uzantıları olan saçlarına kısmen de olsa yeniden kavuştu. Saçlarını
ektirdikten sonra sürekli olarak kafasını sağa sola savurarak yürüyen
mürebbiyanım uzun süre elinde kırbaçla Cihangir sokaklarında dolaşmıştı. Bir
ara eski manitasını eşek sudan gelinceye kadar dövdüğünü de ski bölümlerde
anlatmış idik. Şimdi yeni bir manitası var- Ki o muhtelif tarihler vererek
ilişkisinin uzunluğunu belirtmeye çalışıyor. Bana kalırsa ajan pravokatör olan
Spaniş men Goya’nın tablolarındaki beyazlara benziyor. Ona
çeşitli zamanlar ajan olduğunu söylediğimde ret etti ve bana cevap olarak, sen
öyle olmamı istiyorsun demekle yetindi. Zaman ikimizden birini haklı
çıkartacak!
Mürebbiyanım, Tostos, Andy ve ben kare
ası olarak cihangir’in yıllanmış geyleri idik. Özellikle de ben yıllanmış bir
Petrus gibi olmak için can atıyordum. Gelgelelim onların bütün çabaların
akarşın bulunan iki kısmette beni beğenmemişti. Artık reddedilen bir adamdım.
Belki de travesti olma sırası bana da gelmiş ya da Birijik Jan’ın
menajerliğinden başka bir şey yapmamalıydım. Çöpçü balıkları gibi arada
onun artıklarından sebeplenebilirdim. Arada Alper gibi bir geyefendi çıkabilir
ya da beyaz atlı prensim – ki artık bu çok zordu!- her an karşıma çıkabilirdi.
Belki de Alper’le her şeye rağmen beraber olmalı ve sonuna kadar gitmeliydim
diye düşündüğüm zamanlarda olmadı değil. İnsan ölüm haberlerine alışıyor.
Daha doğrusu kanıksıyoruz. Berbat olan New York’taki brezilyalı room
mate’iminde HIV + olduğunu duyunca onun ölümünü beklemek canımı sıkmıştı. Can
sıkıntılı zamanlar geçmek bilmiyordu. Du du – ekolu du! Ki o sırada
mürebbiyanımın teyzesi geldi.
Çakma sarışın, yumuk gözlü oyuncak bebek
Çatoş! Taksilerin ön koltuğuna oturmaya teşne olan bir kadındı. Muhteşem bir
cilve, ona uygun kocaman kalçalar ve günde almak zorunda olduğu beş tane anti
depresan ile aramıza hoş gelmişti. Tabii Cihangir kısa zamanda Çatoş’u
bünyesine kabul etti. İsterse kabul etmesin. İki kez ekmek aldırmak için
bakkala gönderdiği kapıcıya şıklı olsun diye mürebbiyanımın evinde kahve ikram
edince, bu şıklığın karşılığında Cumartesi günü kapıcı tarafından Emirgan
Parkına götürülme teklifi aldı!
Kocam duyarsa ne olur, tartışmasına
girmedi ama bari emekli albay apartman yöneticisi olaydı diye hayıflanmadı
değil. Bize ise konu çıkmıştı. En çok da mürebbiyanım söyleniyordu.
Spaniş men ise evde rahatlıkla def-i hacet yapmasından rahatsız olduğunu
söylemekten çekinmiyor biz ise ısrarla sanki kraliyet ailesinden geldin de
çamur atıyorsun diye Çatoş’u savunuyorduk.
Kaktüs’te Son suskun’la birlikte
laflarken kapıdan giren genç adam dikkatimizi çekti. Yakışıklıca ama daha
çok bebek yüzlü olan bu elemanın ne olduğunu çözmemiz gerekiyordu. Cihangire
taşınmış üstüne üstlük Kaktüs’e gelip giden birinin cinsel yönelimini tespit
etmek en doğal hakkımızdı hem de.
Çatoş son derece bilgisiz olduğu için
onun fikrini almaya karar verdik. O ise ilaç aldım rakı içsem mi diye
düşünürken bişiy olmaz iç önermesi Son suskun’dan geldi. Kadın dayanışması
böyle bir şey olsa gerek ya da kadınların bir birinin gözünü çıkartması böyle bir
şey olabilir.
- Çatoş, şu dikilen gey mi, değil mi?
Şöyle
bir baktı, düşündü dudaklarını yamulup düzeltti.
- Yeğenimden sonra her erkeğe şüpheyle bakar oldum.
- Konu yeğenin değil ama, dikilen eleman!
- Ayy anladım onu da, yani ne desem elin adamı için
şimdi.
- Ben olmadığını söylüyorum ama Koja Göbüş ısrarla gey
diyor, diye Son suskun Çatoş’u manipüle etmeye çalışıyordu.
- Bence gey, baksanıza kaçları yuvarlak, saçları yumurta
kesim, düz lepiska; yüzü de çok güzel ayrıca. Kadınlarla da gezmiyor. Eee
buraya neden taşındı peki?
- Koja göbüş Cihangir’de yaşayanların hepsi gey mi
yani? Bu soru Son suskun’un bana bir tür sokuşturmasından başka bir şey
değildi.
- Hayır tabii ki değil. Sadece dörtte üçü gey
hayatım. En azında bu masada azınlığım. Sen ve Çatoş doğuştan vajinalı ve
heterosunuz! Gelgelelim yan masayı hesaba katarsak siz azınlık
durumundasınız.
- Ay bunlar sakallı makallı adamlar Koja Göbüş diyerek
Çatoş büyük bir şaşkınlık içinde yüzünü ekşiltti.
- Onlara bear diyorlar yani ayı!
- Vay bee, ibnelere bak, ayıları bile var!
Çatoş’un
çığlığı andıran bu yakınması barda handiyse yankılandı ve kafalar bizim
masamıza döndü. Tabii ki oralı olmadık.
- Şimdi ben bir şey anlamak istiyorum. Bunu yeğenime
sordum ama o senin aklın o kadarına çalışmasın diye bana cevap vermiyor, sen
söylersin Koja Göbüş. Yani bu ayılarda pasif oluyorlar mı ?
O
sırada Andy’nin ağına düşürdüğü kamyon şoförü ile ilgili anısını anlatmak
istedim. Durdum düşündüm acaba fazla mı kaçar diye hesap etmeye çalışıyordum
ama Çatoş’a yalan söylemekte istemiyordum. Kamyon
şoförü, sırtını dönüp bacaklarını açmış ve Andy’ye şöyle demiş Çatoş:
Kanırta kanırta becer beni!
Yuh
deyip yutkundu. Rakısından bir yudum aldı. Sonra yutkundu gözleri döne döne,
bunlar benden daha çatlaklar yahu demekle yetindi.
Son
suskun ise gülümseyerek evet anlamında kafa sallıyordu.
BAMBAŞKA BİRİ
İnsan birkaç gün ortalıktan yok olmaya
görsün hakkında bir dolu dedikodu üretilmekte gecikmez.
Jan ile fermuarcı uzak doğuya
tatile gitti; Jan bronzlaşmam lazım diye ortalığı ayağa kaldırmıştı. Ne de olsa
yapacağı albüme hazırlık amaçlı ilk klip çekilecekti. Fermuarcı
hatırı sayılır bir para ile Jan’a albüm yaptırtıyordu. Besteciler, şarkılar ,
stüdyo, of of of. Muhteşemdi kısacası. İlk şarkı Ajda Pekkan’ın Bambaşka Biri
isimli şarkısının coverlanmış haliyle promosyon olarak piyasaya
sürülecekti. Gerekli telif izinleri alındıktan ve ödendikten sonra şarkının
klibi çekilmeye başlandı. İşe bakın ki klibi çekecek kişi Mürebbiyanımın eski
sevgilisi idi.
Uzak doğudan dönen tazelenmiş çift
ayaklarının tozuyla stüdyoya girdi. Fermuarcı konsolos köpekleri gibi şişinip
duruyordu. Jan ise inanılmaz bir disiplin içinde çalışıyordu. Hayran kalmıştım.
Bir gram yağ almamak için sabah akşam sadece marul yiyordu.
- Jan öleceksin, yemek yemelisin.
- Geceleri fermuarcımı yiyorum ya o et değil mi? Hem
sıvısını da protein niyetine alıyorum!
Vücudunda
bir gram yağ kalmamıştı. Çağla Şikel'le aynı renkteydi. Sonucunun nereye
varacağını belki biz bilmiyorduk ama o her şeyi hesaplıyor, ona göre hareket
ediyordu.
Şimdi
sıkı durun: Klip çekiminde kaç elbise değişti? Ve klip kaç günde çekildi?
Aksesuarlar
hariç tam 72 kıyafet ve 5 gün!
Madonna’nın
ki bu kadar sürüyor mu, bilemem!
Klip
TV’lere gönderildi. Halkla ilişkileri ayarlayan firmanın yetkilisi bağyan Jan’ı
arayarak klibin ilk kez hangi kanalda ve kaçta döneceğini haber verdikten sonra
hep birlikte benim evde toplanamaya ve parti yapmaya karar verdik!
15
Şarkıda bir klip tekrar dönecekti. Klibin yayına gireceği ekranda alt yazı
ile duyurulacaktı. Radyolarda yılın hiti olarak lanse edilecek ardından
TV’lerde klip yayınlandıkça yayınlanacak albümün reklamı yapılacaktı.
İçimde
gizliden gizliye bir fiyasko yaşanmasından korkuyordum. Kendi aramızda
vereceğimiz parti sonrasında dışarı çıkıp geceye devam edecektik. Jan, sabaha
kadar verijem diyordu. Fermuarjıma helal olsun!
Jon
Jon yaprak sarması yaptı; Tostos ile mürebbiyanımın teyzesi Çatoş diğer
mezeleri hazırladı. Son suskun ben hosteslikten gelmeyim ancak servis yapmaktan
anlarım deyip garsonluk işini üstlendi. Andy, Jan’ı izleyip iç dünyasını
resmedicim diyerek o güne özel bir tablo yapmaya başladı. Bunu duyan Tostos ben
de yaparım diyerek o da başka bir tablo yapmaya karar verdi. Mürebbiyanım,
teyzesi Çatoş’un yapacaklarına finansör olacağını elinden de başka bir şey
gelemeyeceğini bildirdi.
Ve
beklenen gün geldi çattı.
Evi
temizletmiştim. Hizmetçi kadına yarın da gel deyince, olmaz doluyum Pazartesi
gelirim ancak dediğinden kalpten gidecek gibi oldum. Jon jon dert etme
hallederim ben diyerek olayı çözdü.
Jan, kuaföre gidiyorum diye evden çıktı gitti.
Hazırlıklarla meşguldük!
Cihangir sokakları sessizdir. Taksim’in
kalabalığının, İstiklal caddesinin curcunasının tamamen dışında kaldığınız bu
bölge sessizliği ile insanı şaşırtabilir. Daracık sokakları, birbirine
yapışık evleri, perdeleri sıkı sıkıya kapatan ya da perdesiz yaşayan ev
sahipleri! Cihangir'de hayat başkadır; sadece yaşanır hem de inadına
yaşayanların yaşadığı marjinal tek semttir.
Evdeki harala güreliyi kesen ses fermuarcının Ferrarisi’nin anormal ötesi
gürültüsü olmuştu! Gürültücü seyircilerin bol olduğu Çarşı
karşılaşmalarından bile daha az ses çıkabilirdi. İnsan tarafından duyulamayan
sesleri duyan köpekler gibi, arabasıyla Dolmabahçe sarayının oradan
geçen fermuarcının eve yaklaştığını söyleyip Jan anında hazırlanmaya
başlardı. Her defasında şaşardım. Gelgelelim bu defa benzeri tepkiyi veren ben
olmuştum. Kızlar, bu algılamanın nedeni olarak fermuarcıya duyumsadığım
beğeni sonucunda ortaya çıkan algıda seçicilik durumu olduğunu belirttiler.
Sustum!
Tostos bütün sakinliği içinde, ayol ne alakası var, Koja Göbüş sadece ses
duyduğunu söyledi, yaşlılarda olur böyle şeyler diyerek gene laf
sokmak konusunda üstatlığını göstermişti.
Son Suskun, elinde tabaklarla gelirken ben de mutfağa yönelmiştim.
Çarpıştık!
Gümmmm! Şangırrrrr!
- Afedersin! Hatalıyım Son suskun!
- Yorum yok!
- Özür dilerim.
- Bişiy demedim ki sadece yorum yapmadım!
-
Tavır koyuyor gibisin!
- Yorumsuzluğun yorumunu yapabilirsin ama yapacağın bu
yorum seni ilgilendirir, düşüncelerimin o yorum olduğu anlamına gelmez!
Andy, Ayyyy diye çığlık atarak işaret
ettiğinde bütün gözler televizyona çevrildi. Ekranda akan alt yazıya
baktık:
“ Yılın müzik olayı : Birijik Jan’ın
yorumladığı 'Bambaşka Biri' videosu hakkında yorum yapan ünlüler az
sonra!”
- Ayyy hadi hayırlısı gacılar.
- Jan nerde?
- Bilmem telefon edimmm.
- Fermuarcı arabayı park ediyor. Onunla beraber
gelmiştir, aramayın şu küçük orospuyu iyice kıçı kalktı zaten.
- Ayyy çok heyecanlıyım ama.
- Yorum yok!
Kapı zili çalınca Andy, cilveli bir
sesle diyafona konuştu :
- KİM Ooooo?
Gelen tabii ki fermuarcıydı. Otomatiğin
sesi apartman merdiven boşluğunda yayılırken fermuarcının ayak sesleri
duyuluyordu.
- Hoş geldin cicim.
- Hoş bulduk!
- Jan nerde?
- Bilmem evde değil mi?
- Kuaföre gitmişti gelir birazdan!
- Arıyım o zaman.
- Aradığınız numaraya şu an ulaşılamıyor. Lütfen, daha
sonra tekrar deneyiniz!
Gecenin yıldızı olmakla gerçekten star
olmak farklı kavramlardır. Bir insanın sahnenin önünde olabilmesi için
rakiplerini acımasızca ezip geçmesi gerekir. En tepeye çıkabilmek içinde
kimseye acımamak!
Jan tam bir star olacağa
benziyordu.
Video klip yayınlanmazdan üzere en az
yüz defa araya reklam girdi.
Andy, Jan’ın gecenin starı olmak için
sürpriz hazırladığını düşündüğünü söylüyordu. Tostos fermuarcıya karşın küçük
orospu ondan her şey beklenir demekle yetindi. Sos suskun akşamdan beridir
yorum yok’una devam etti!
Fermuarcı düşünceliydi. Bir ara yanına
seğirttim.
- N’oldu kuzum, nen var ?
- Sanırım Jan beni terk etti, burada olmamasının başka
bir anlamı olamaz Koja Göbüş!
- Ne alakası var cicimu? Jan seni ağzından düşürmüyor.
Albümden dolayı sana müteşekkir.
- Bende zaten bundan endişeliyim ya Koja göbüş! Albüm
için bütün ödemeleri yaptım. Video klip’te tamam, Jan kendi kanatlarıyla
uçabilir artık. Nasıl bu kadar aptalca davranabildim.
- Kuzum ne diyorsunuz? Bu düşüncelerinizden
utanacağınızdan eminim. Jan kuaföre gitti. Ben de endişeliyim ama benimki
sizinkinden çok farklı. Başarısız olacağını düşünüp bir yerlerde gizlenip
kaldı ya da batakhanelerden birinde alkolden sızdı ve başına bir şey geldi
gelecek!
İnsanların yaşama bakışları olayları
yorumlayış biçimlerini de beraberinde getiriyor. Fermuarcı yaşamı da
ticaret gibi algılayıp ona göre düşünüp yaşıyordu. Yüzündeki pişmanlık
görüntüsü hata yaptığına dair düşüncesini destekliyordu. Rakılar, viskiler
biralar ve kızların gürültüsü muhteşemdi. Televizyonda video klip dönmeye
başladığında hepimiz sus pus olmuştuk.
Kelimenin tam anlamıyla muhteşem bir şov
izliyorduk!
Jan, Madonna’ya taş çıkartamazdı ama
kulvarının en iyisi olacağını gösteriyordu!
Pembeler, maviler, sarılar… Gökkuşağının
bütün renkleri ekranı boyamış, şarkıyı söylerken de dans ettiği sırada da
besbelli ki eğleniyordu. Video klibin yönetmenliğini yapan Mürebbiyanımın eski
sevgilisi inanılmaz bir iş çıkartmıştı. Tabii keseyi açan fermuarcı da.
Kıyafetler olağanüstüydü. Rio karnavalı gibi görüntüler birbirini izliyordu.
Durumu tek kelimeyle özetleyebilirdik: ŞAHANE!
Jan’ı sürekli iteleyip kakalayan Tostos
bile helal olsun kıza yaa, dediğini size aktarırsam sanırım onun çıkardığı işin
büyüklüğünü anlamış olursunuz!
Klip bittiğinde evde alkış
kopmuştu. Herkes birbirine sarılmış Jan’ın başarısını kutluyordu. Tek farkla
aramızda Jan yoktu! Klibin ardından Taç televizyonundaki görüntüler
ekrana getirildi. İnsanlardaki eğlence hali ve alkışlar gösteriliyordu.
Kameramanlar, ışıkçılar, makyözler, set çalışanları. Kırmızılar içindeki Jan’ı
o arada gördük. Herkes hep bir ağızdan AAAA çekti. Kamera
Jan’a yaklaşırken Jan’ın yanındaki kalantor dikkatlerden kaçmamıştı. İki de bir
de Jan’ın elini öpen bu adam kanalın sahibinden başkası değildi.
O sırada sokak kapısının kapanmasını
duymadık bile. Pür dikkat ekrana kilitlenmiş biçimde bakakalmıştık. Andy
vay bee, Tostos , vay küçük orospu vay, Çatoş, Helal olsun derken Son Suskun
yorumsuz demekle yetindi.
Sokaktan gelen Ferrari’nin gürültüsü
olmasa fermuarcı kimsenin aklına bile gelmeyecekti. Nitekim onunla beraberlik
sayfasını kapatan Jan yepyeni bir ilişkiye yelken açmıştı. Ne ara
olduğunu ise onun kaba etlerini çimdirerek soracaktım.
I WİLL SURVİVE
İnsanlar vefasızdır. Star olmak
isteyenler ise vefasız olmak zorundadır.
Biricik Can, o geceden itibaren Birijik Jan olarak tescillenmişti. Fermuarcıya
bye çekmiş, kocaların kocası bir göbüşe sahip kanal sahibi ile beraber olmaya
başlamıştı.
O gece hepimiz kendimizi dışarı atmaya karar verdik.
Andy,
evine gidip rahat bir şeyler giyeceğini söylemişti. Onun rahat bir şeyleri
papatya desenli mini penye elbise idi. İçine giydiği tanga külot erkeklik
organını olduğundan daha büyük gösteriyor, penye elbisenin içinden fırlayacak
gibi duruyordu. Kalçalarını Tülay Kaşar şeklinde dik durarak her an vermeye
hazır poziyonda olduğunu belli ediyordu. Bir ara yok ben veremiyorum
diye yeis yaptı; bulduğu çözüm ise kısa sürede onu kendine getirdi.
Çektiği popers ile rahat rahat corkkk diye yiyorum, isterse 20 santimlik
bir penis olsun diyordu.
Tostos dışarıda kesinlikle maço gözüken biriydi. Ne var ki içi hiç öyle
değilmiş: mahallede birilerini ufalamış sonrada gittiği karakoldaki komiserle
tanış çıkmışlar.Ama iş taşşaklı bir herife rastlayıca Tostos bir kaç günlüğüne
de olsa içeri alınmıştı. Çamaşır almak için evine gittiğimizde dolabından
çıkan dansöz kıyafetini Andy üzerine tuttuğunda bu dansöz
kıyafeti Tostos’tan başkasının olamaz demişti. Mavi tül ve payetlerle
süslenmiş altlığın üstünü merak etmiştik: İki adet yıldızda meme uçlarına
yerleştiriyor olmalıydı. Ve ve ve en fecisi, peçe idi! Bizim Tostos erkek
arkadaşlarına şov yaparken mezdeke grubu kızları gibi peçe takıyordu.
Mürebbiyanım siyah file çoraplarını giymişti. Mini deri etek, siyah bluzla
süper aristokrat takılıyordu.
Mürebiyanımın sevgilisi Don Kişot kılıklı kaşsız Spaniş men ise aynanın
karşısında ciddi zaman geçirmişe benziyordu. Ebru Gündeş biçimli kaş çizmiş,
platin renkli peruğuyla uyum sağlayacak biçimde gece mavisi dar uzun ve sırt
dekolteli bir elbise giymişti. Dirseklerini kapatan eldivenleri ile Gilda
filmindeki Rita Haywort'a taş çıkartacak kertede seksi duruyordu. Bozuk
Türkçesi ile nasilimmm, diye sorduğunda aklınıza gelen tek cevap yavrummm yerim
seni oluyordunuz. Erkekleri geçtim geyleri bile baştan çıkartıyordu. Gözlerini
boyar, fondotön sürer ama asla ruj sürmezdi. Sedefli parlatıcı onun için
yeterliydi. İspanyol dudaklarını şişirerek konuşurdu: Canimmm,
nasilsinnn! Hafifçe eğilerek iz bırakmamak için havayı öper sonrada gözlerini
kırpıştırarak gülümserdi.
Kızlar
böyleydi. Hayat bir biçimde eğlenmek için geçiyordu. Bir farkla biz
eğleniyorduk; Jan ise şöhret için cinselliğini kullanmaya başlamıştı.